31 Mayıs 2020 Pazar
30 Mayıs 2020 Cumartesi
öncekileri sayma!
öncekileri sayma!
onların arasında
sıkışmış bir veda yoktu!
med-cezirden b/aşka neydiler ki...
veda dediğinin,
elvedası olmamalı!
sessiz sedasız,
kimliksiz,
kimsesiz,
derinden...
ahların, avazların arşı titretse de!
yeryüzünde kimse işitmemeli!
dedim ya;
öncekileri sayma!
beceriksizdik ikimizde!
susmayı bir türlü becerememiştik!
birbirimizi epey de üzmüştük!
artık iyilikler güzellikler sana,
ardın sıra dualar payıma...
sağlık ve afiyetle nice yıllara...
sağlık ve afiyetle bensiz zamanlara...
Şimdi sıra bizde!
Senin kim olduğunu bildiğim kadar, kendimi de bilebilseydim, bu girift girdabın içinde
şaşkınca dönüp durmazdım!
En çok Seni bilmeliyim!
Senin kadar olmasa da, tecelli aynasında da kendimi!
Nefs bilinecek ki, Rab, anlaşılamasa da bilinsin!
Terazinin iki kefesi gibi diyebilir miyiz?
''Bildim seni bilinmez meçhul!'' diyen şair, gerçekten bilerek gittiyse ne mutlu ona...
Bilinmesi gerekenlerin, bilinmemesi gerekenlerle yer değiştirdiği modern zamanlarda insanın düştüğü açmazın düğümü belki de tam burada!
Bize kocakarıların o duru, katıksız, karışıksız, katkısız, izmsiz, ideolojisiz, felsefesiz imanları lazım!
Allah ve ben!
Ne muazzam bir cümle: ''Allah ve ben!''
Sonsuz kudretin zerre hükmünde bile olmayan muhatabı ben...
''Ben'' dememiz bile benlik, enaniyet, ego, nefs, put kokuyor.
''Bendeniz'' belki; bende olmuş, kulunuz köleniz anlamında...
Eskiler ''bendeniz'' ya da ''bu fakir'' diye tesmiye ederlermiş zatlarını.
Allah ve insan!
Sonsuz yaratış kudreti içinde, halen günümüzde yeni canlı türleri, çeşitleri gören insanın tefekkür kavramını bir kaç kareye harcadığı kavşakta olarak, ''ne az düşünüyorsunuz!''
Allah ve ben!
Diğer yarattıklarına vermediği şeylerden biri de akıl, düşünebilme kabiliyeti. Kendi kendimize konuşurken aslında sessiz düşünürken bile, beden elbisemizi giyen ruhu ve o ruhun ötelere, sonsuza ait olduğunu fark ediyoruz.
Allah bizi yarattı ve boş yere de yaratmadı. Niçin yarattığını da son gönderdiği Kitabı ve elçisi ile tüm evrene duyurup beyan etti. Şimdi sıra bizde!
28 Mayıs 2020 Perşembe
Aldırma, bu da geçer!
Haklısın aslında, eskisi gibi yazamıyorum! Hem her gün hem de kalite açısından!
Yazmakla da kavgalıyım!
Oysa aklıma çok güzel güncel makale konuları geliyor. Tam niyetleniyorum, sanki bir yüksek dağa tırmanacak gibi yorgunlaşıveriyor göz kapaklarım, vazgeçiyorum.
Benim ne çok vazgeçişlerim oldu biliyor musun?
Nereden bileceksin?
''Bir yudum teselli'' diye boşuna manşet yapmadık. Kendimden kendime, kendimce...
Blog okuma istatistikleri hâlâ ''iyi'' seyir edip, arada dostlardan mailler gelmese, kendime ''ruhumun saçmalıkları''için gizli bir blog açacağım aslında. Hem orada daha özgürce içimi dökebilirim. Burada gördükleriniz, Kaf dağının yalnızca küçük bir yüzü.
''Vasat'' yazarım ben. Hem şair değil ''müteşair''im...Bunu mütevazılık olsun diye de söylememiştim. Bu benim gerçeğim. Bakma sen bir kitabımın olduğuna...Rüveyda'nın aşkına o da...Yoksa benden bir şey olmaz, olmadı da... Rüveyda demişken, son mektupta bahsettiğim gibi bir kararla, bir daha hiç yazmamalıydım aslında!
Bazen çıkıyor güzelleri güzeli bir dilber yoluma, beni bi şey sanıyor, aşk umuyor, aşkına...
Sonra, epey zaman kaybettikten ve benim bir zaman kaybı olduğumu geç de olsa fark edip, demir alıyor limanımdan...
Bir enkazım ben, nasıl doğrulup da, bir güzele râm olabilirim ki?
Bir imkânsızım. İçinde binler sızı saklayan.
Sen ve senin gibi entelektüel insanlara bir şey veremem! Üniversite de bitiremedim hem.
Lise neyime yetmiyordu. Ah Fransızca hocam Sevim hanım. Ne güzel kadındı!
Ya sınıf hocamız diğer Sevim hanım, ne anaç bir kadındı. Halden anlardı.
''Derse çalışamadım hocam!'' dediğimde, benim en çalışkan kız arkadaşımın yanında kopya çekmeme göz yummuş ve notumu verirken: ''Ayıp ya en azından 9 alsaydın bak Cemile 9 aldı, Cemilenin yeşil gözlerine değil, kağıdına bakacaktın a çocuk!'' nasıl sevilmez özlenmez o hocalar ve Cemile...
Vasat ve marjinal olmak alın yazım. Yalnızlığın kolları gibi ikisi de...
Nefsin pisliği nerede biliyor musun?
Benim bilip, kendime zaten her gün haykırdığım şeylerden birisini, değer verdiğim bir dostcanımdan duymak. Hani Hallac'a atılan gül misali..
Aman, aldırma bu da geçer!
Yazmakla da kavgalıyım!
Oysa aklıma çok güzel güncel makale konuları geliyor. Tam niyetleniyorum, sanki bir yüksek dağa tırmanacak gibi yorgunlaşıveriyor göz kapaklarım, vazgeçiyorum.
Benim ne çok vazgeçişlerim oldu biliyor musun?
Nereden bileceksin?
''Bir yudum teselli'' diye boşuna manşet yapmadık. Kendimden kendime, kendimce...
Blog okuma istatistikleri hâlâ ''iyi'' seyir edip, arada dostlardan mailler gelmese, kendime ''ruhumun saçmalıkları''için gizli bir blog açacağım aslında. Hem orada daha özgürce içimi dökebilirim. Burada gördükleriniz, Kaf dağının yalnızca küçük bir yüzü.
''Vasat'' yazarım ben. Hem şair değil ''müteşair''im...Bunu mütevazılık olsun diye de söylememiştim. Bu benim gerçeğim. Bakma sen bir kitabımın olduğuna...Rüveyda'nın aşkına o da...Yoksa benden bir şey olmaz, olmadı da... Rüveyda demişken, son mektupta bahsettiğim gibi bir kararla, bir daha hiç yazmamalıydım aslında!
Bazen çıkıyor güzelleri güzeli bir dilber yoluma, beni bi şey sanıyor, aşk umuyor, aşkına...
Sonra, epey zaman kaybettikten ve benim bir zaman kaybı olduğumu geç de olsa fark edip, demir alıyor limanımdan...
Bir enkazım ben, nasıl doğrulup da, bir güzele râm olabilirim ki?
