30 Kasım 2017 Perşembe

Rüveyda'ya mektuplar (23)


Sevgili Rüveyda,

Eskiden mektuplara böyle başlanırdı. Sonra hal-hatır faslı. ''Nasılsın, iyi olmanı Yüce Al-lah'tan niyaz ederim... Beni soracak olursan, hamd olsun ben de iyiyim...''

''Mektup işin bahanesi. 
Adını yazmayı özledim...'' (1)

İyi değilim oysa ben. Ve sanırım iyileşemeden duracak bir gün şu hasta, zavallı kalbim.
Son zamanlarda yaptığım en iyi şey, insanlardan biraz daha, bir adım daha geri kalıp, kaçıyor olmaklığım.

İçlerinde özlediklerim olsa da, inzivaya karar verdim. Aslında bu adamın, bu eylül bakışlı adamın hayatı baştan sona inziva… Kısa bir dönem, sosyal, aktiftim. Kalabalık bir çevrem, dolup taşan evler, davetler vesaire… Sonra zamanla kendine kalıyor insan…Vefa rüzgâr-ları akşam üstleri esiyor penceremde… Anılar mı, en çok onlar vefalı…

Bu arada birilerinin.........

 ....devamını kitabımdan okuyabilirsiniz.  


___________________

(1) Başak Buğday
(2) Cahit Zarifoğlu
(3) Franz Kafka












28 Kasım 2017 Salı

Mevlid kandilimiz mübarek kılsın.


Çok kolay anlatmalı, herkes anlamalı.

* Miladi 20 Nisan'a denk gelen; güzel, mis kokulu bir bahar ayında goncalar açıp O'nun yolunu gözlerken,  Rebiülevvel ayının 12.gecesi dünyamızı şereflendirdiler.

* Kandillerin ilki bu çarşamba gecesi. Diğerleri üç ayların başlaması ile devam eder. Mevlid (veladet) kandili.Yani doğum zamanı, doğum günü. Bir görüşe göre, Kadir gecesinden de önemlidir Veladet kandili. Çünkü O, sallahü aleyhi vesellem hürmetine yaratıldı kainat ve bizler. O geleceği için yaratılan alemlere Kur'an indirildi. Allah katındaki kıymetini var,kıyas et!
Öyle ki, Allah, O'na ''Sevgilim'' dedi. Bu -haşa- bizim dünya algımızdaki iki karşı cins arasındaki sevgili oluş değil, belki anlamak adına Hz.Mevlana ve Hz.Şems muhabbeti gibi.

  “Muhabbetten Muhammed oldu hasıl. 
Muhammed’siz muhabbetten ne hasıl?”(sallahü aleyhi vesellem )

* Beklenen O idi. Ve son Peygamber, son elçi...Her şey O'nun nurundan...Düşünsene, O'nun nurundan bir pay var sende ve gördüğün her şeyde...

* O'ndan sonra başka peygamber gelmeyecek. Topyekûn insanlık için son fırsat, son gemi...Bu hidayet gemisine binen bindi, binmeyene sonsuz hüsran ve pişmanlık!

* ''Yeryüzü bir mescit hükmündedir. Mekke, bir mihraptır. Medine ise bir minber sayılır. Bahir / açık bir bürhan / delil olan Hz. Peygamber ise, bütün mü’min ve inananların imam ve Önderidir. Bütün insanlara seslenen bir hatiptir. Tüm enbiya ve nebilerin reisi ve başıdır. Bütün evliya ve velilerin seyyidi ve efendisidir. Tüm nebi ve velilerden oluşan bir zikir halkasının baş zakiri / baş zikredicisidir.''

* En büyük mucizesi Kur'an, asırlara meydan okuyarak, ilahi kelam ve ilim olarak içimizdedir ve hep diridir. Bir batılının : ''Ben şahitlik ederim ki, dünya yaşlandıkça Kur'an gençleşiyor. Modern ilmin 14 asır geriden takip ettiği Kur'an Hak kelamıdır.'' 

Çünkü Kur'an ilimle çatışmaz, çelişmez. Bu nasıl olsun ki, Allah, ilimlerin de, Kur'an-ı Kerim'in de sahibi. O kitapta embriyonun evreleri anlatılır, bugünkü ilme, sadece hayranlıkla tasdik kalır.

O gün yokluk içindeki Müslümanlara, örneğin Arakan'lı kardeşlerimize ayet iniyor, siz muhakkak zaferle Amerikayı dize getireceksiniz, ve bunu ayetle yapıyor (Rum suresi) ve 10 yıl içinde bu gerçekleşiyor. Medine fakir devleti, dünyanın iki süper gücünden biri olan Rumlara (Bizans) galip geliyor.
Yine o muciz-ül beyan Kitabımız, Ebu Leheb'in ve karısının (iman etmeyerek) cehennemde olacağını, olduğunu bildiriyor. Bu iki azılı kafir, en azından ayeti yalancı çıkarmak adına, biz Müslüman olduk diye münafıklık bile yapamıyorlar!

* Sevgilimiz (sav) merhamet timsali olarak,sehavet derecesinde cömert idi. İnsanlığa (ümmetine) çok aşırı düşkündü.

''Andolsun size içinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.Rauftur,rahimdir.'' (Tevbe : 128)

* “Benim misâlimle sizin misâliniz, şu temsile benzer: Bir adam var ateş yakmış. Ateş etrafı aydınlatınca, pervaneler (gece kelebekleri) ve aydınlığı seven bir kısım hayvanlar bu ateşe kendilerini atmaya başlarlar. Adamcağız onları kurtarmaya (mâni olmaya) çalışır. Ancak hayvanlar galebe çalarak çoklukla ateşe atılırlar. Ben (tıpkı o adam gibi) ateşe düşmemeniz için belinizden yakalıyorum, ancak siz ateşe ateşe koşuyorsunuz” (Buhari,Tirmizi)

* O,(sallahü aleyhi vesellem) ebedi ve sonsuz hayat rehberi olarak, tek örnek, tek önder olarak, insanlığın son şansı, son kapısı. Kısa ömürde, bunu anlayıp, gereği gibi bir hayat tanzim ettik, ettik. Kabre varınca dövünmek, pişmanlık işe yaramayacak. Her şey şu kısa dünya sahnesinde. Rolünü sen seçecek ve uygulayacaksın!

