seni içer gibi içerken kahvemi,
telvesinde saklıdır acılarım
ve kalemimin mürekkebinde,
ismine aşinalığım...
istiyorum seni şehir,
bir aşkı dilenir gibi,
bir çocuğun annesinin gözlerini,
sarmalayan ellerini,
bir bebeğin göğsünden süt istemesi gibi,
istiyorum...
İstanbul...
sende seni arıyordum,
ne kadar varsa kaybedilmiş,
aşktan yana,
vefadan yana,
yârdan yana,
sende saklı biliyorum...
ne hikâyeler bağrında,
ne imkânsız sevdalar sayfalarında,
düşen umutlar damla damla, sokak aralarında...
acı bir veda kaldırımlarında...
dipsiz gözlerinin en kuytu yerinde,
sen de dalıyorsun ufuklara,
sen, ben oluyorsun,
beni sorma,
ben zaten senden başka bir şey olmadım ki,
ah aşkın rengi,
sevdamın türküsü İstanbul,
martıların sonsuzluk bestesinden nağmelerle süzülürken,
minarede müezzin, aynı ahenkle Allah'a çağırırken,
aklına geldim mi hiç,
beni andın mı..?
benim gibi senin de içerin yandı mı,
keşke dedin mi,
olsaydı dedin mi?
nedenler içinde geceler boyu,
yastıkla boğuştun mu gözyaşların sel olurken..?
ah İstanbul!
sabahların ayrı güzel,
rızkına koşuştururken insanlar,
biz doğacak güneşle besteleniriz aşka...
ve asıl cenk, akşam vakti,
gün veda ederken ufkumuza...
kim tutardı bizi söylesene,
istesek...
ah İstanbul!
şiir artık ne desek..
yazılan aşkına,
yazılan yazgımıza,
bir remzdir, şifredir anlayana...
özledim seni şehir...
özledim...
[Eskilerden, kısalttım]