Bir imkânsızım. İçinde binler sızı saklayan.
Sen ve senin gibi entelektüel insanlara bir şey veremem! Üniversite de bitiremedim hem.
Lise neyime yetmiyordu. Ah Fransızca hocam Sevim hanım. Ne güzel kadındı!
Ya sınıf hocamız diğer Sevim hanım, ne anaç bir kadındı. Halden anlardı.
''Derse çalışamadım hocam!'' dediğimde, benim en çalışkan kız arkadaşımın yanında kopya çekmeme göz yummuş ve notumu verirken: ''Ayıp ya en azından 9 alsaydın bak Cemile 9 aldı, Cemilenin yeşil gözlerine değil, kağıdına bakacaktın a çocuk!'' nasıl sevilmez özlenmez o hocalar ve Cemile...
Vasat ve marjinal olmak alın yazım. Yalnızlığın kolları gibi ikisi de...
Nefsin pisliği nerede biliyor musun?
Benim bilip, kendime zaten her gün haykırdığım şeylerden birisini, değer verdiğim bir dostcanımdan duymak. Hani Hallac'a atılan gül misali..
Aman, aldırma bu da geçer!
27 Mayıs 2020 Çarşamba
seviyorum
Seni düşünmeyi,
Düşlemeyi,
Senin hayaline gülümsemeyi,
Seviyorum...
Baktığın çiçekleri,
Kafesinde sen varsın diye özgür
Şakıyan kuşunu,
Seviyorum...
Aynadaki gözlerini
Ruhunda açan gamzelerini,
Derince iç çekişlerini,
Bahçedeki köpeğini,
Seviyorum...
Dokunduğun pijamanı,
Okuduğun kitabını,
Sarıldığın yastığını,
Süründüğün parfümünü,
Seviyorum...
Sen kokan göz yaşlarımı,
Öpülesi dudaklarında gezinen adımı,
Şelale gibi akan saçlarını,
Susarak haykırışlarını,
Seviyorum...
Seni sevmeyi,
Seni severken hasretinle erimeyi,
Her gün imkansıza bilenmeyi,
Seviyorum.
Biliyor musun?
Sana kavuşamamayı bile sevmişken,
Vuslat bahs-i diğer'e evrilmişken,
Kendime bile izah edemedim,
Seni sevmelerimi...
Belki en çok da bunu
Seviyorum...
26 Mayıs 2020 Salı
Ey Şair! [6]
Bitti bu hikâye hem de tutsak kalplere bulaşmadan... Umarsızca harcadım her şeyi, böyle bir sonu tabii ki önceden sezdiniz ama ben böyle bitsin istemiyorum hatta bitsin istemiyorum... Kızgın alevler sarmasın düşüncelerimizi boşu boşuna kırılmasın kalpler... Bazen hoşgörü ile bazen sevgi ile bitsin son...
Ey Şair!
Uzun zaman olmuştu yazmayalı sürekli yazıp siliyordum hazır hissetmiyordum kendimi şimdi yazabiliyorken ve beynin bunu engellemesini önleyebiliyorken bir daha yazmak istedim.
Bu süreçte acı hissederek okuduğum Rüveyda’ya Mektupları bir o kadar hayranlıkla izliyordum... İyi olan ben değilim sizsiniz... O nasıl cümlelerdir ki içimi pare pare edip Rüveyda'yı bulmaya hazırlanıyorum her seferinde... Nasıl bu kadar acı hissettirdiği için de kızıyorum ona... Ona da iki çift sözüm olacak muhakkak ve ona içimden geçeni haykıracağım... Neden haykırmak derseniz haykırışlar kaba sözler değildir sadece kendini ifade etme yolu, tabii bunu yaparken bağırıp çağırmayacağım sadece birkaç söz... Ama bu fırsatı bulmak ne kadar mümkün bilemiyorum... Aslında ne söyleyebilirim ki ona hiç bilmiyorum...
Ey Şair!
Sözcüklerin duygu selini oluşturabiliyorsanız bir metinde ilerisindeki yazılarda bundan vazgeçemeyen okur kitlesi mutlaka olacaktır. Yani şöyle toparlarsam siz metinlerde yoğun duyguyu yakalamış bir yazar/şairsiniz ve bundan ben de kopamıyorum. Bu yüzden her seferinde kendimi yazılarınızı okumaktan, sizi hissetmekten alıkoyamıyorum... Peki, bu hissedişleri fark ediyor musunuz? Beni size bağlayan şey bu kadarla kalmadı elbette... Sizin donanımınız, karakteriniz, duruşunuz... gibi sebeplerle kendimi sizin çemberinizde buldum... Nasıl olur, diye düşünmeden...
Ey Şair!
Sormak istiyorum, gerçekten beni anlıyor musunuz? Yoksa ben konuştukça sadece dinlemekle mi kalıyor bu? Ben boğulduğumu hissettikçe ve uçurumdan bırakmaya hazırlanırken ruhumu öylece bakıyorsunuz değil mi? Yazdıklarımı yüreğimin en derinliğinden geldiğini görmüyor musunuz yoksa? Çaresizce çırpınışlarımı da... Fark etmiyorsunuz ama gittikçe deliriyorum... Bir kalem karakteri değilim ben kalemin ta kendisiyim... Yazılarım da güzel ise içinde siz olduğunuz içindir... Size hitap etme çabasındandır bu sürekli yazışlarım ve her seferinde silişlerim... En iyi nasıl ifade ediyorsam o şekilde düzeltiyorum cümlelerimi ancak bu demek değil ki bu edebiyat gayesidir. Tabii ki değil sadece size en iyi şekilde ifade edebilmek kendimi...
Mektupları okurken fark etmiştim siz bir mektupta, "Her ne kadar edit edilebilse de bilirsiniz bu konuda üşengeç biriyim; tekrarı, tekrarları, tekrar anlatmayı, tekrar okumayı, detayları okumayı pek sevmem, tekrar tekrar aldanmış biri olarak! " (18. Mektup) yazıyordu... Aslında asıl olması gereken buydu ancak bazen tekrara düşmek gerekir farklı sonuç çıkma ihtimalinden... Bu konuda biraz ön yargılı olduğunuzu sezmekteyim. Ama bunu benim sorgulamam doğru değil...
Ey Şair!
Bu arada kendimi ifade edebiliyor muyum? Yazıyorum nereye varacağını bilmeden, tek gayem size ifade etmek kendimi hem de bu şekilde içimdeki yangınlara rüzgâr oluyor kelimeler... Kelimelerin sizinle tanışması onları da mutlu ediyor... Her geçen gün sizinle konuşmak istiyor kelimelerim daha doğrusu kelimelerin aynası olan ben... Ve düşünüyorum da neden yazmayı sürdürmeyip kendime eziyet etmişim. Neden salmamışım maviliklerin derinliklerine...? İsterseniz buna gök deyin isterseniz deniz... Mavinin en güzel hali ile buluşan her yere salabilirdim sözcüklerimi özgürce dans edebilirlerdi... Ama geçmişe çare yok maalesef Şair... Gelecekten bir şey umarak ilerlesek, bir şans versek geleceğe olmaz mı? Ya da her anın tadını çıkartarak günün güne huzurlu uyumu içinde… Mutluluk dediğimiz şeyi iliklere kadar hissederek buna sevda da dâhil…
Ey Şair!