* Peygamberimizden başka bir şahsa, lidere uymak, o lideri Efendimizden üstün görmek, küfürdür, Allah'a nankörlüktür. Çünkü bizzat Allah, Onu bize örnek göstermiş ve saygı ile uymamızı farz kılmıştır.

"Andolsun ki, sizin için, Allah'ı ve âhiret gününü ümid eden ve Allah'ı çokça anan kimseler için, Resûlullah'ta güzel bir örnek vardır." (Ahzab, 33/21)

Yol belli,klavuz belli. İman etmek, o elçiyi, tüm hayatın merkezinde billurlaştırarak örnek bilmekten geçer. Nasıl bir ahlakı vardı, nasıl bir merhamet-cömertlik. Nasıl affederdi, nasıl severdi,ne zaman ve ne için öfkelenirdi, nasıl yer, içerdi, nasıl uyurdu, nasıl ibadet ederdi....Bu ümmetten öyle aşıklar gelmiştir ki, karpuzu çekirdeği ile mi çekirdeksiz mi yediği konusunda tam bir bilgi sahibi olmadığı için ömrünce karpuz yememiştir. Bunu bugün anlamak sanıldığı gibi kolay değildir. Yolu aşka düşmeli önce insanın.
Aşk mı dedim. Aşk, Uhud'da O'nun, (sav) mübarek dişleri şehid oldu haberini duyunca, derin bir kederle, hangi dişiydi diye, dişlerine gelişi güzel taşı vurup kıran, o acıya ortak oluşu ağlaya ağlaya nefsinde yaşayan, Hazreti Veysel Karani olmaktır...Ah bir anlasam !

* Hz.Musa ve Hz.İsa (as) şanını duydukları peygamberimize bizler gibi ümmet olma duasında bulunmuşlar, Hz.İsa (as) duası kabul gördüğü için, mübarek cesetleri henüz yeryüzünde olmayıp, göğe ref edilmiş, son zamanlarda gelerek, Peygamberlik sıfatı dışında, O alemlere rahmet Efendimizin ümmeti olma şerefine erişecektir. Ya bizler ?  O şeref bizlere sunulduğu halde, ne kadar idraki,şükrü içinde, yaşıyoruz...ne kadar çok düşünsek azdır.

* Kutlanacak bir doğum günü varsa, yeryüzünde O'nun (sav) kutlu doğumudur.

* Bu kandil gecesinde, tevbe-i istiğfardan sonra, O'na ümmet kılan Rabbe şükür secdesi yapıp,namazdan ve yasinden sonra, salavatlar eşliğinde O'nun hayatı, ahlakı, mucizeleri, vasıfları okunmalıdır. Ve bu mümkünse ailece yapılmalı, çocuklara da duyurulmalıdır. 

* Topluca bir arada kutlanacaksa, yiyecek-içececek ikramlar da olmalıdır. Hatta çocuklara hediye almalı, verirken : Bu gece Sevgili Peygamberimiz (sav) dünyaya geldi, Allah'da bizi O'na ümmet eyledi, sevincimden sana bu hediye ya da para, denmelidir.

İnşallah yarın gece ihya edeceğimiz veladet kandilinizi, en içten dileklerimle tebrik eder,dualar eder, dualar beklerim.


Yanında kitap olmayanlar için bu linkten de istifade edilebilir.

https://sorularlaislamiyet.com/blog/ahlaki-ornek-olarak-hz-peygamber-sas









27 Kasım 2017 Pazartesi

Rüveyda'ya mektuplar (22)


Sevgili Rüveyda,

Hani insan, yazın uzun günlerinde, niyet ettiği oruçla, akşam gün batana kadar,  güzel bir sabırla yemekten-içmekten yana beklentisizdir ya...

Bu adam artık, kavuşma mükâfatını düşünmeden, hatta belki de istemeden sizi sevmeye alıştırdı gönlünü... 

Bulmak belki de anlamını yitirmektir bir sevdanın. Ve belki bazen bulmak, kaybetmektir.

Ah halden anlayanlar! 
Beri gelin! Beri gelin ve harfsiz, kelamsız anlayın halimden…

Belki hastalıklı bir şey gibi görünebilir ama, ''seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli'' diyen şarkıyı yazana sormalı sebebini. Bazen sebep sonradan gelir, gözyaşı gibi...



 ....devamını kitabımdan okuyabilirsiniz.


26 Kasım 2017 Pazar

değil mi ?


hiç sonu gelmeyecek gibiydi değil mi..? 
ben de öyle sanmıştım..!



23 Kasım 2017 Perşembe

ben her gece...


çok zaman,
sahte gülüşlerle bastırıp,
tamamlamaya çalışırız,
içimizdeki
eksik kalanlarımızı...

işte yine akşam oldu!
kocaman bir evde!
küçücüğüm, 
minnacığım yine..!

ben, her gece, 
küçülürüm! 
ev büyür, 
ben küçülürüm!
odalar büyür,
ben küçülürüm!
ve yatağım büyür,
ben ölür,
ben kaybolurum içimde..!

kendi üzerimi,
kendim örterim. 
isterim ki, 
bir el örtsün sırtımı.
örterken, 
kokulu kokulu, 
içine çekerek öpsün ensemden. 
''canım'' desin, 
''kıymetlim açık kalmış üstün!'' 
''bir tanem'' desin...

ben her gece, 
küçülürüm!
yetim çocuklar gibi,
sokak kedileri gibi, 
üşürüm...




