7 Ocak 2019 Pazartesi

Rüveyda'ya mektuplar (46)

 


kendi paradoksunda,
kendi avazını dinleyen insanları anlamanız gerekmez, 
incitmeyin yeter!


Yeni bir yıla daha girdi, eskiyen fiziğim, biraz daha yorgun ruhum ve biraz daha seni özleyen kalbim ile… Ocak adı verilen ay, ocakların, kaloriferlerin canlı canlı yandığı mevsim. Henüz kar görmediysek de yüksek tepelerden kokusu vurur bazen ve ben bu kokuyu da çok severim… Özel günlerle oldum olası aram pek yoktur. Bayramlar nicedir içime sevinç olmaz, doğum günümü bilenlerden bana hediye alacaklara son yıllarda rica ediyorum hediye almayın elbise dolabım yeterince şişko diye… Kitap olabilirse de ne gerek var zahmete ben alırım… Biri bana hediye alınca sanki yük olmuşum gibi gelir, ben hediye etmeyi çok severim.

Yeni yıla girerken rakamlar değişiyor ve biz umutlu sözcükler, dileklerle girmiş olurken biliyoruz, iyiden yana bir şeyin değişmeyeceğini ve her geçen yılı arıyoruz aslında… O yeni yıl mesajlarıyla birbirimizi kandırdığımızı fark etmemiş gibi
yapıyoruz, hiç değilse bir süre…

Ahir zaman/modern zamanlar da yaşlı dünyamız kaybettiği merhameti arıyor. İnsanlarda gelecek endişesi, savaş korkusu, yurtlarından evlerinden edilmiş, sürülmüş mazlumlar, mülteci akınları, haksız yere kıyılmış canlar, adaletsizlikler almış başını gidiyor.

Çocukluğumda olan biten şeyleri anlamadığım kadar çocukken büyüklerin Dünyanın çivisi çıktı arkadaş! sözüne pek anlam yüklemezdim ama onu diyen büyüklerim bu günleri görselerdi, çivinin yerinde nasıl yeller estiğini görürlerdi!

Her şeye rağmen umudumsun Rüveyda!

Yıkılmış, talan olmuş kalp evimi sen onarır, sarar, iyileştirebilirsin, yalnızca sen! Sürgünler ülkesine firar etmiş, sevgiye dair ne kadar duygum varsa, onları yeniden geri çağırır, beni iyileştirebilirsin, yalnızca sen!

Gelsen, en beklenmedik bir zamanda, en umutsuz, kızıl bir akşamüzeri. Yüzünde açan çiçeklerle, bahar bahar gözbebeklerinde, sahici bir şefkat ile... Artık sana hasret yok, kederler senden ırak olsun, sonsuza dek seninleyim adam! desen. Ben ağlamalarıma engel olamasam, sen o ırmakları pamuk ellerinle silerken buselerinle kurulasan...

Dilim kımıldasa ama heyecandan adını söyleyemesem... O, zamanlarca sayıkladığım adını. Dilim yerine pervaneler gibi dönen, çırpınan ruhumu görsen. Sana çok geç kalmışım adam, affet beni! derken sarılsak, birlikte inciler döksek kayıp zamanlara...

İşte o anda zamandan, mekândan, şartlardan soyunup soyutlanarak, kanat açsak sonsuzluk iklimine el ele... Bu dünyada işi bitmiş, ununu eleğini elemişler gibi ardımızda kalan kederlere el sallasak...

Rüveyda,

Adına kanat açan ruhum çok yoruldu, hâlâ gelmeyecek misin?

Hâlâ sarmayacak mısın?

Ne gün bitecek bu hasret?

Günlerim hicranlara boyanmış, hepsi gri bir rengin, hüzün makamında, eskiyip heba olmakta...

Gel artık, bayram olsun.
Sar artık, hasret renk değiştirsin.
Avuçlarında kalmalı yüzüm.
Bir gülü koklar gibi, bir bebeği öper gibi, kalmalıyım avuçlarında.
Avuçların sonsuzluğa açılan pencere Rüveyda...
Ah biliyorum, nasıl da güzel kokuyorlar...
Bir serçe gibi avuçlarında ölebilirim...

Ben seni yokluğunda bunca sevdim, bunca bekledim. Azad istemez bir köle gibi, gönüllü adadım uğruna bu ömrümü Rüveyda...

Gelmesen de kırılamam sana, sevmesen de...

Sitemlerime aldırma sen, sevgidendir.

Seven sevdiğine, çıkışır, sitem eder, ah eder ama beddua etmez.

İster ki hep iyi ve mutlu olsun sevdiği...

Ya benimsin ya toprağın çirkin anlayışı uzak olsun bu diyarlardan...

Sevgi ne zamandan beri şarta bağlı oldu ki… Aşk, şartlara aldırmaz, yaşa başa da bakmaz.

Ruhlar... Hepimiz nasılsa aynı yaştayız. Kılıç mı, kın mı daha önemli?

Kılıç ruh, kın beden ve insan ruhuyla sever, beden yuvasının içinde...

Günü gelince de o yuvadan uçar gider, gerçek ülkesine...

Sevgilim Rüveydam,

An geldi, gördüğüm her yüzde, her gözde seni aradım. Kent Park şahidim…

Böyle biri midir, böyle mi bakar, böyle mi güler, acaba? dedim. Sonra anladım ki beyhude bir arayış bu. Ruhun ruhuma değmişti, ruhun ruhumu istila etmişken benimki mazruf yerine zarfa nazardan ibaret bayağı bir şey olurdu.

Kâinat öyle güzellerle dolu ama hiçbiri sen değil, hiçbiri Kalbim değil, hiçbirine çıkmaz bu adamın yolları, çıkmasın da... Bir daha bıraktım yüzlerde seni aramayı… Bu bile sanki sana ihanetti, vazgeçtim… Ben seni sessiz zamanlarımın, sessiz notalarında arıyor ve buluyorum. Ben seni rüyalarımda görüyor, sarıyor, sarmalıyorum…

Senin gurbetinde, sıla hasreti çeken bir muhacirim ben Rüveyda...

Yerim yurdum sensin.

Garibim, eksiğim, gelip tamamla beni...

Gri gölgelerin arkasına saklandım bunca zaman, gel, tut ellerimden gökkuşağında döndür başımı... Buse buse... Sevgilim Rüveydam,

Ben en güzel sende düştüm.

Gözlerinin dipsizliği ile başladı ilkin ve bir daha hep devam etti düşmelerim.

Saçlarına tutunacak cesaretim de olmadı.

Seninle düşmeleri, düş gibi sevmeleri sevdim ben.

Derken, hayattan düştüm yokluğunda.

Şu yalan dünyadan sıyrılıp, aşinası olduğum hayallerinle avundum, teselli aradım.

Umudumsun Rüveyda...

Kafiyesiz, bestesi yapılmamış, duyulmamış güftemsin ve ben seni her türlü sevdim.
Şartlara boyun eğip, zaman aşımında eskitmedim.
Ben seninle yenilendim.
Sevginle temizlendim. 

Kalbin Murat