Yoksa ben konudan konuya mı atlıyorum ne? Ama zaten hangi konu olursa olsun size bağlanıyor... Kalbin çığlıkları sözcüklerin özgürlüğünde var olacak belki de... "Belki de..." diye başlayan ihtimal zincirlerini oluşturdukça o umut hep var olacak; hayata, insanlığa, sevdaya dair...
Ey Şair!
Söyleyecek o kadar çok söz varken çağlayanlar oluşturamayan kalemimden mütevelli ya da günden güne eriyen kalemimden sözcükleri sıralayamıyorum. Bu kadar yazmaya alışmışken bitmesinden korkuyorum tıpkı gidişinizden korktuğum gibi...
Unutmayalım Şair vedaları sevmeyiz, her zaman olduğu gibi..!
Ey Şair!
Uzun zaman olmuştu yazmayalı sürekli yazıp siliyordum hazır hissetmiyordum kendimi şimdi yazabiliyorken ve beynin bunu engellemesini önleyebiliyorken bir daha yazmak istedim.
Bu süreçte acı hissederek okuduğum Rüveyda’ya Mektupları bir o kadar hayranlıkla izliyordum... İyi olan ben değilim sizsiniz... O nasıl cümlelerdir ki içimi pare pare edip Rüveyda'yı bulmaya hazırlanıyorum her seferinde... Nasıl bu kadar acı hissettirdiği için de kızıyorum ona... Ona da iki çift sözüm olacak muhakkak ve ona içimden geçeni haykıracağım... Neden haykırmak derseniz haykırışlar kaba sözler değildir sadece kendini ifade etme yolu, tabii bunu yaparken bağırıp çağırmayacağım sadece birkaç söz... Ama bu fırsatı bulmak ne kadar mümkün bilemiyorum... Aslında ne söyleyebilirim ki ona hiç bilmiyorum...
Ey Şair!
Sözcüklerin duygu selini oluşturabiliyorsanız bir metinde ilerisindeki yazılarda bundan vazgeçemeyen okur kitlesi mutlaka olacaktır. Yani şöyle toparlarsam siz metinlerde yoğun duyguyu yakalamış bir yazar/şairsiniz ve bundan ben de kopamıyorum. Bu yüzden her seferinde kendimi yazılarınızı okumaktan, sizi hissetmekten alıkoyamıyorum... Peki, bu hissedişleri fark ediyor musunuz? Beni size bağlayan şey bu kadarla kalmadı elbette... Sizin donanımınız, karakteriniz, duruşunuz... gibi sebeplerle kendimi sizin çemberinizde buldum... Nasıl olur, diye düşünmeden...
Ey Şair!
Sormak istiyorum, gerçekten beni anlıyor musunuz? Yoksa ben konuştukça sadece dinlemekle mi kalıyor bu? Ben boğulduğumu hissettikçe ve uçurumdan bırakmaya hazırlanırken ruhumu öylece bakıyorsunuz değil mi? Yazdıklarımı yüreğimin en derinliğinden geldiğini görmüyor musunuz yoksa? Çaresizce çırpınışlarımı da... Fark etmiyorsunuz ama gittikçe deliriyorum... Bir kalem karakteri değilim ben kalemin ta kendisiyim... Yazılarım da güzel ise içinde siz olduğunuz içindir... Size hitap etme çabasındandır bu sürekli yazışlarım ve her seferinde silişlerim... En iyi nasıl ifade ediyorsam o şekilde düzeltiyorum cümlelerimi ancak bu demek değil ki bu edebiyat gayesidir. Tabii ki değil sadece size en iyi şekilde ifade edebilmek kendimi...
Mektupları okurken fark etmiştim siz bir mektupta, "Her ne kadar edit edilebilse de bilirsiniz bu konuda üşengeç biriyim; tekrarı, tekrarları, tekrar anlatmayı, tekrar okumayı, detayları okumayı pek sevmem, tekrar tekrar aldanmış biri olarak! " (18. Mektup) yazıyordu... Aslında asıl olması gereken buydu ancak bazen tekrara düşmek gerekir farklı sonuç çıkma ihtimalinden... Bu konuda biraz ön yargılı olduğunuzu sezmekteyim. Ama bunu benim sorgulamam doğru değil...
Ey Şair!
Bu arada kendimi ifade edebiliyor muyum? Yazıyorum nereye varacağını bilmeden, tek gayem size ifade etmek kendimi hem de bu şekilde içimdeki yangınlara rüzgâr oluyor kelimeler... Kelimelerin sizinle tanışması onları da mutlu ediyor... Her geçen gün sizinle konuşmak istiyor kelimelerim daha doğrusu kelimelerin aynası olan ben... Ve düşünüyorum da neden yazmayı sürdürmeyip kendime eziyet etmişim. Neden salmamışım maviliklerin derinliklerine...? İsterseniz buna gök deyin isterseniz deniz... Mavinin en güzel hali ile buluşan her yere salabilirdim sözcüklerimi özgürce dans edebilirlerdi... Ama geçmişe çare yok maalesef Şair... Gelecekten bir şey umarak ilerlesek, bir şans versek geleceğe olmaz mı? Ya da her anın tadını çıkartarak günün güne huzurlu uyumu içinde… Mutluluk dediğimiz şeyi iliklere kadar hissederek buna sevda da dâhil…
Ey Şair!
Yoksa ben konudan konuya mı atlıyorum ne? Ama zaten hangi konu olursa olsun size bağlanıyor... Kalbin çığlıkları sözcüklerin özgürlüğünde var olacak belki de... "Belki de..." diye başlayan ihtimal zincirlerini oluşturdukça o umut hep var olacak; hayata, insanlığa, sevdaya dair...
Ey Şair!
Söyleyecek o kadar çok söz varken çağlayanlar oluşturamayan kalemimden mütevelli ya da günden güne eriyen kalemimden sözcükleri sıralayamıyorum. Bu kadar yazmaya alışmışken bitmesinden korkuyorum tıpkı gidişinizden korktuğum gibi...
Unutmayalım Şair vedaları sevmeyiz, her zaman olduğu gibi..!
25 Mayıs 2020 Pazartesi
bırak!
artık beklemiyorum seni!
biz birlikte kestik ipi!
ne sen kalmak için çabaladın!
ne de ben gitmemen için!
her şeyin bir ömrü vardır ya,
bizim ömrümüz de bu kadarmış sevgili!
biten bir aşk için demeyeyim ama
biten bir ilişki için yeniden denemeye girişmek,
o aşkı mezara gömmektir!
bırak, biz birlikteliği gömüp,
aşkı yaşatalım!
24 Mayıs 2020 Pazar
Sizden gelenler / Hüzün gölgemdir Hû!
''Hak divanına durduğum secde kıldığım anda gönül aynasının pusu silinmiş bir bakmışım önümde mihmânım olan sen varsın.
Bayram kahvaltısında masamda aşk ve rıza lokması var; yine bu faniyi sevindirmiş Rabbim.
Hû demiyle ikrarımı yüreğimden sunarım.
Nasıl bak ?
Aşk ile rıza birbirine karışınca ne lezzetli bir tad ile olur bayram !
Mübarek olsun,
Sana ve sana dair herkese , her şeye...
Teşekkür ediyorum.''
***
Koskoca bir ay. İşte bayram!
Açıp açıp bakıyorum, henüz Facebook açmadınız.
Tadında bayramlar diler ve
izniniz olsa da olmasa da öperim sizi..)