22 Kasım 2017 Çarşamba

Merhaba Ey !

Filler ve Karıncaları var edenin adıyla başlıyorum;  haddi kıt, hesabı bakkal defterinde kayıp, cür'eti Cudi dağında kar tanesi yanımla... 

Merhaba ey! 
Adımı yadına mıh eden, meyalimin salıncağında mütemadi bir ırgalanışla hiç büyümeyen, alfabesinin külli harfleriyle yeknesak beni yazıp, beni okuyan katib'ül esrar, hatib'ül edvar ey!

Filler ve Karıncaları var edenin adıyla başlıyorum.. diye başlayan bu ilk name ile, nicedir buzulların kaynamasını bekleyen yanımla seslenmeyi arzu ettim... 

Dünya idi fil, ben idim karınca... Dört ayağı üzerinde, ağır mı ağır, kahır mı kahır cüssesiyle, daimen bana göz dağı vereni ve beni halk edenin virdiyle huzuruna gelmek, sadrının rahlesinde biraz soluklanmak istedim...

Yakın ve uzak iki dudak arası mesafe... Isırgan ekip biçenlere yakın bile tuzak! Gözleriyle konuşup, gönlü ile duyanlara yollar angarya. Zira yürünesi yollar kılcallarımızda engel...

Kim bilir belki de asırlardır bekliyordun benden gelme ihtimali hayli zayıf şu nameyi.
Bilirsin, safiyane, samimane arzu edilen, niyaz makamına arz edilen nice hayaller, hakikat kevserinden suya kanar da cûş eder.

Mürekkep bir tokmaktır; hergâh gönlün üzerindedir eli.. Gönül duyar bu sedayı ve uzanır açar divit kapısını. Divit öyle bir nazar eder ki kağıda, dili tutulur ak sayfaların. Islanır satırlar, mendil satar ilham ve sırdaş olur mısralara nihan sevdalar...

Ne sen beni sevmekten acze düşeceksin, ne de ben sarfınazar edebileceğim bu efsunkâr sevdanı...Kıl payı kurtulacağım atomu parçalamaktan daha müşkül kalbinden. Ki, zaten kurtulmalıyım; ağzı açık bir gayya kuyusuna düşmeden...

Filler ve karıncaları var edenin adıyla gidiyorum; hiç gelmediğim kalbinden...



21 Kasım 2017 Salı

Rüveyda'ya mektuplar (21)


Rüveyda,

Şimdilerde bir iç yangınısın! 
Her geçen gün çoğalan, yakışı artan bir yangın...
Tam şuramda, göğsümün üzerinde, kalbimin merkezinde... 

Hani tuzu abartılmış bir içecek gibi, tüm denizlerin suyunu içip de yanan biri gibi…
Çöllerde dudakları susuzluktan çatlamış, dilinde bir damla kalmamış bir bedevi gibi...
Yanıyor içim, soğuk sular söndüresi değil!
İsmini anınca bazen susuzluğum artıyor, bazen çoğalıyor. 
Anlatılası değil, anlaşılası hiç değil.

Sevgili Rüveyda demek yetmiyor, ''sevgilim'' diyemedikten sonra!
''Sevgilim'' demek de kesmiyor, sevgili gibi birlikte zamanı yaşayamadıktan, paylaşamadıktan sonra... Siz demek nasıl bir uçurum, uzaklıksa, sen deyip sana sahip olma duygusunu sensiz yaşamak biçarelikse, bu kör olası erişilmezlik de öylesine zehirli bir çiçek.

Metcezir gibi, sana bazen sen bazen siz diyorsam, demişsem, hepsi de bizdendir… Ve hepsi şaşkın metcezirlerin melankolik renkleridir. Ne koklamaktan vazgeçebiliyorum ne de zehirlenmekten!

Zakkum çiçeği desem değil, Rüveyda çiçeği bu, kimseler bilesi, göresi değil.

Evet, zehirledin, kanıma girdin benim!

Ne düzenli uyku uyuyabiliyorum, ne de günlerimi farkındalıklar içinde yaşayabiliyorum. Sana sabitlenmiş, sana zaman ayarlı, sana yazılmış, sana adanmış bir hayat benimki...

Oysa belki de ömrümün Rüveyda’sı hiçbir zaman karanlıkta kalan gönlüme, dolun ay gibi zuhur etmedi, etmeyecek. Gelmesen de, gelişine, geliş gününe, geliş anına, kavruk kelimelerin acziyetini serpmeye devam edeceğim, son güne kadar… Güller gibi olmasa da kelimelerimi sereceğim yollarına…

Biliyorum fakirdir kelimelerim, hâlimi meramımı anlatacak kadar zengin ve çok değildir, ama içten ve samimidir. Kalbimi yalanlamaz, muhatabını kandırmaz.

Kelimelere ruhumuzdan katarız. Hassas bir insan -emojileri kullanmasak bile- kelimelerde ruhumuzu görebilir ve bizi anlayabilir. Kelimeler de bitkiler gibi canlıdır. Nasıl dalından kopan bir çiçek, sebze-meyve hemen ölmüyorsa, kelimeler de kendi dünyalarındaki ömürlere göre ölmeden yaşıyorlar. Hele kutsal metinler, yani Allah’ın kelimeleri sonsuza dek… Sonra sırasıyla ve kategorik olarak insanlara ait olan kelimeler… Peygamberler ve Allah adamları… Sonra hakka isabet etmiş düşünür ve filozoflar… Ve ille âşıklar… Aşk adamlarının sözleri kelimeleri de sonsuza kadar yaşayabilir… Keşke kelimelerden yana zengin olsaydım, en kusursuz kelimeleri biriktirip de sana seslenseydim, belki o zaman sana daha çabuk ulaşırdım, her neredeysen… Ben de tuhaf bir adamım değil mi? Hiç yüzünü görmediğim, sesini duymadığım bir kadının gelmesini bekliyor, ona yazıyor, onu seviyorum. Bazen bir yerlerde bir kadın görsem, onun gibi mi diyorum. Aslında bu fiziksel güzellikten öte daha çok ruhsal bir durum. Huylar, ahlak üzerine, asalet üzerine… Asaleti olan, iyi huylu bir kadın fiziği ne olursa olsun ideal olan güzel kadındır. Üzmez, üzülse belli etmez. Kendisini sevdiğinin huzuruna adar. Mutluluk verdikçe mutlu olur. Mutlu oldukça mutlu eder.

