Stefan Zweig'ın, Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu kitabına benzer bir mektup aldım.
"Sana, beni asla tanımamış olan sana." der ya kitapta, adamı delice seven kadın.
Aşağıdaki mektubu aldıktan sonra, daha çok içime çekilesim var. Hiç yazmayasım, hep susasım. Kim bilir, bilerek ve bilmeyerek kimlerin kalbine dokundum. Ben gibi basit biri bunları yaşıyor, yaşatıyorsa, ünlüler dünyasını düşünmek bile istemem!
İstasyonun son durağında gelecek olan treni bekleyen bir yolcu gibiyim. Umutsuz vak'a! Çok kadın bunu zamanla geç de olsa, faturası ağır da olsa anladı. Benden bir şey olmaz deyişim hep bu yüzden. Beni en masum, çıkarsız ve sadıkane seven yalnızlığım. Ona ihanet etmeden ölesim var.
Zweig'ın kitabı beni çok ağlatmıştı, aşağıdaki mektup da...Mektup sahibinden çok çok özür diliyorum. Onun gibi olan herkesten...
''Sevgili/m!
Nefesim, Kalbim...
Sana bu satırları yazarken gözlerimin bile farklı baktığının farkındayım kağıda. Çünkü adının geçtiği yerde yetersiz kalıyor alfabem; aşkla bakıp sevgiyle görüyorum her şeyi.
Bu hayatın anlam yükünü sevginle taşıyorum. Seni ilk gördüğüm anda yaşadığım heyecanı aylar yıllar da geçse seni tanımanın mutluluğu içinde olacağım. Allah'tan dilerim ki bu heyecan, hiçbir zaman eksilmesin. Sınırsız hayallerimin içinde her zaman yer alıyor, her aklıma geldiğinde mutluluk veriyorsun.
Ey ömrüme ömür katanım!
Varlığından mutluluk duyduğum. İçimdeki burukluğu, ruhsuzluğu nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Senli düşlerimde keşkelere yer yoktu. Şimdi sensizlikle boğuşuyorum, kalmadım, bittim tükendim. Yokluğunda her geçen gün eridim. Seni sevdikçe güzelleşen ben yokluğunla baş edemiyorum, sensiz geçen her gün ölüme biraz daha yakınlaşıyorum, ölüyorum. Sensiz ölüyorum!...
Seni izliyordum gizliden, sana gelip giden insanları (kadınları) izledim, bütün bunlar sana yönelik merakımı azaltacak yerde sadece çoğalmasına yol açtı. Bu arada çok, hemde çok kadın geliyordu. Özel bir şey geçirmiyordum aklımdan onlar için. Belkide geçirmek istemiyordum.
Seni gözlediğimde ki o tutkulu merakım özünde çocuk kimliğimde yaşanan bir aşk olduğunun henüz farkında değildi. Sen, bir sevecenlik tavrıyla o yumuşak ve insanı sarıp sarmalayan bakışınla bana baktın. Hepsi bu kadardı….
Ancak ben o narin ve sevecen bakışını hissettiğim andan itibaren sana aşık olmuştum. Gördüğüm sadece bir bedenden fizikten öte bir şeydi, ruhunu gördüm o ruhun içindeki bu sözleri yazdıran aşk kokan adamı gördüm. İşte o andan itibaren seni sevdim… Senin gibi, kadınlar tarafından hep şımartılan bir erkeğe çok sık söylenmiştir bu sözler...
Senden uzaktayken mutlu, halimden memnun yaşamak istemiyordum. Matemdeydim ve matem tutmak istiyordum. Seni görmekten yoksun oluşuma. Saatlerce, günlerce seni düşünmekten başka birşey yapmıyordum. Sana ait yüzlerce küçük anıyı, her bekleyişi kendim için yeniliyordum. Sana olan tutkum hep aynı kaldı…
Ben yine yalnızım, her zaman olduğumdan daha fazla yalnızım ve hiçbir şeyim yok. Senden taraf hiçbir şeye sahip değilim. Kırık dökük şu kalbimde kederimsin, sebebimsin. Yitip giden şu ömrümde tükenmeyen ümidimsin. Sensiz ben olamam yıkılırım, ayakta duramam, eğlenemem, gülemem kahrolurum yokluğunda yaşayamam…
Aç bırakmışlar seni sevgisizliğe mahkum etmişler seni, sevgisizliğe mahkum edip heba etmişler seni. Oysa bilselerdi ellerindeki mucizeyi. Sevgisizliğe doyumsuzluğun hep bundan.