***
''Çocuktuk.
Büyüdük de ne oldu sanki?
Hiçbir zaman ulaşamayacağımız
Başımızdaki mavi - pembe buluttan
Ayağımızdaki bayramlık cici pabuçtan olduk.''
***
Griye sevdalı bir Şair olunca...
“Hüzün gölgemdir” diyor…
Gölgeni paylaşabiliriz belki…
Hafiflersin bir tüy gibi…
Bayramınızı tebrik ediyorum.
Sonsuzluğun,
hiç eksilmeyen,
hep yenilenen
bayram sevinçleri
kuşatsın ruhunuzu...
Güzel mektuplarınıza da çok teşekkürler, sevgilerimle...)
23 Mayıs 2020 Cumartesi
boş ver!
uzun cümlelerim tükeneli
çok zaman oldu!
hece hece, kesik kesik anla beni...
ya da boş ver!
kelimeleri de savur gitsin!
üzerime düşsünler!
içimdeki seni duyabiliyorsan duy!
ya da boş ver!
uğraşma!
kapıyı usulca kapat bitsin!
https://www.youtube.com/watch?v=CKzWhG8whgs
20 Mayıs 2020 Çarşamba
Ne gün?
Sayılı dünya günleri gibi sayılıydı, ikliminin güzellikleri.
Gidiyorsun..!
Ah bu gitmeler!
Ne gün bitecek?
Gidiyorsun..!
Ah bu gitmeler!
Ne gün bitecek?
19 Mayıs 2020 Salı
Unutmak üzerine kısa bir deneme!
Tuhaf ama anlaşılabilir bir durumdur!
İnsanlar ölürler.
İman edenler için, beden elbiselerimizi koza gibi toprağa bırakıp, kelebek gibi Berzah'a uçar, hesap günü ve neticesi cenneti umar ve bekleriz.
İnançsızlar için yok oluşa gidiştir. (Yok oluş dedikleri de bir varlık!Bilgisayarımızda silip yokluğa gönderdiklerimiz orada durmaktadırlar! Ancak Allah yok eder. Onun dilemedikleri asla yok olamazlar. Bu onların dillerinde geveledikleri bahanelerine sahte bir sığınaktır!)
İnsanların büyük bir çoğunluğu unutulmak istemez.
İş bu bir çoğu, diğer insanları unutsa da bu böyledir.
Bendeniz öldükten sonra her insan gibi iyi anılmak isterdim. Bunun pek mümkün olmadığı yerlerde de kötü anılmak istemezdim.
Hatırlanmak mı?
Genlerimde vefa olduğu için ara-sıra bunu fatiha eşliğinde isterdim.
Lakin kesin olan bir şey vardır ki insan çabuk unutur ve birinin yokluğuna (ister-istemez) alışır!
Unutmak, bazı hadiselerde büyük nimet, bazılarında ise büyük nankörlüktür! Örneklerle yazımı uzatmak istemiyorum (zaten bu aralar yazmaya üşeniyorum!)
Unutmak, bazı hadiselerde büyük hata, bazılarında ise büyük yanlış! Örnekleri dediğim gibi düşünen bulur. Şüphesiz unutmanın köşe taşları bu kadar değildir. Aslında kitaplık çapta bir mevzu. Siz benim tembelliğime ve kıt bilgime verin, azımı çok yapın.
*
Ölümün bizi ürperten bir çok cephesi, yüzü var!
Nasıl ölünecek, ölüm anında ne/neler görüp yaşayacağız!
Götürüldüğümüz yerde bizi ne bekliyor olacak!
''İyilerden'' isek, öteye geçenlerimizle ne derecede neleri konuşabiliyor olacağız.
Öyle ya, İmam Şarani (ks) hazretlerinin nakline göre, buradan öteye geçen birine, oradakiler sevip ilgilendikleri ile ilgili sorular soracaklarmış, hatta ''falancanın bir kedisi vardı, çok severdim yaşıyor mu?'' o derece yani. Bu bağlamda ''ölüler unutmaz!'' diye havalı bir manşet atabiliriz.
İyi ve güzel olan şeyleri unutmamak lazım. Geçip gitmiş olsalar bile... (Durun finali şairane bağlayayım:)
Ben seni hiç unutmadım.
18 Mayıs 2020 Pazartesi
Gitme!
Osmanlı zamanında bu mübarek ay yarılandığı zaman ''elveda'' şiir ve kasideleri duyulmaya; bu muazzam kazanç, günahlara karşı kalkan ve af fırsatının gidecek oluşu nasiplilerini derinden üzermiş!
İlk 10'nu ''Rahmet'', ikinci 10 ''Mağfiret'', son 10 ise ''Cehennemden azad oluş '' olan ve modern zamanlarda bizim -birçok şeyde olduğu gibi- kadr-ü kıymetini asla idrak edemediğimiz kıymetlimiz....Bizi kıymetlendirenimiz...
Öyle ki ''oruçlunun ağız kokusu'' sırf Allah rızası için belli zaman aralığında nimetler elinin altında, gözünün önünde olmasına rağmen kendini mahrum bırakılışta, Rabbin ''karşılığını/mükafaatını yalnız Ben bilirim'' buyurduğu muhteşem sırlı, hikmetli ve ihlaslı bir ibadet.
Ve yine bu ay vesilesi ile ''kendisini affettiremeyenlere veyl!'' denilen iklim. Buradan şunu da anlamak mümkün, yani kul Ramazan-ı şerif ayına hürmet eder ve orucu ruh ve bedenle tüm gayret ve muhabbetiyle tutmaya, korumaya çabalarsa, bu çabasının neticesi, bayram sabahına ''cehennemden kurtuluş beratını'' almak demek. Bu kadar pratik ve aslında kolay bir ibadete kayıtsız kalışa ''veyl'' yazıklar olsun buyurdu Sevgili Peygamberimiz (sav).
''Elveda!'' İnsanı burkan, hüzünlendirip üzen bir kelime/kavram...
Oysa alışmak lazım. Her şeye mührünü vurmuştur ''elveda''
Annemiz, babamız, kardeş, arkadaş, sevgili, eş...
Araba, ev, para-pul...
Sen Baki olanı bul!
Ona veda yok, Onda gam, Onda vefasızlık yok.
Yeter ki sadık ol, sadıklara sadık ol.
Yeter ki sev.
O zaman Ondan gayrı elveda'ya hazır gönlüne, sonsuzluk yurdunda, burada vedalaştıklarını sana zaten verecektir.
Televizyonlarda iş bu ''Elveda'' kasidelerini dinlemeyi bir türlü taşıyamıyor ruhum.
Vedalar sevimsiz, vedalar isimsiz, vedalar cisimsiz.
Vedalar gri...
Vedalar sonbahar.
Vedalar hasret yüklü.
Vedalar ölüm...
Bazı vedalar hiç yapılamaz, içten içe yanar bir kandil gibi ..!
Gitme!
Gidersen ölürüm!
https://www.youtube.com/watch?v=prW3xTde9HM
İlk 10'nu ''Rahmet'', ikinci 10 ''Mağfiret'', son 10 ise ''Cehennemden azad oluş '' olan ve modern zamanlarda bizim -birçok şeyde olduğu gibi- kadr-ü kıymetini asla idrak edemediğimiz kıymetlimiz....Bizi kıymetlendirenimiz...