Seni hayal ediyorum.

Tebessüm ettiğinde, kar parçası dişlerinden, en masumundan, en dişisine, bir kadına ait notaları, yerinde ve zamanında terennüm edecek. 
Dişlerinin aralıklarından pırıl pırıl bir ışık sızacak. Sanki dolunay dilinin ardından doğmuş gibi.

Senin besten, kalbimi hep böyle mi besleyecek, kavuşma ateşiyle?

Seni hayal ediyorum. İri gözlerine düşen bir Yusuf’ta ben olaydım, çıkayım diye bir lahza dua etmezdim Rabbime... O gözlerden bakmak, o gözlerin baktığı şeyleri görmek yeter de artardı şu yaralı, adı hicran kalbime. 

Orada müebbet istiyorum, kirpikleriniz parmaklığım olsun...

Bana bakışın zamane bakışı gibi olmazdı biliyorum. Şehla, hayran ve utangaç… 

Gözlerine her baktığımda gözlerim dolardı…
Gözlerinde sadık bakışlar olsun, bana o gözlerle gel… Seni hayal edemiyorum…

Rüveyda,

Adını söylerken ağlıyorum. Akıttığım gözyaşlarım, güzel bir pınar oluyor, kâğıttan kayık yapıyor ve onunla senin mehtabına kürek çekiyorum, çekmeye de hacet kalmıyor, bırakıyorum kendimi, ruhumu, akıyoruz senin ülkene...

Rüveyda,
Rüveyda,
Ah Kalbim!

Sadece adını yazarken bile ne çok şey söylüyor bu adam. Her harf, bir romanın kapısına açılan iksir gibi... Şair ne güzel, ne veciz kısacık ifade etmiş meramımı:

Muhacirdi bahar, Ensar’dı rüzgâr...
Öğrendim bunu papatyanın kalbinde... [1]

Yangınımı başka nasıl anlatabilirim ki sana? Zaten anlatılmaz, yaşanır ve ben yaşıyorsam, sana hâl olarak geçmiyorsa, mesafeleri delmiyorsa, imkânsızlıkları yenmiyorsa, ben ağlarken seni de ağlatmıyorsa, edebiyat yapıyorum demektir. Adamın biri, büyüklerden birisine gidip, Ben seni çok seviyorum. der. O yüce gönüllü kişi, gözlerinden riya ve çıkar akan kişiye döner ve: Nasıl olur? der. Dediğin gibi olsa bizim dahi seni sevmemiz gerekirdi...

Sevgi, için mesafe nedir, kelam nedir, kalem nedir?

Kalem, kâlden sırlar döken zavallı bir elçi...

Mürekkebini sadrımızdan alan her kalem, süslü kelimelere uğramasa da betimleme fukarası da olsa, canlıdır, ruhu vardır ve Rüveyda’sını arayan, bulamasa da, Rüveyda gönüllülere ulaşan hayattır.

Ah Kalbim,

Ne olaydı, hazanım kışa dönmeden bahar goncası suretini de görmek nasip olaydı, göç vakti gelip çatmadan... Göçmen kuşların ardına takılmadan! Geldin mi?

Hoş geldin, 
Nerelerdeydin?
Nasılsın?
Ben gibiysen,
Sus!
Sen gibiysem,
Beni sustur!
Geldin mi?
Gitmiş miydin ki? 
Ne hoşsun sen, 
Ömrüme...

Gözlerim,
Benim vefakâr, cefakâr gözlerim!
Sizi sürekli cilalıyor, parlatıyorum, nedir bu şekvanız benden?
Selamların en güzeli O’na olsun, hüzün Peygamberinin nurundan yaratıldığınızı unuttunuz mu yoksa?
O’nun ağladığı, ağlatıldığı şu fanilikler geçidinde ağlamayan göz, g/öz müdür?

Gözün işi yalnızca görmek midir?

Pınarları kurumuş göz, aşkı yitirmiş, sevdadan mahrum, hasret sancısının içinde kıvranmamış, bir kutlu hicrete adanmamışsa, kör olsun! 

Senden başkasına kör bir Murat


[¹] Kanarya Banu Dağ



bazen keşfedilmeyi bekleyen bir maden, bir ülke, bir şehir,
bir caddenin, bilinmez bir sokağı gibi, beklersiniz!




20 Kasım 2017 Pazartesi

vakti geçince...



vakti geçince günaydın demelerin,
çaydanlıkta soğur ümitlerin...
geçer çayın demi gibi,
geçer iç çekişlerin.
sus olur seslenişler...

vakti geçince sevmelerin,
dem'i geçer sevişmelerin,
ateşi düşer gecelerin...
ayaz vurur, yorgun gönlüne,
üşür ümitler...

vakti geçince bir aşk arayışının,
hazan büker belini umutların,
anılarla, ahları harmanlar, 
şarkılarla avunur,
tek başına şiir kavurursun.




18 Kasım 2017 Cumartesi

Sizden gelenler (18.11.17)

''Selâm Hayırlı Cumalar. 
Sizi az evvel tesadüfen keşfettim ve ölüme dair yazınız hoşuma gitti. Açıkçası babasını yeni kaybetmiş bir yetim olarak,rüyada bile olsa acısı büyüktür; birini kaybetmenizi anlıyorum. 