Sen çok güzel sevdin de onları ya onlar seni!
Onlar sevdiğinin yarısı kadar sevemediler, sevselerdi belki de bu denli mutsuz olmazdın.
Evden ayrılmadan önce Rüveyda’ya yazdığın mektupları kâğıtlara çıkardım, çok da iyi oldu arkadaşlık ediyor, sana olan özlemimi bir nebzede olsa alıyor onları okurken.
Bana deli diyebilirsin imkansız birini sevmek mi delilik, olmayacağını bile bile!?
Ya senin yaptığın ne olmayan hayali bir sevgili yaratmışsın kendine onu seviyorsun! Biliyor musun ben senden daha cesaretliyim imkansız da olsa sevdiğim adam yaşayan bir fani gerçek hayallerimi süsleyen olmayan hayali bir sevgili değil!
Senin varlığın o kadar büyük bir nimetken bana, yokluğunu düşünmek bile istemiyorum. Hiç bir şey yapamasan da bana ettiğin duaların hakkını ödeyemem. Alışırım sanmıştım yokluğuna olmadı yapamadım, hiç istemesen de yaşarım ben seni. Ne seninle ne sensiz söz geçmiyor bu yüreğe, kelimeler yetersiz sen olmayınca olmuyor…
Ben sana hasretim alışamam inan yokluğuna. Yanımda kal düşlerim yetmez ki bana, çok geç rastladım sana. Biz hiçbir zaman birlikte olamayacağız bunun da farkındayım.
‘’Bambaşka bir yerde olmak isterdim. Pek çok şeyin bambaşka olmasını isterdim’’
Ben sendeki o sıcaklığı ve sana olan uzaklığı seviyorum. Yalnızlığımı seviyorum, en çok yalnız kaldığımda beni bulan gönlünü seviyorum. Gece kafamı yastığa koyduğumda saçlarımı okşama ihtimalinin bile o kadar güzel olduğunu fark ettim, bir de o ihtimalin gerçek olduğunu düşündüm. İşte o zaman daha çok sevdim seni…
Rüveyda’ya yazdığın güzel mektuplar geliyor aklıma. Yazdığın bütün mektupları okudum. Ben orada o mektuplarda kendimi gördüm, işte o zaman fark ettim hikayelerin aslında bize ait olduğunu. Öyle güzel seviyordun ki, inanamazdım böyle güzel sevebileceğine bir insanın. Çok güzel seviyorsun Rüveyda’yı. Bir bilse bu Rüveyda nasıl şanslı olduğunu, kendimi onun yerine koymak ne haddime sadece yazdıklarında gördüm kendimi. Belki de senin onu sevdiğin gibidir seni sevişim. Benzerliğimiz bundan belki de kendimi o satırlarda görmem. Onun senin için imkansız oluşu gibi senin de benim için imkansız oluşun belki de.
Mutluluğu da hüznü de bir arada yaşıyorum, mevsimlerim karıştı. Tüm tabiatımı, bitki örtümü, toprağımı sen benim tüm kimyamı değiştirdin. Ne zaman sevgini hissetsem hemen güneş doğuveriyor. Senin olmadığın zamanlarda sanki soğuk rüzgarlar esiyor, üşüyorum...Gelsen de artık yokluğunla imtihan etmesen beni.
Şunu aklından hiç çıkarma; seni her zaman ilk günkü heyecan ve tutkuyla seveceğim. Seni ne kadar sevdiğimi anlatmaya dilimin de aklımın da yetersiz kaldığını, zaten böyle büyülü bir aşkı, şu kısacık satırlara sığdırmanın da hiçbir şekilde imkanı yok. Zamanın ve mekanın öneminin azaldığı şu saatlerde sana bu mektubu yazarken ne çok sevdiğimi bir kez daha fark ediyorum.