Öyle ki ''oruçlunun ağız kokusu'' sırf Allah rızası için belli zaman aralığında nimetler elinin altında, gözünün önünde olmasına rağmen kendini mahrum bırakılışta, Rabbin ''karşılığını/mükafaatını yalnız Ben bilirim'' buyurduğu muhteşem sırlı, hikmetli ve ihlaslı bir ibadet.
Ve yine bu ay vesilesi ile ''kendisini affettiremeyenlere veyl!'' denilen iklim. Buradan şunu da anlamak mümkün, yani kul Ramazan-ı şerif ayına hürmet eder ve orucu ruh ve bedenle tüm gayret ve muhabbetiyle tutmaya, korumaya çabalarsa, bu çabasının neticesi, bayram sabahına ''cehennemden kurtuluş beratını'' almak demek. Bu kadar pratik ve aslında kolay bir ibadete kayıtsız kalışa ''veyl'' yazıklar olsun buyurdu Sevgili Peygamberimiz (sav).
''Elveda!'' İnsanı burkan, hüzünlendirip üzen bir kelime/kavram...
Oysa alışmak lazım. Her şeye mührünü vurmuştur ''elveda''
Annemiz, babamız, kardeş, arkadaş, sevgili, eş...
Araba, ev, para-pul...
Sen Baki olanı bul!
Ona veda yok, Onda gam, Onda vefasızlık yok.
Yeter ki sadık ol, sadıklara sadık ol.
Yeter ki sev.
O zaman Ondan gayrı elveda'ya hazır gönlüne, sonsuzluk yurdunda, burada vedalaştıklarını sana zaten verecektir.
Televizyonlarda iş bu ''Elveda'' kasidelerini dinlemeyi bir türlü taşıyamıyor ruhum.
Vedalar sevimsiz, vedalar isimsiz, vedalar cisimsiz.
Vedalar gri...
Vedalar sonbahar.
Vedalar hasret yüklü.
Vedalar ölüm...
Bazı vedalar hiç yapılamaz, içten içe yanar bir kandil gibi ..!
Gitme!
Gidersen ölürüm!
https://www.youtube.com/watch?v=prW3xTde9HM
16 Mayıs 2020 Cumartesi
Anlayacağın
Canımın seni aradığı demlerde,
İçimdeki dem koyulaştığında,
Biraz çıkıp şehrin tenha sokaklarından,
Kent Parka gideyim diyorum...
Vazgeçiyorum!
Biliyorum,
Bu şehirde sen yoksun!
Kent Park mahcup..!
Anlayacağın,
Kendimden sonra,
Bu şehre de küskünüm!
https://www.youtube.com/watch?v=HAMINK8k4ww
14 Mayıs 2020 Perşembe
Ey Şair! [5]
Yeniden doğar gibi kelimelerin kan misali akışını oluşturma zamanı geldi diye düşünüyorum… Artık sessizliğin alfabesi sözcüklere dökülmeli ve size yazarak içimi dökmeliyim…
Ey Şair!
Hüzün dolu bu gözler, yapamıyorum her seferinde iyiymiş gibi davranamıyorum! Kelimelerin ruhumdan çıkışını önlemeye çalıştıkça daha fazla boğuluyorum... Kelimelerim zehirliyor beni!
Ve ''unut gitsin!'' demeyle olmuyor hiçbir şey...
Siz unutabiliyor musunuz illa bu konu için değil herhangi bir konu için de? Sevda dediğimiz şey oyun değil... İstediğimiz zaman terk edemiyoruz sahneyi... Eğer bir oyunun içindeysem benim rolüm neydi burada?
Ey Şair!
Canım çok yanıyor, gün geçtikte daha çok eriyorum... Artık kendimi görünmez biri olarak hissediyorum, yokmuşum gibi yani... Bu da beni çok üzüyor, gittikçe uzaklaştığınızı hissediyorum... Daha doğrusu bana bir süreliğine katlanmak zorundasınız bunu biliyorum!
...............................
Ey Şair!
Bu saatten sonra ne söylesem boş zaten ve gün gelince siz de gideceksiniz... Oysa ben hep kalacağıma yani unutmayacağıma inanıyorum... Şu andan sonra sizin mutluluğunuzdan başka bir şey istemiyorum...
Bu gün Kent Park'a gitmiş kadar oldum. Her bir adımdan siz geçmişsinizdir diyerek heyecanlandım! Ve kime rastladım biliyor musunuz? Hiç kimsenin yüzünü bilmediği ama benim onu hissederek onun olduğuna inandığım kişiye rastladım, evet Rüveyda idi o...
Ne kadar güzel, zarif bir kadındı öyle... İnsan yüzüne bakmaya kıyamaz o derece yani... Bence iç güzelliği dışa vurmuş olmalı... Kendisiyle konuşma fırsatım olmadı maalesef... Galiba o da sizi arıyordu, sizi buldu mu peki? Belki de ben yanlış hissediyordum, gidip sormak varken... Ah,bunu yapmalıydım!
Ne kadar sevsem de, bu durum benim canımı acıtsa da bunu sizin mutluluğunuz için yapmalıydım, onu o kadar aramışken, özlerken, isterken... Ama gel gör ki olmadı... Her şeyi elime yüzüme bulaştırdım her zamanki gibi... Ona sonrasında rastlamadım uzun bir yürüyüşten sonra kendimi oturduğum koltukta buldum... Nasıl bir hayaldi bu böyle gerçek gibiydi... Tıpkı sürekli sarıldığım, sizi hissettiğim gibi gerçekti...
Rüveyda renkleri çaldığından bu yana hala kapkaranlık sonbahar gecesi... İlkbahar gelmiyor Şair... Hazan bitmek bilmiyor kendimi güney kutbunda yaşayan biri gibi hissediyorum. Ve Rüveyda renkleri özgür bırakmadıkça bu böyle devam edecek gibi...
Rüveyda ben olmak isterdim, hem de çok isterdim... Ama biliyorum ki ben Rüveyda olamam... Her şeyi mahveden aptalın tekiyim sadece...
Ey Şair!
Ruhun mutluluğu süzdüğü şu zamanda ufak tebessümler oluşturmaya çalışıyor kalemim ve gitgide köreliyor... Vasıfsızlaşıyor ruhum geçen her vakitte...
Cümlelerin yalnızlığını da ekliyoruz hayatın boşluklarına,dolmayan boşluklar haykırışlarla birleşiyor ve bir bütün oluşturuyor sanki... Bu boşluklar içinde her şeyin bittiğini gören ben çare aramakta değilim... Buna bile bile katlanıyorum!
Canımın her yanışında size sarılmış vaziyette buluyorum kendimi ve sakinleşiyorum... Bana huzur, mutluluk, sevgi veriyor bloğunuz. Çünkü siz........ Ben ise her seferinde can sıkıcı biri... Bunu bilerek yapmıyorum ki ama...
Şu korona sürecinde daha çok düşünür oldum ........... kendimi alıkoyamıyorum... Size uzaktan baka kalıyorum. Yapacak bir şey kalmadığını ve yazmasam iyice delireceğimi biliyorum. Bana katlanmak zorunda olduğunuzu da… Söyleyecek çok sözüm varken yine kelimelerin zehirlemesi gerçekleşiyor… Devam edemiyorum…
Sevgiler
_____________
Sanki Stefan Zweig'ın ''Bilinmeyen bir kadının mektubu''nu okuyor gibiydim.