Yazılarınız aradığınız kişiye olan mektuplar hımmm. Sanırım sizde kendimi buldum... 

Ete kemiğe bürünmüş sevdalar bir müddet sonra sihrini kaybeder diye kafamda kurduğum platonik bir zati şahaneye aşk yaşıyorum. Yalnızlık zor ama güzel:) 

Sevgimi paçavra edip ele ayağa düşürecek biri olacağına, kafamda kurduğum kişiyi yaşarım yeridir. Hem zaten annem kızım sen şu devrin insanı değilsin diyor. ( Lale devrinden kalmayım anlaşılan) neyse ben çok konuştum sanırım. Ha bu mesaj okunur mu cevap gelir mi bilmem, ama uzay boşluğuna bile gitse ben içimden geçenleri yazıyorum :)
 Allah yar ve yardımcımız olsun.''

***

''Yokluğum yarıyacak sana!
Ruhunda kelebekler,
Gözlerinde yıldızlar kamp kuracak...
Sen bile şaşıracaksın buna!
Biri vardı dersin sonra,
Beni benden aldı, 
Adını bile unuttum şimdi! 
Yaşı genç kalbi ihtiyardı!
Kokusu bile yoktu!
Teni bile soğuktu!
Kalbi derin bir mağara!
Isıtmaya çalıştım nafile..!''

***

''İçimin düğümlerini apaçık önüne serdim bu yüzden mi çözemiyorsun beni?
Ben sesinden gayri tüm seslere rikkatsizim. Şarkıların takipçisi değilim neredeyse dinlemiyorum bile. Meselâ sesinle perçinlediğim ruhuma hiçbir şarkı ve  hiçbir şarkıcı uğramasın da dokunmasın da mümkünse.
Sadece ve sadece seni dinlemek istiyorum.''

***

''Ne vakit varlığının zuhûrunu istesem senden; mutlak yokluğun ile uğraştırırsın.
Bilinemez ulaşılamaz soyut bir yerde duruşuna, istidadın pusatını kuşanmış varlığına karşı pusatsız hâlim, emân!
Öteden beri beni her türlü yoksun bırakışının bir sebebi olmalıdır ;
sefil ruhumda sükûn doğuran!
Akıl yürütmelere , kelime oyunlarına hükmettiğin; cismani tüm cevherini yıllar var ki  varlığımdan sakladığın bu evrende  bu tutumun  bir ahlak problemidir.
Aslını bildiğin ahmaklığım duyular  âleminin mükâşefesinde böyle harikalar 
(harika bir iletişim) meydana getirir.
Sonraki yanılmalardan kaçmam yetmez.
Ben baştan yanılmışım.
Öncesiz ve sonrasız  bıraktığınım. 
Nefesim sana baktığım aynanın yüzünü bulandırmıştır ve nefsim bu iletişimle  güzelliğimi bozmuştur.
Ama şunu iyi şerh et ki ;
Varlığımın görünür tüm hâlini esirgemedim senden, haram terkiblerini ruhuma zerk ederken... Sen ise en elde edilemez halinle Suret-ül Sanal 'sın!'' 

***

 Bir insan isterse, size sesiyle sarılabilir… 
 İlhan Berk

***






17 Kasım 2017 Cuma

Hayat durmuş olacak

 
Dallarda hiç yaprak kalmadığında,
Kuşlar suskunlaştıklarında,
Ağaçlar üşüdüklerinde,
Kentpark mezarlık gibi göründüğünde,
Anneler öldüğünde,
Kalbim boynunu büktüğünde,
Sevenler ayrı düştüğünde,
Eski günleri özlediklerinde,
Haberleşemediklerinde,
Hayat durmuş olacak...


Rüveyda'ya mektuplar (20)

 



 “sen bana dokunmadan, uzaklardan
avuçlarımın içini terletenimsin!” dediği zaman,
lügatimdeki tüm kelimeleri sırtlayıp
penceresinin altına gidesim geldi...


Sevgili Rüveyda,

Derler ki Kays, yani Mecnun, zamanlar sonra izbe yerlerde, insanlardan uzak, kendi dünyasında istiğrak hâlindeyken; Leyla kendisine ulaşır ve Ben geldim, kavuşma zamanı. dediğinde Mecnun’un sevineceğini umar.

Öyle ya dillere destan bir aşkı vardır; kendisi için çöllere, dağlara düşmüş, iş güç yapamaz hâle gelmiştir... Hatta yokluğunda, Leylaların köpekleri geçse, saygıyla, muhabbetle ayağa kalkar, hüzün ve hasretle köpeğe ikramda bulunurmuş. Hâlini anlamayıp gülenlere, o da tebessümle cevap verirmiş. Hangi tebessüm hak acaba?

Yine derler ki bir gün Yusuf, aşkından hasta olan Züleyha’yı ziyarete gittiğinde Züleyha’nın  kendisine kaçamak  nazar eden gözlerinde, o eski ışıltıyı göremez. Sevinmediniz sanırım? der. Evlenme teklif edeceği demlerde...[¹]

Züleyha da Mecnun’a benzer cevap verir: Ben, hiç ölmeyen, ebedi sonsuz; hiç vefasızlık edip unutmayan, bırakmayana âşık oldum. Sen bir sözüme, bir bakışıma benden uzaklaşabilecek bir fanisin!

İlahi pınardan gelen aşkın muhatabı olamazsın. Teşekkür ederim, sen sebeb-i aşkımsın. Hakiki aşka giden yolda, nişanımsın, yol gösteren kılavuz.

Elbette sebeplere teşekkür etmeyen, müsebbibe şükür etmiş olamaz.

Hatta Mecnun, daha ileri giderek Lütfen şimdi git! Ben çürümeyene âşık oldum... Git! der. Dağlardaki huzurunun, tılsımının, haşyet ve cezbe hâlinin bozulmasını istemez...