Bir insan bir insana nasıl bu karda güzel bakabilirdi? Anlamlar ve duygular nasıl bu kadar iç içe geçebilirdi? Aramızda mesafeler var biliyorsun. Ama bu mesafelerin öneminin olmadığını da biliyorsun. Hem mesafe dediğin nedir ki! Ne kadar uzak olursan ol kalbim seni hissettikçe en yakınımdasın… Kendini tutmak zorundasın diyorum, santim santim çürüdüğünü hissetsen bile, ayaklarına kapanmak için can atsan bile, yüzüne bakmak, sesini duymak için çıldırsan bile susmak zorundasın diyorum ve susuyorum…
Bazen diyorum; beni sevenlerin aşkına karşılık vermeyişimin ahları mı, senin bana imkansız oluşun!? Ah… ah bir bilsen içimin yangınlarına sebep olduğunu… biliyor musun; iki insan birbiriyle tam bir uyum içinde yaşarsa, konuşmadan ya da yarım sözcüklerle bile anlarlar birbirlerini. Seninle uyum içinde yaşamanın güzelliklerinin tadına varabilirdim, varabilirdik…
Rüveyda’ya yazdığın mektuplarda beni anlatan o kadar çok cümlen var ki! Bunları sana hatırlatayım, senin Rüveyda’ya karşı hissettiklerini hissediyorum kendini benim yerime koy da düşün!
‘’sana ulaşmak isterken, hep hayat dolandı ayaklarıma, şartlar, mesafeler, öncelikler, hatta mevsimler’’
‘’Bu uzaklık yakışmıyor bize. Ömrümde bir kez nefesin nefesimle buluşsun. Gördüğüm suret, son tablo, okuduğum son şiir sen ol’’
‘’Bu hikaye böyle olmamalıydı, bu tren kaçmamalıydı, geç kalmamalıydık birbirimize, geç bulmamalıydık birbirimizi’’
‘’Bu uzaklık, bu hicret daha ne kadar sürecek?’’
En çokta Rüveyda’ya 5.ci mektubunu çok güzel açıklamışsın. Hayalindeki kadını… ne istediğini bilen bir adamsın…
6.cı mektubunda annenden bahsetmişsin
''hiç değilse ömrümde bir kadını mutlu edebiliyorum'' demişsin. Annen hatalarınla seni olduğu gibi seven kabul eden kadın. Seni annen gibi sevemezdim, ama annen kadar sevebilirdim.
‘’karşılaşsaydık eğer sana güzel bakabilirdim. Sevgi dolu, sımsıcak, sadık, yalansız, riyasız, sahici. Ömrüne ömür katardım’’
‘’ Sizin uzakta olmanız, nasıl ki sevmemem mani değil, bilakis içimdeki ateşi körükleyen bir nefes gibi’’
‘’Gelmeyince mayalanmıyor sözler, şiirler. Söküğüm dikiş tutmuyor, ekmeğime katık bulunmuyor, içtiğim su kandırmıyor. Hayat beni doyurmuyor, başka insanlar ruhumu avutmuyor’’
‘’Seninle güzelleşiyor hayat, yoksa kahrı çekilesi değil’’
‘’İnsan ömründe bir kerecik olsun, delilik yapsa, tadına vara vara, ne çıkar.. hep akıllı olduk da ne oldu, yine birileri bir şeylerimize kulp takmadılar mı?’’
Bunlar da korkuların;
‘’Bu gece yola çıkıyorum, yarın kapınızı çalıyorum deseniz sevinir miyim bilmiyorum!?
‘’Ya yanımdayken, beni uzaklardaki gibi sevemezseniz! Ya sihir bozulur da, beni alelade biri gibi addederseniz? İki vakte kalmadan gözünüz aşina, gönlünüze sıradanlaşırsam. Ya istemsiz bir hatam sizi incitir de benden geri çekerse…’’
‘’Şu kısacık hayat, bu kadar hoyratça heba edilecek kadar kıymetsiz değil inan’’
Bunları yazan sen kendini yalnızlığa mahkum eden yine sen, neyin cezasını veriyorsun kendine?