''Ey Şair!'' diyerek bir muhataba yazmanızı, edebiyat adına kurgulanmış kabul ettiğim ve mektuplarınızdaki cümlelerin ustaca dizilişlerini, samimi duygu yoğunluğunu çok kıymetli bulduğum (hatta imrendiğim) için, gelen mailinizi silmeden önce burada saklamak istedim.
Sizin gibi yazabilmeyi isterdim. (MM)
Ey Şair!
Hüzün dolu bu gözler, yapamıyorum her seferinde iyiymiş gibi davranamıyorum! Kelimelerin ruhumdan çıkışını önlemeye çalıştıkça daha fazla boğuluyorum... Kelimelerim zehirliyor beni!
Ve ''unut gitsin!'' demeyle olmuyor hiçbir şey...
Siz unutabiliyor musunuz illa bu konu için değil herhangi bir konu için de? Sevda dediğimiz şey oyun değil... İstediğimiz zaman terk edemiyoruz sahneyi... Eğer bir oyunun içindeysem benim rolüm neydi burada?
Ey Şair!
Canım çok yanıyor, gün geçtikte daha çok eriyorum... Artık kendimi görünmez biri olarak hissediyorum, yokmuşum gibi yani... Bu da beni çok üzüyor, gittikçe uzaklaştığınızı hissediyorum... Daha doğrusu bana bir süreliğine katlanmak zorundasınız bunu biliyorum!
...............................
Ey Şair!
Bu saatten sonra ne söylesem boş zaten ve gün gelince siz de gideceksiniz... Oysa ben hep kalacağıma yani unutmayacağıma inanıyorum... Şu andan sonra sizin mutluluğunuzdan başka bir şey istemiyorum...
Bu gün Kent Park'a gitmiş kadar oldum. Her bir adımdan siz geçmişsinizdir diyerek heyecanlandım! Ve kime rastladım biliyor musunuz? Hiç kimsenin yüzünü bilmediği ama benim onu hissederek onun olduğuna inandığım kişiye rastladım, evet Rüveyda idi o...
Ne kadar güzel, zarif bir kadındı öyle... İnsan yüzüne bakmaya kıyamaz o derece yani... Bence iç güzelliği dışa vurmuş olmalı... Kendisiyle konuşma fırsatım olmadı maalesef... Galiba o da sizi arıyordu, sizi buldu mu peki? Belki de ben yanlış hissediyordum, gidip sormak varken... Ah,bunu yapmalıydım!
Ne kadar sevsem de, bu durum benim canımı acıtsa da bunu sizin mutluluğunuz için yapmalıydım, onu o kadar aramışken, özlerken, isterken... Ama gel gör ki olmadı... Her şeyi elime yüzüme bulaştırdım her zamanki gibi... Ona sonrasında rastlamadım uzun bir yürüyüşten sonra kendimi oturduğum koltukta buldum... Nasıl bir hayaldi bu böyle gerçek gibiydi... Tıpkı sürekli sarıldığım, sizi hissettiğim gibi gerçekti...
Rüveyda renkleri çaldığından bu yana hala kapkaranlık sonbahar gecesi... İlkbahar gelmiyor Şair... Hazan bitmek bilmiyor kendimi güney kutbunda yaşayan biri gibi hissediyorum. Ve Rüveyda renkleri özgür bırakmadıkça bu böyle devam edecek gibi...
Rüveyda ben olmak isterdim, hem de çok isterdim... Ama biliyorum ki ben Rüveyda olamam... Her şeyi mahveden aptalın tekiyim sadece...
Ey Şair!
Ruhun mutluluğu süzdüğü şu zamanda ufak tebessümler oluşturmaya çalışıyor kalemim ve gitgide köreliyor... Vasıfsızlaşıyor ruhum geçen her vakitte...
Cümlelerin yalnızlığını da ekliyoruz hayatın boşluklarına,dolmayan boşluklar haykırışlarla birleşiyor ve bir bütün oluşturuyor sanki... Bu boşluklar içinde her şeyin bittiğini gören ben çare aramakta değilim... Buna bile bile katlanıyorum!
Canımın her yanışında size sarılmış vaziyette buluyorum kendimi ve sakinleşiyorum... Bana huzur, mutluluk, sevgi veriyor bloğunuz. Çünkü siz........ Ben ise her seferinde can sıkıcı biri... Bunu bilerek yapmıyorum ki ama...
Şu korona sürecinde daha çok düşünür oldum ........... kendimi alıkoyamıyorum... Size uzaktan baka kalıyorum. Yapacak bir şey kalmadığını ve yazmasam iyice delireceğimi biliyorum. Bana katlanmak zorunda olduğunuzu da… Söyleyecek çok sözüm varken yine kelimelerin zehirlemesi gerçekleşiyor… Devam edemiyorum…
Sevgiler
_____________
Sanki Stefan Zweig'ın ''Bilinmeyen bir kadının mektubu''nu okuyor gibiydim.
''Ey Şair!'' diyerek bir muhataba yazmanızı, edebiyat adına kurgulanmış kabul ettiğim ve mektuplarınızdaki cümlelerin ustaca dizilişlerini, samimi duygu yoğunluğunu çok kıymetli bulduğum (hatta imrendiğim) için, gelen mailinizi silmeden önce burada saklamak istedim.
Sizin gibi yazabilmeyi isterdim. (MM)
13 Mayıs 2020 Çarşamba
boçlusun bana
Bitiyor işte!
Finale az kaldı belki de,
Oysa ne iç titreyişleriyle bekledim,
Dokunmanın hayaliyle,
Aşk sana...
Gecelere arkadaş,
Duvarlara sırdaş,
Güneşin doğuşuyla baktım gökyüzüne.
Bakar gibi gül yüzüne
Uykusuz gözlerimle...
Kapıyı açarken her defasında,
Tokattan beter vurdu,
Yalnızlığın o acımasız rüzgârı,
Ağlamaklı bezgin yüzüme...
Belki de bu yüzden,
Çıkmak istemedim dış dünyaya.
Karışamadım insanlara,
Bir daha dönüp de giremem diye...
Kapımdan içeriye...
Borçlusun bana aşk,
Gönlümün ilacı sende kaldı.
Boçlusun bana aşk,
Gönlüm sevgiliden yana bakir kaldı..!
Borçlusun işte...
hak ettin!
Bilmediğin yola girmezdin!
Girdin!
Bildiğin kalbi sevmezdin!
Sevdin!
Şimdi ister ağla, ister dövün!
Hak ettin!
11 Mayıs 2020 Pazartesi
Mola!
Galiba en zoru da, gece odama girince başlıyor!
Uğultulu bir sessizlik. Sanki denizin dibinde gibi...
Kimselerin duymadığı melodiler, görmediği renkler çepeçevre kuşatıyor ruhumu.
Yatak desen iki kişilik ve ruhuma dar, bedenime geniş geliyor!
İki karış uzunluğunda CD çalar/radyo yanıbaşımda konuşmak için sırasını kolluyor!
Rastgele bir kanaldan ahvalime uygun olanı ninni yapıp hayata mola veriyorum.
10 Mayıs 2020 Pazar
merak!
Ağzımda kahve kokusu, Havada ayrılık!
Biliyor musun?
Öteye geçerken,
Seni merak edeceğim,
Şimdi olduğu gibi!
Yaşanmış tüm ölünecekler !
Neşidelerinde hıçkırıklarım işitilecek mi?
Deli gönül eğlencesi ...
