sevdi beni yalnızlık, 
sonra bir baktım,
ben de ona tutulmuşum...
Yüzünün mayısında, eylül sarılığı gördüm,
Anladım, vakit akşam, vedaya çeyrek var…
Sana değil, kâğıtlara dökülen mektuplara,
Sana veda yok, sana ruhumun her bir santiminde çekilen hasretler var sevdiğim…
Kapatıyoruz! Son 3 gün! diye ağlıyordu mağazanın camındaki sararmış ilân…
Kapanır an gelir bir kitabın son sayfasıyla arka kapağı,
Kapanır akşamları evlerin perdeleri,
Kapanırken bir adamın umut dolu gözleri,
Kapanır bir ömrün perdeleri…
Kapanırken son sahnede, verilen nefeslerin çıktığı kapı…
Sana veda yok kalbim…
Son vuruşuna kadar…
Rüveyda,
Sen bana nasıl bir gri olduğumu unutturdun, gözlerinle sarhoş ettin, bir daha da ayılmadım. Senin gülüşlerinde doğan gökkuşağına kaçtım, aldın beni başka ülkelere, bir daha da dönmedik.
Seninle akıllı olmaktan da emekli oldum, delilik tahtına oturdum. Melankolik bir fırtınada kayboldum, bir daha da izimi bulan olmadı.
Masalım,
Yine ve hep, dokunacağım umutsuz sabahların yüzüne, Sen diye...
Seni görmediğim rüyalarımın sabahlarında o gecelere sitem edeceğim.
Uzaklara adadım ben hikâyemi, Sen diye...
Gidemediğim, kısaltamadığım, Bana gelemeyen uzakları seveceğim, Sen diye...
Melodilerin dövdüğü boş duvarlarla, Kent Park ile göklere kanat çırpan kuşların kanatlarında, kızıla boyanmış akşamlarda bir aşkı, bir özlemi konuşacağız, sen diye… Umutsuz gecelerin kapısı, ayaz sabahlara sarılacağım, Sen diye...
Bir sahip oluş duygusunda, beslenen esaretin sancılarına sarılacağım, Sen diye...
Aynı gökyüzü ve gitgide uzayan mesafelere karışacak, umudu azalmış gözyaşlarım.
Belki bir gece, gelir de silersin diye...
Nerede kokusunu saklamamış bir çiçeğe denk gelirsem, Avuçlarımın içinde koklayacağım sen diye...
Çekeceğim içime, başım dönesiye…
Birtanem, 
Sakın bu son mektupla sana veda ettiğimi sanma! Bu can, bu dünyadan ayrılsa da, senin sevgini ruhumla ötelere götüreceğim.
Bir ömür sana sarıldım, sana uyudum, sana uyandım...
Sensiz gecelere yağmur olup yağdım.
Gri tebessümlerimin ardında, hasretine yakılan ağıtlar gibi isminin remzine şifreledim hakiki aşkın sırrını...
Ciğerlerim yandı da, kokusu duyulmadı! Avazlarım vardı da, sesi duyulmadı. La tahzen'e sığdırılmış, aşkın hakiki sahibine sığınılmış bir ömürde sen gelmemişsin, gelememişsin diye sitem yok.
Firak buhuru ruhumda tütsülenirken, revnak bakışlı bir siluet gibi dolandın ömrüme Rüveyda... Uçurumlarında gezdim, düşmedim, her defasında sana tutundum, ölmedim.
Sesimde, nefesimde seni gören kadınlar gerçek olmadığına inanmak istemeden, seni kıskandılar. Biliyoruz ki sen hiç olmadığın kadar gerçektin, benim dünyamda...
Sen beni başka kadınlar da istiyor diye, rekabet için sevmedin! Bunun sevmek değil ego, menfaat olacağını zaten bilirdin. Reddettiğim kadınların öfke dolu bedduaları da baştanbaşa menfaat, ah sevmek bu değil! Seven, sevdiği bir başkasını tercih etmişse, mutluluğu, huzuru için içten samimi dualar edendir.
Sevmek; zorla istila etmek, ele geçirmek ve ele geçirince daha çok seveceğini sanmak hiç değil. Ya da tersi, elde edince, kıymetinden, sevmekten uzaklaşmak, değer bilmemek hiç değil. Sevmek, aşk, karşılık beklemez. Bilakis, sevdiğine, kendi gönlünde sevgi çiçeğinin açmasına sebep olduğu için minnettar kalır. Bir ömür göremese, erişemese bile...
Sen beni çıkarsız, güzel sevdin aşk…
Sevdiğim, 
Sen hiçbir zaman hatırladığım biri olmayacaksın, çünkü seni hiç unutmam ki unutmayacağım deseydim, bu bir zaman mesafe ve şarta bağlanmış olarak, içinde az da olsa bir unutuş, gaflet saklardı...
Yaşamak, unutmamak bir söz verişe kalmışsa, bırak unutan unutsun! Aşkın söze, yemine ihtiyacı yok! Ben her an seni yaşıyorum. Nefesimi dudaklarından sen veriyorsun bana. Sebebimsin. Benim bayramlık sevinçlerim sana yazdığım mektuplarda duyduğum kuş seslerine karışmış, demlerdir. Bundan sonra kalan ömrümde, kendimi yazmak için değil, yazmamak için zorlayacağım. Dediğim gibi, gönül defterimde son nefese kadar senin için yazdıklarımı kimseler bilemeyecek!
Sevgilim, Kalbim, Rüveydam,
Sana yazdığım mektuplarda kendimi ihbar ettim, varlığında aşka...
Aşk ki akıl tutulmasıdır, ay tutulması gibi… Benim sana tutulmuşluğum kalan ömrüme yeter. Adın ile hayallerin ile beslerim o tutulmuşluğumu, yarımlığımı…
İlahi aşk, sürekli güneşin önünde yanmaktır, henüz o bize nasip olmadı, demek ay tutulmasından alacağımız derslerimiz bitmedi. İlahi aşka düşenler, aşktan söz edecek lisan bulamazlar. Bizlere duyurduklarıysa yalnızca cezbe zamanı dillerine düşen iniltileridir…
Sonra her şey bir hayal oluyor…
Hayatım gri bir renk ise, gökkuşağı gülüşlerinden, nefesimi kontrolsüz eyleyen sevginden mahrum oluşumdandır. Seninle varım, seninle güzelim güzel isem...
Geldiğim, vardığım noktada anladım ki hayal dediğim sen, gerçeksin… Senden gayrısı hayalmiş. Ne zaman seni yazsam, seni yaşasam gerçeğin o muhteşem kapısından içeri giriyorum. Gerisi şairin dediği gibi angarya!
Ve sana bir özür borcum var sevdiğim!
Çünkü kelimelerim hiçbir zaman yetmedi seni ve sana olan duygularımı anlatmaya...
Her tam görünende hep yarım…
Kırık dökük, fukara hâlimle sana hitap etme cüretimi lütfen mazur gör ve bağışla...
Sevdim işte...
Yalnız bir hasret Murat