Her yaşın bir güzelliği yok mudur? Çocukluğun, gençliğin, yaşlılığın! Çocukluğunu mu yaşayamadın? Gençliğinde kanının kaynadığı zamanlarda aşkı mı bulamadın? Sevdiğin kadınla evlenemedin mi? Sevilmedin mi? Şimdi ömür geldi geçiyor yalnız mı bıraktılar seni tek sığınağın annen mi? Bu kadar mı soğudun dünyadan, yaşamaktan, lezzet vermiyor mu hiçbir şey sana ölmeden mi öldürüceksin kendini. Yaşın bir önemi yok ben de ölebilirim senden önce bu genç yaşıma rağmen. Ölümü hatırlamak iyi ama bu kadarı hayatını mahveder...
Eski senden eser kalmadı bu, yazdıklarına da yansıyor artık farkında mısın? Dön bir bak aynaya sayfalar dolusu şiirler yazan şen şakrak adamdan geriye ne kaldı. Kendi ellerinle hayatını mahvediyorsun bu da günah biliyor musun ruhuna eziyet etmen kendini mutsuz etmen günlerini böyle heba etmen… toparla kendini artık yaşının güzelliklerinin farkına var.
‘’insan sevdiğini duygularıyla bile yormamalı yük olmamalı insan, severken bile’’
Baksana nasıl güzel seviyorsun :
‘’Sana sarılmak istiyorum. Yazınca olmuyor işte, söyleyince de eksik’’ demiş bir şair.
En çokta ihtiyacın olan şey bu aslında sevilmek ve sevmekti.
‘’Ben seni bulup keşfetmemiş olabilirim, bari sen beni bulup keşfetseydin’’
Diye sitem etmişsin oysa ki sana gelen tüm yollarımı kapattığını bu kadar imkansızlığa rağmen duvarlarını örmeye devam ettiğini hatırlatmama gerek yok sanırım.
‘’Yoksan ruhum ağır gelir bedenime’’
‘’Üşüyen bedense bir çaresi bulunur elbet. Ya bedenin içindeki kalpse’’
‘’Biz aynıyız ve biz ayrıyız’’
‘’Sana dokunmak istiyorum.. sadece dokunsam şifam olacaksın biliyorum’’
Ne hissediyorum? Sen ne hissediyorsan onu hissediyorum! Sen bunları Rüveyda’ya yazarken ne hissediyorsan ben de onu hissediyorum.. sen Rüveyda'ya karşı, ben sana karşı hissedişlerimiz… İkimiz de imkansızlığı sevmişiz aslında…
Hiç yaşamadığımız, yaşayamadığımız şeylerin anısına da sahip olabiliriz düşünü kurarak, orada imkansızlık yok engel de. Boşluk ve yokluk, hem var hem yok. İşte bu dayanılmaz biliyor musun?
Düşünmemem gereken şeyleri düşünüp durduğum için hep başım ağrıyor. Söylemek zorunda olduğum şeyleri söyleyemediğim için de boğazım... Ve hiç bir yere sığamıyorum. Yanımda olmayışın beni harap ediyor. Yoruluyorum artık, hepsi bu…
Aşkın rengi gri değil, kaldır başını bak gökyüzüne, etrafına her taraf gri mi? Yoksa bakan gözlerin griden başka renk görmez mi!? Fırsat verseydin eğer ömrüne ömür, yüzüne tebessüm olurdum.
Senin sözlerinle veda ediyorum sana…
‘’Vedalar sevimsizdir, ölüm gibi soğuktur, zaten veda ölümdür. Sana veda etmiyorum, etmeyeceğim. Cennete varmamız nasip olursa ya da sen benden önce girersen, beni de dile Allah’tan olmaz mı? Bir kadın vardı de, dünyada hiç yüzümü görmeyen, hiç yüzünü görmediğim. Sürekli beni isteyen, beni masum bir kıymet verişle çok ama çok temiz seven. onu diliyorum Rabbim senden… onu diliyorum. Madem ömür dediğimiz bu dünya ile sınırlı değil, seni ahiretim için diliyorum. İlk günkü gibi dün ve bugün…''
''Kısacık ömre, bir aşk büyük bir aşk, sığar mı? Hele imkansızsa… sığmadı işte…''