Demek
Böyle gelecek ölüm!
Hem tabuttaki şu meyyitene
Hem tabiattaki kır çiçeklerine buhran !
Yitirmiş anlamını mevsimler ve renkler
Yaşanmış tüm ölünecekler !
Okunmuş tüm yazılacaklar !
Neşidelerinde hıçkırıklarım işitilecek mi?
Titreyen bir c/ân kadar?
ES
https://www.youtube.com/watch?v=t_Kd_G7p6ZQ
9 Mayıs 2020 Cumartesi
bu yüzden...
Acemi bir neyzen bile değildim!
Bir türlü üfleyemedim!
Bir türlü üfleyemedim!
Hep başta, hep baştan!
Belki de aşksızlıktan!
Bu yüzden,
7 Mayıs 2020 Perşembe
Ramazan biraz da kendimizle yeniden tanışmaktır.
Ramazan'ı Şerif bize içimizdeki sinsi düşmanlarımız olan lat menat uzza ve hubelleri göstermek ve yıkmamız için de gelir!
Her put isminin yanına kendinizde bulunan olumsuz, karakterinize yapışan ve sizi sevimsizleştiren huylarınızı, zaaflarınızı, ideolojik saplantılarınızı koyabiliırsiniz.
Eğer bu mübarek ay bunların hiç değilse bazılarını bize gösteremiyorsa, oruç ikliminden içeri adım atsak bile, eşiğinde oyalanıyoruz demektir.
Bu konular için İmam-ı Gazali (ks) hazretlerinin muhteşem eserlerini tavsiye edebilirim. Orada nefsin sıfatlarını ve terbiye metotlarını görmek mümkün. Hatta eski bazı alimler mesela İhya'sını başlar okur bitirir, (ya da talim ettirir) sonra yine başlarlarmış. Bu onları her defasında yeni bir açılıma, görüşe ve anlam farkında uyarı/uyanışa götürerek sürekli disipline edermiş.
Yazdıklarını yaşayan alimlerin eserleri böyle etkilidir.
Korona günlerinde hazır zamanımızın çoğunluğu evde, itikaf gibi geçerken; kendi içimizin derinliklerinde gezebilir, kendimizle yeniden (yüzleşmek değil) tanışabilir, kendimizi şefkatle okuyup, kendimize fısıldayabiliriz.
6 Mayıs 2020 Çarşamba
TRT Belgesel'i tefekküre sembol eyledik!
Şu korona günleri her şeyi ile kötü değil ya!
Olumlu tarafları da bir sürü!
Dünyadaki kibirliler, kendilerini güçlü görüp diklenenler gördü ki adına virüs denilen görünmeyen bir düşman; hepsini acze düşürdü! Sesten hızlı uçakları, radarları, paraları pulları hiç bir işe yaramadı. Virüs zengin-fakir, ünlü-ünsüz ayırt etmiyor!
İster Çin'de bilerek işbirliği ile üretilip, bir şekilde kontrolden çıkmış olsun, isterse pislik yemeyi adet edinmişlerden kalma bir ceza salgını olsun; dünyayı eve hapsetti ya ona bakın! Ekonomiler dibe doğru... Ve henüz tehlike geçmediği halde, ekonominin çarkları dönsün diye, önlemler gevşetilecek, ölenler ölecek!
İnsan/lık olarak bu salgından ders alır mıyız? Hiç sanmam!
Baksanıza başını Trump'ın çektiği azgınlar çetesi, Çin'e tazminat ve yaptırım faturası kesmeye hazırlanıyorlar! Çin bunu hak eder ayrı, ama üslup yine aynı. Barbarca ve gücü elinde bulunduranların despotluğu!
Bu Ramazan-ı şerif ayında annemle TRT Belgesel kanalına takılıyoruz boş kaldıkça. Muhteşem şeyler var orada. Allah'ın sonsuz kudreti, sanatının eşsiz çeşitliliğinden; su kuyusundan su çıktığında sevinçle bayram eden Gana'sı Afrikalısı...Tehlikeli okul yollarında saatlerce yol giden mini mini çocuklar. Sonra dönüp kendi yaşantımıza bakıp, şükürden ne kadar aciz olduğumuzun utancını yaşıyoruz. En büyük ibadet tefekkür. Bu ramazan, bu salgın günlerinde bu kanal bize çok iyi geldi.
25 bin civarında köye Türkiye olarak su götürmüşüz. İnanın çok yetersiz, Keşke bu Ramazan ve her Ramazan ayında Diyanet başta olmak üzere büyük kampanyalar düzenlense, Afrika'da en azından susuz yer kalmasa. Gördüm kilometrelerce uzaklardan başlarında kovalarla çamurlu sağlıksız su taşıyorlar. Onlar insan, onlar can. Annemle nasıl üzüldüğümüzü tahmin edersiniz.
Ben çocuğumu onca tehlikeli yola hem de hergün asla yollamazdım. Ya cehalet çok, ya da ölüme verecekleri çocukları çok diye kızmıştım hatta.
Asırlardır başta Afrika olmak üzere dünyayı sömüren alçaklara ne desek, ne söylesek az. İyi ki Allah var, iyi ki hesap var!
Bu tam bir çılgınlık, tam bir cahillik. O çocuklardan biri bir gün mutlaka uçuruma düşer. Ne yani ''eğitim zayiatı mı'' denilecek?
Şaka gibi değil mi ama değil! Film gibi değil mi, ama değil! Bir de bu topraklarda her imkanı olduğu halde okumaya nazlanıp, gittiği okuldan mezun olamayanları düşünün! Aslında TRT'nin bu ''Su savaşları'' ve ''tehlikeli okul yolları'' gibi belgesellerini okullarda düzenli olarak bizimkilere gösterip üzerinden kompozisyon ödevi vermeli.
Yeryüzündeki her canın üzerimizde hakkı var. Onları gördükçe insanlığımdan utanıyorum. Ağlamak ağlanmak çare değil. Madem süperlerin, madem petrol şeyhlerinin umrunda değiller. O zaman onlar için yeni ve çok heyecanlı adrenalini körükleyici korona!
Hiç bir şey sebepsiz değildir.
Olumlu tarafları da bir sürü!
Dünyadaki kibirliler, kendilerini güçlü görüp diklenenler gördü ki adına virüs denilen görünmeyen bir düşman; hepsini acze düşürdü! Sesten hızlı uçakları, radarları, paraları pulları hiç bir işe yaramadı. Virüs zengin-fakir, ünlü-ünsüz ayırt etmiyor!
İster Çin'de bilerek işbirliği ile üretilip, bir şekilde kontrolden çıkmış olsun, isterse pislik yemeyi adet edinmişlerden kalma bir ceza salgını olsun; dünyayı eve hapsetti ya ona bakın! Ekonomiler dibe doğru... Ve henüz tehlike geçmediği halde, ekonominin çarkları dönsün diye, önlemler gevşetilecek, ölenler ölecek!
İnsan/lık olarak bu salgından ders alır mıyız? Hiç sanmam!
Baksanıza başını Trump'ın çektiği azgınlar çetesi, Çin'e tazminat ve yaptırım faturası kesmeye hazırlanıyorlar! Çin bunu hak eder ayrı, ama üslup yine aynı. Barbarca ve gücü elinde bulunduranların despotluğu!