Sevgili,

Seni hiç görmemiş, her daim ruh tuvaline resmetme çabasındaki  bendeniz de bir gün onlara benzer bir iklimi yakalayabilir miyim, bilemem ama sen benden önce ölürsen, hâlim nice olur diye düşündüm bu sabah...

Rüyamda annem ölmüştü. Ben sonbahar yapraklarının arasında, kendi başıma seslerle ağlayarak yıkılacak gibi yürüyor, evime gelmek istemiyordum. Çünkü artık bu evde annem yoktu. Nasıl 2. kattan, onun kapısının önünden üst

kata çıkacaktım? Kendi ağlamama uyandım…

Annem yok, sen yoksun... Nasıl bir yokluktur ki bu sonsuzluğa açılan kapı olmuş... Ah yıldızlar, ah ay... Sizler oradan bize bakınca nasıl görünüyoruz? Minnacık bir ışığımız var mı size ilişen?

Sevdiklerimle aramda bazen kıyas yaparım. Yaşı benden fazla olanlar için onlar mı önce ölsün, ben mi diye... Egoistçe olanı, benim önce ölmeyi istememdir, onların acılarını görmeden şu dünyadan sıvışmak adına...

Merhametli olanı, önce onları yolcu etmektir, acılarını göze alarak, acımı yaşamalarını dilemeyerek... Bunu özelde en çok annem için düşünmüşümdür... Siz gençsiniz dayanırsınız yavrum, Allah bana göstermesin sizin acılarınızı. der. Bir de insanlar yaşadıkları hâlde, birileri ölür, birilerini öldürürüz içimizde...

Bu mu daha acı, bilinen ölüm mü?

Bu daha acı bence...

Kişi aslında ruhen, bedenen hayatta ama sizin için ölmüş. Belli belirsiz sebeplerden onu öldürmek zorunda  kalmışsınız! Aslında ondan gidememişsiniz, ama gitmiş gözüküyorsunuz, bu da ayrı versiyon.

Fiziken küs, ruhen hasretini çekiyorsunuz, çekilmez bir kırgınlıkla...

Ölmezden önce öldürdüklerimizin acısı, hazindir.

İmkân varken konuşamaz, sarılamayız.

Uzaydan bakınca ne kadar aptalca gelir bana insana dair bu tür şeyler...

Sevgili,

Sakın sen bende ölme! Sen bende, ruhumdasın, sen bensin. Sakın kelime kurşunu sıkma, cümle hançeri saplama seni seven bu gönle.

Vurduğun, yaraladığın sen olursun. Çünkü o gönülde sen varsın.

Seni göremediğim, sesini duyamadığım, dokunamadığım sürece hep bir Leyla kimyasında Rüveyda’sın... Bu mektubumda birazcık derin şeylere işaret ettim, ya da o derinler ikliminin sınırlarına yaklaştım. Umarım anlatabiliyorumdur!

Sevgilim Özüm,

Bir de bilinen anlamda ölüm ismi verilen, değişim ile öteye geçiş var. Anne karnında bebek gelirken kesesinden uzay kapsülü gibi sıyrılıyor. Dünya karnından da beden kapsülünden, kesesinden kelebek gibi sıyrılarak yine daha önce ancak belki biraz rüyalarımızda gördüğümüz yeni bir hayata geçiş yapıyoruz.

Ardımızdan sevenlerimiz ağlarken biz belki ve inşallah ferah bir huzurla tebessüm ediyoruz, korkularımızdan, yüklerimizden arınmış olarak... Dizi filmlerde de oluyor ya, oyuncu ölüyor diye üzülüyoruz, sonra bir bakıyoruz, başka dizide bambaşka bir rolde!

Ey akıntısına kapıldığım kadın!

Rüveyda olsun senin adın…

Akıntıya kapıldığını bilemeden, kulaç attığını zannetmek midir yaşam? Birbiriyle bağlantılı ama düzenine, kurgusuna özenilmeyen cümleler, paragraflar diziyorum farkındayım ve düzeltecek de değilim.

Ölüm gerçeği böyle şeyler yazdırıyor insana. Sonbaharın en sarı renge dolanmış, hicran makamını yaşadığı demlerde duyduğum ayrılık şarkısı sebep belki de buna... Öldüğüm zaman, onca günahkârlığımı unutup Allah’ın merhameti ile serbest bırakılmış ruhlardan olacağıma inanıyorum. Sevdiklerimizi, sesimizi duyuramasak da, istediğimiz zaman görebilme mükâfatı.

Hayalet (Ghost)  filmi geldi aklıma Demi Moore idi kadın oyuncu. Filmde yaşananlar bu dediklerime benzer şeyler işte... Çok ağlamıştım o filmi izlerken Yeşil Yol filmi gibi… İçimizden geçen nice filmler, şiirler, şarkılar vardır; iz bırakan. Nice insanlar içinde, ince insanlar... Ve biz bazen bilmeden, nice hikâyelerin içinde, bize biçilen, sunulan başrolden habersiz, kendi dünyamızın figüranı olmayı seçmişizdir...

Mektubumu bu kez kısa tutamadım, seni sıkmak endişesini her defasında duyuyorum. Biraz lezzetleri yok eden ölümün rengine büründü ama ölüm de hayat kadar gerçek olduğuna göre… Biri sıcak, biri soğuk görünümlü... Belki de tam tersidir? Yani insanına göre!

Kalbim,

Senin için şiir yazmayı seviyorum, sana mektup yazmayı seviyorum, çünkü seni seviyorum. Senin de beni sevdiğini biliyorum, işte o an ölümün adı ayrılık, hasret oluyor. Ve ben, beni düşündüğün zamanların hiçbirinden gafil değilim, hissediyorum...

Size bakmayı seviyorum.

Kadın şaşkınlıkla seyretti onu.

Bana bakmayı mı?

