Hani güneşli bir günde birden hava değişir ve gök sesli sağanağa yakalanırsın ya...
Önce ıslanmamak için bir saçakaltı bakarken, artık çok geç sırılsıklamım nasılsa dersin ya...
İşte öyle aniden sevdim seni...
Telaşlı bir korkaklıkla...
Ben seni, onca darbedelerden, depremlerden ölmeden lakin içi yaralı çıkıp da sevdim...
Sen bunun sadece önsözünü bildin.
Ben seni, hesapların uzağında, anda kalıp bir saltanatın sefasında umarsız sevdim...
Bir ırmaktı, bazen hırçın, çokçası duru bir akışa kendimizi bıraktığımız.
İş sevmekle kalsa, severek an yaşansa, ömür sürülebilse hiç bitmesin derdik, dedik de...
Ve an geldi sancılar ayrılık doğumunun kapısına dayandı...
Bir vedanın doğumunu görmeyi kim isterdi ki...
Ben seni, kaybetme korkusunun prangalarında sevdim.
Uzaklar çok uzak değildi, yakın olması işten bile değildi.
Ben seni severken o prangalara esir düştüm.
Her sabahıma yüzünün sevinci, her akşamüstlerine vedanın kızıllığı mührünü vurdu.
Ben seni, göğsümü gere gere ne sevebildim, ne de kollarımın arasında saklayabildim.
Bir yaz yağmuru gibi, geldin ömrüme, bu ıslaklık ondan kalma...
Ben seni yorgun ruhumdaki çocuk parkında seyretmeyi sevdim.
Adam oldum, koca, baba, çocuk, sevgili oldum. En son yâr olup, yardan yıkıldım...
Ben seni bitti desek de sevdim.
Sessizliğe mahkum olsak da...
Hâlâ sendeyim,
Hâlâ sensiz...