Bu Ramazan-ı şerif ayında annemle TRT Belgesel kanalına takılıyoruz boş kaldıkça. Muhteşem şeyler var orada. Allah'ın sonsuz kudreti, sanatının eşsiz çeşitliliğinden; su kuyusundan su çıktığında sevinçle bayram eden Gana'sı Afrikalısı...Tehlikeli okul yollarında saatlerce yol giden mini mini çocuklar. Sonra dönüp kendi yaşantımıza bakıp, şükürden ne kadar aciz olduğumuzun utancını yaşıyoruz. En büyük ibadet tefekkür. Bu ramazan, bu salgın günlerinde bu kanal bize çok iyi geldi.
25 bin civarında köye Türkiye olarak su götürmüşüz. İnanın çok yetersiz, Keşke bu Ramazan ve her Ramazan ayında Diyanet başta olmak üzere büyük kampanyalar düzenlense, Afrika'da en azından susuz yer kalmasa. Gördüm kilometrelerce uzaklardan başlarında kovalarla çamurlu sağlıksız su taşıyorlar. Onlar insan, onlar can. Annemle nasıl üzüldüğümüzü tahmin edersiniz.
Ben çocuğumu onca tehlikeli yola hem de hergün asla yollamazdım. Ya cehalet çok, ya da ölüme verecekleri çocukları çok diye kızmıştım hatta.
Asırlardır başta Afrika olmak üzere dünyayı sömüren alçaklara ne desek, ne söylesek az. İyi ki Allah var, iyi ki hesap var!
Bu tam bir çılgınlık, tam bir cahillik. O çocuklardan biri bir gün mutlaka uçuruma düşer. Ne yani ''eğitim zayiatı mı'' denilecek?
Şaka gibi değil mi ama değil! Film gibi değil mi, ama değil! Bir de bu topraklarda her imkanı olduğu halde okumaya nazlanıp, gittiği okuldan mezun olamayanları düşünün! Aslında TRT'nin bu ''Su savaşları'' ve ''tehlikeli okul yolları'' gibi belgesellerini okullarda düzenli olarak bizimkilere gösterip üzerinden kompozisyon ödevi vermeli.
Yeryüzündeki her canın üzerimizde hakkı var. Onları gördükçe insanlığımdan utanıyorum. Ağlamak ağlanmak çare değil. Madem süperlerin, madem petrol şeyhlerinin umrunda değiller. O zaman onlar için yeni ve çok heyecanlı adrenalini körükleyici korona!
Hiç bir şey sebepsiz değildir.
5 Mayıs 2020 Salı
Ömer Döngeloğlu!
Dün yazacaktım onu elim gitmedi.
Ama o gitti!
Sevdiği bir ayda, bizleri sahur programlarında ağlatır, kendisi de ağlardı.
Yine ağlattı!
Kaydı düşüldü:
Ömer Döngeloğlu (d.1968, Zile, Tokat-ö. 03.05.2020 İstanbul) Covid-19' dan diye!
Gözü şehadetteydi, şehit ölmek isterdi, inşallah öyle de oldu. Kalbinde o niyeti taşıyanlar yataklarında da ölseler şehittirler k, salgından ölenlere de o müjde var.
Sosyal medyada yankısı çoktu. TV'ler geçiştirdiler!
Onun da burada anılmaya ihtiyacı yoktu.
Her giden nasılsa çabuk unutulurdu!
Ruhuna fatiha lütfen.
Bir varmış bir yokmuş gibi
Sanki hiç olmamış gibi
Şimdi bir kuş gibi
Sanki hiç yokmuş gibi
Hey!
Size söylüyorum!
Önce hangimiz unutacak!
4 Mayıs 2020 Pazartesi
bu şiir hasrete yazıldı!
yine bir şarkının balkonundan
bana baktı
yine kapanmamış yaramın üzerine
acımasızca bastı
nota nota kalbimi dağladı
biliyorum giderken o da ağladı
yine bir şarkının loşluğundan
boşluğuma aktı
şikâyet olsun diye demedim
zaten sevdim bu yaramı
iyileşsem sonum olurdu
yine bir şarkının ruhundan
ruhuma dolandı
ağladım katıla katıla
yankısını ondan başka
duyan olmadı
https://www.youtube.com/watch?v=i1QwviZkTdQ&feature=youtu.be
2 Mayıs 2020 Cumartesi
Sizden gelenler (02 mayıs 2020)
''Boynuna vebalim oturmuş da bir türkü tutturmuş.
Korona günleri dedin de...
Tahtını terketti ihlas ile
Erguvana bürünmüş İstanbul.
Ol saatte kıyl-ü kâlden geçti sana yazdığım şiirler.
Çektiğim /taşıdığım zaman ölçeğinde
Cümle kapılarında suskun sınandım.
Musa Aleyhisselam'a
Süleyman Nebi'ye
Hûd Peygambere verilen hatem aşkına
Her nefeste inanmak ve da/ yanmaktır aşk.
Sen mektuplarının sahiplerini ararken.
Menzile bu gidiş ile sancak düşürürüz biz.
Çünkü her ağzı yalan tüten
" Aşk "diyor.
" Cennet "! ...
Cümlen oluşu , niyazın oluşu , diline konuşu,
Yasak , müzeyyen , ışıltılı , çekici ama
sadece dünyanın varoluşu kadar beş duyu varlığında fer sahibi olan geçici güneşten
koruduğun koynunda
Saklanışı...
Düşer mi bilmem, dilediğin Cennetten bir hüzme ışık avuçlarıma...
Günahkâr çölüme , ıssız vadime ...
...
Ruhunun Cennet burçlarında gezinmesini dilerim .
Meczûbe aynalarda yüzünü arayan benim.
Mâveradan maceraya kahır yüklenip getiren de ...''
''54. Rüveyda Mektubunuzda belki bir daha blokta da yazmam demiştiniz. Lütfen bunun şaka olduğunu söyleyin bu size 5. mektubum. Her gün kaç kez bakıyorum yeni bir paylaşımınız var mı diye!''
***
''İyi misiniz? Sizi merak ediyoruz.
Hiç bu kadar ara vermezdiniz..!?''
***
''Yazmadan duramazsınız, mutlaka hastalandınız.
Rica etsem iyi olduğunuza dair bir ışık...''
***
''...oysa oruç ayına dair ne güzel şeyler yazardınız.''
***
Gözlerimiz Hüzünlere Teslim Olmuşken,
Yarınlarımızın Kanatları Kırılmışken,
Her Geçen Gün,
Biraz Daha İçine Kapanık,
Biraz Daha Yalnız,
Biraz Daha Uykusuz Olduğumuz Bu Günlerde,
Umudu Esen Rüzgarda,
Yağan Yağmurda,
Sessiz Çığlıklar da,
Islak Yanaklarda Aradığımız Bu Zamanlarda,
Nasılsın Diye Sormak Anlamsız Belki Ama,
Yine de Soruyorum,
Nasılsınız?
Bir Sıkıntınız Yoktur İnşaAllah...
***
Siz güzel dostlarıma saygısızlık edemem, hemen cevap veriyorum; dün 183, bugün şu saat itibariyle 25 giriş olmuş.
Hamd olsun sağlığım yerinde.
Keşke yazarak saçmalamaktan emekli olabilsem.
Güzel dilek ve temennilerinize ne kadar teşekkür etsem azdır.
Bu bloğum, sizlerin sıcak sevgi ve ilgisi şu fani ömrüme ''Bir yudum teselli''
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)