Evet. Bakmayı seviyorum.

Bunun için mi… Bütün istediğin bu mu, bana bakmak mı?

Evet. Size bakmayı seviyorum.[²]

Bakışlarına hasret Murat



[¹] Züleyha’nın kocası ölünce, Mısır kralı Züleyha’yı Hz. Yusuf (as) ile evlendirir.

[²] Bir Yerde, Jerzy Kosinski

14 Kasım 2017 Salı

İki soru ve yine sıra sizde



''Bir insan, sevildiğini bile bile, karşısındaki insana kırıcı ya da huysuz davranabilir mi? Davranabilirse, bu normal midir..?''

Davranabilir, şartlarla kısıtlı sebepleri olabilir;bundan dolayı kötüyü oynayabilir, soğutmak,o kişinin iyiliği için...

Bunu o kişiye sormalısınız diyeceğim ama,doğru cevabı vermeyebilir size...

***

Hayır Facebook ve Tumblr hesabım kesinlikle bulunmamaktadır.Bahsettiğiniz isim benzerliğidir, bendenizi az tanıyanlar zaten olup olmadığımı hissedeceklerdir. Face beni sevmedi, kimlik göndermeme rağmen hesabımı geri vermedi, (laf aramızda çekemiyorlar ))

Bir ara Tumblr'da bulunmuştum, farklı bir havası var, yazma krizlerim aşırı dozda nüksederse alternatif olarak Tumblr ya da Google Plus düşünebilirim.

***

''Meyl-i visâlimize nispeti olmayan tebessümünün bendeki  karşılığı sırf yokluktur.''

***

''Üşüyorum bu mevsim ayazında...
Çok sık ceket değiştiriyor ruhum
Illet bir hastalık ki sorma

Bağlanıyor elim kolum

Bağlanıyor dilim damağım...
Kaç yıl sende kaldım 
Kaç yıl sürecek bu sürgünüm
Hazanlar eskittim, milatlar atladim
Ne hazanı, bu benim kordugumum
Lafla çözülmez, gözle görülmez...'' 

***

''Titriyor Size Yazarken Ellerim,
Koşmuşçasına Çarpıyor Kalbim...
Heyecan mı Bunun Adı? 
Yoksa İncitilme Korkusu mu? 
Bilemedim...

Ben Sizinle Yaşıyorum Aşk'ı...
Ellerim Titriyor Adınızı Yazarken, 
Dilime Dolanıyor Adınızın Geçtiği Her Cümle...
Siz Varsınız Mısralarımda,
Dizelerimin Coşkusunda,
Sevda Yüklü Kalemimde Siz Varsınız, 
Bir de Ben Özlemlerce...
Sizi Düşündüğüm Zaman Melodiler Doluyor Kulaklarıma,
Ruhuma Hissediyorum Sizi...
Siz ki En Sıcağımsınız,
En Özlediğim,
En Sevdiğim,
Yazdığım İlk Şiirim,
Yüreğimden Dilime Düşürdüğüm İlk Aşksınız...

Sahi, Nasıl Başlar Aşk?
Nasıl Yaşanır? 
Birlikte Aşkı Yaşamadıktan,
En Güzel Duyguları Beraber Tatmadıktan,
Gecelere Heyecan Katmadıktan Sonra,
Sadece Kalpte Kalan Sevgi Neye Yarar?
Korkmayın Aşk'tan, 
Acıtsa da Canınızı, 
Burksa da İçinizi,
Ürkmeyin Sevmekten,
Bıkmadan,
Usanmadan,
Utanmadan Sevin....

Bakın,
Yokluğunuz Sardı Yine İçimi, 
Yine Size Özlemlerce Özlem Duydum,
Hasretlerce Hasret Geçirdim İçten İçe...
Evet; Sizi Seviyorum...
Gözlerimi Resminize Hapsedip,
Geceleri Uykularımı Terkedecek Kadar,
Uğrunuza Ömrümü Adayacak Kadar...
Evet; Seviyorum Sizi, 
Derin Duygularla, 
Aşk İle Seviyorum...
Ben Sizinle Varım, 
Sizinle Mutluyum...
Uzakta Olsanız da,
En İçimsiniz,
İçimdesiniz,
İçimin En Solunda,
En Dokunulmaz Köşesinde...
Bakın,
Yüreğim Kıpır Kıpır...
Sizden Yüreğimin Sesine Ses Verecek,
İçimdeki Sevgiye Demir Atacak Bir Merhaba Bekliyorum...
Sizinle Suskunluğumu Bozmak,
Duygularımın Yükünü Ruhumdan Atmak,
Tutkuyu Sizinle Aşkın Renginde Yaşamak ,
Gözlerinizin İçine Bakıp, 
Ruhunuza Dokunmak İstiyorum,
Ve Ben Ruhum Çılgınlığa Koştuğu Şu Anda;
Sizi,
Kalbinizi Aşka Davet Ediyorum...
Hadi Tanışalım Sizinle...''




13 Kasım 2017 Pazartesi

Rüveyda'ya mektuplar (19)





             kaybetmelere aşina bir adamdım,               o bunu öğrendiğinde, 
             ben onu değil,
             o beni kaybetmişti!

Sevgili Rüveyda,

Bilmiyorum bu mektuplara sayfalar üzerinde daha ne kadar  devam ederim.

Koca ömründe, mektupları, ruh tuvalinde resmettiği bir kadına, yine aynı ruhun tavan arasında yazmış olan bendeniz için, bu şekilde ayan beyan ortada olmak, sanki kısıtlayıcı oluyor. Sanki mahremim, duygularım, tecavüze uğramış gibi, özgürlüğüm elimden alınmış gibi…

Kararsızlığım bu günlerde had safhada... Seni paylaşmak bir yanımı incitiyor. Seni bir ömür içinde yaşamış bir adam için girift bir paradoks, kaotik duygular labirenti. Zaman benim aleyhime işliyor Rüveyda, Bilmiyorum sen bunun farkında mısın?

