22 Ocak 2025 Çarşamba

Siz Aşktan N'anlarsınız Bayım

Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Alt katında uyumayı bir ranzanın
Üst katında çocukluğum...
Kağıttan gemiler yaptım kalbimden
Ki hiçbiri karşıya ulaşmazdı.
Aşk diyorsunuz, 
limanı olanın aşkı olmaz ki bayım! 

Allah'la samimi oldum geçen üç yıl boyunca
Havı dökülmüş yerlerine yüzümün
Büyük bir aşk yamadım
Hayır 
Yüzüme nur inmedi, yüzüm nura indi bayım
Gözyaşlarım bitse tesbih tanelerim vardı
Tesbih tanelerim bitse göz yaşlarım...
Saydım, insanın doksan dokuz tane yalnızlığı vardı.



Aşk diyorsunuz ya
Ben istemenin Allah'ını bilirim bayım

Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Balkona yorgun çamaşırlar asmayı
Ki uçlarından çile damlardı.
Güneşte nane kurutmayı
Ben acılarımın başını
evcimen telaşlarla okşadım bayım.
Bir pardösüm bile oldu içinde kaybolduğum.
İnsan kaybolmayı ister mi? 
Ben işte istedim bayım.
Uzaklara gittim
Uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin 
Uzaklar seni ister, bak uzaklar da aşktan anlar bayım

Süt içtim acım hafiflesin diye
Çikolata yedim bir köşeye çekilip
Zehrimi alsın diye
Sizin hiç bilmediğiniz, bilmeyeceğiniz
İlahiler öğrendim.
Siz zehir nedir bilmezsiniz 
Zehir aşkı bilir oysa bayım! 

Ben işte miraç gecelerinde 
Bir peygamberin kanatlarında teselli aradım, 
Birlikte yere inebileceğim bir dost aradım, 
Uyuyan ve acılı yüzünde kardeşimin
Bir şiir aradım.
Geçen üç yıl boyunca
Yüzü dövmeli kadınların yüzünde yüzümü aradım.
Ülkem olmayan ülkemi
Kayboluşumu aradım.
Bulmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm.
Bir ters bir yüz kazaklar ördüm
Haroşa bir hayat bırakmak için.
Bırakmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm.

Kimi gün öylesine yalnızdım
Derdimi annemin fotoğrafına anlattım.
Annem 
Ki beyaz bir kadındır
Ölüsünü şiirle yıkadım.
Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım
Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım.
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Acının ortasında acısız olmayı, 
Kalbim ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım.
Kendimin ucunu kenar mahallelere taşıdım.
Aşk diyorsunuz ya, 
İşte orda durun bayım
Islak unutulmuş bir taş bezi gibi kalakaldım
Kendimin ucunda
Öyle ıslak, 
Öyle kötü kokan, 
Yırtık ve perişan.

Siz aşkı ne bilirsiniz bayım
Aşkı aşk bilir yalnız! 

Didem Madak




21 Ocak 2025 Salı

Dokunmak 12

Dokunmak önce ruhta başlıyor Rüveyda...
Tarifi olmayan  ılıman bir iklimden taşan bir lezzet, sonsuzluğa uzanan...
Ruhta olunca ulvilikten...
Kanat çırpmadan saatlerce göklerde yüzen kuşlar gibi...

"-Sen onu çok sevmişsin, başkasını sevemezsin artık!"demişti bir dost...
Sevmekse seversin, aşksa haklı olabilirsin diye bir cevabı içimde saklı tutmuştum...

Önce ruha dokunduğu içindir...
Bir piyanonun tuşlarında, incitmeden gezinen narin parmakların katıldığı ahenk gibi  emsalsiz bir fani tat...

Evet, dokunmanın tarifi yok ama tadı var Rüveyda...

En çok da gece pencereyi açınca ve sabaha karşı, seher konfetilerinde...

Bir kere dokunmaya görsün ruhlar birbirlerine...Bir daha o kilidi kimseler açamaz...

Ne suskunluklar ne mesafeler...
Dokunmanın mesafelerle de zerre ilgisi yok...
O düşünce gibi bir şey...Işınlanmak gibi...Zamanda tay, zamanda raks...

Meselâ bir adam tanımıştım; derdi ki ne zaman Peygamberimize (sav) özlemim çırpınış olsa, hemen cebimden bu gül esansını çıkarıp kokusunu elimi, Onun elini öper gibi öperek koklar koklar, ruhuma çekerim...

Dokunmak böyle acaip, tuhaf, derin, gizemli bir bağışıklık Rüveyda...

Bazen bir cümle, bir cümlede bir kelime...
Bazen bir melodi, bir melodide aynı nakarat...öyle bir dokunur ki, çaresi anca ağlamaktır...

Aşk, dokunmaktır...
Ruha, kalbe...
Hayata...

Tensel dokunuş şehvettir, bahsi diğer de geç...
Hiç o adamın hasretinin çırpınışındaki gül esansına sarılışıyla kıyaslanabilir mi?

Bir dokundun, kendimi unuttum,
Bir sustun, seninle avundum...