Hazan kışa doğru boynunu bükmüş giderken
Baharın önünde koskoca bir yaz var…

Kalbim,

Gerçeğini, yani seni görmek hususunda da kendimi çok kararlı bulmuyorum. Sanki gördüğüm zaman, tılsım gidecek, -belki benim, belki senin- bir hareketimiz bizi yani Bir Rüveyda Masalı’nı çizecek…

Seni böyle uzaktan hayal ederek yaşıyorum. Yorgun, yılgın, kederli anlarımda kaçtığımsın. Nefesinden nefeslendiğim, canıma can katanımsın. Bir busen, abıhayat oluyor, boynumda asılı kolye sanki ve toprak bahara uyanıyor...

Öyle güzelsin ki; senin güzelliğinle bir adam en kaba taş olsa, değişir. Seni incitmemek ve mutlu etmek için deli divane olur. Sana bakarak seni okuyarak konuşsa şiir olur, tablo olur.

Salt fiziksel güzellikten bahsetmediğimi biliyorsun. O fiziksel güzellik, manevi güzellikler olmadıktan sonra benim gibiler için çok fazla anlam ifade etmez. Ki bendenize göre topyekûn çirkin insan yoktur, bahsi diğer...

Seni uyurken hayal ediyorum. Evet evet, seni uyurken seyretme isteği ile kıvranıyorum şimdi... Ne kadar karşı konulmaz bir sancı bu...

Nasıl bu kadar güzel olabilirsin, kaşlarının altında bülbüller yuva yapmış. Şehla bakışlarının yörüngesinden bir lahza da olsa çıkmak istemem.

Kor dudaklarının ateşi merhem olur yaralarıma; onlardan abıhayatı yudumlamadan ölmemeliyim. Her neredeysen çık gel artık kadın!

Benim güzel anlayışımın en önemli özelliği, şu cümlede saklı: Sen gönül yormaz, gönül doyurursun ancak...

Seninle zenginleşir şu fakir ruhum.
Seninle şu dünyaya tahammül edilir.
Seninle yorgun gönlüm dinlenip, huzur bulur.
Asaletin en basit sıradan bir avamı bile hizaya getirir.
İyi huyun, en kötüye bile destur çeker.

Yorgun bir adam, üstelik yolu da yarılamış; ya yormadan sevmeli ya da sessizce çekip gitmeli... Allah, iyilerle karşılaştırsın. duasına, gönül yormayanlar tefsirini de parantez içinde eklemişimdir.

Şair ne güzel tercüman olmuş duygularıma:

öyle uzaktan seviyorum seni
yanaklarına sızan iki damla yaşını silmeden en çılgın kahkahalarına ortak olmadan en sevdiğin şarkıyı beraber mırıldanmadan öyle uzaktan seviyorum seni
kırmadan dökmeden parçalamadan üzmeden ağlatmadan uzaktan seviyorum öyle uzaktan seviyorum seni; sana söylemek istediğim her kelimeyi dilimde parçalayarak seviyorum damla damla dökülürken kelimelerim masum beyaz bir kağıtta seviyorum. [¹]

Masum beyaz bir kâğıt üzerine, ne kadar yazılabilir, ne kadar ifade edilebilirsen o kadar işte... Seni yazmak kolay olsaydı, bunca yıl içimde biriktirmez çoktan şu an bile başaramadığımı denerdim… Oysa sustuğumdan çok avazdın kendi gök kubbemde. Gülmek istedikçe, gözlerden süzülen ırmak… Özledikçe kavuşulamayan. Bekledikçe gelmeyen.

Aşkın çocuğu Hz. Mevlana ne güzel kelam eylemiş:

Gönül, bir gün seni gönlünü alana ulaştırır.

Can, bir gün seni Canan’a ulaştırır.

Sen, içindeki derdin eteğini bırakma.

O dert, bir gün seni dermana ulaştırır.

İçimde gözyaşlarımla büyüttüğüm, bin bir kahırla açan bahar goncası Rüveydam,

Senin aşkının eteğini tutmuşum, hiç vazgeçer, bırakır mıyım?

Mutluluk hâllerinin zirvesine çıkmak diye bir şey zaten yok bu dünyada...

Mutluluk dediğimiz şey anlarla sınırlı bir haz.

Bize huzur lazım, huzur verecek insanlar ve tabi bana önce sen Rüveyda...

Yüzünü gördüğüm zaman, içime sevinç ekecek biri...

Birlikte her türlü saçmalamaktan çekinmeyeceğim biri...

Birlikte sevişmenin, birlikte sohbet etmenin aynı derece eşit olduğu bir kadın...

Gözlerin gölgesinde, dudak izlerinden geçer bütün oluşlar...
Sohbet için de öpüşmek için de...

Bir ömür izini süren Murat


[¹] Cemal Süreya

11 Kasım 2017 Cumartesi

Sizden gelenler (11.11.17)


''Bilinçaltımızın bilincimizi ele geçirme mücadelesinde; gözlerimizde gönüllerimizde arzu  bulutları isyankar gezerken ve dolunay tüm cilvesiyle bulutların arasına girmişken...
Anlamsız bir telaşla koşarak geldim kapınıza.

Siz bayım; 
Yıllardır tüten kaç ocağın ateşiyle uğraşıyorsunuz ?
O ateş ki, tuzla buz kimyası...

Hemen kaçırma bakışlarını..!
Zaten bin pişman gözler sırlarıyla her daim sıkı arkadaş. Bambaşka biri bedenimdeki tüm ağırlığın sahibi. İmkansız diyerek karşı durduğumuz; kendimizi ana kucağıdaki gibi doygun ve huzurlu hissettiren zihnimize  tatlı bir uyuşukluk veren mucizelerin ruhunda yaralar açan biz değil miyiz ?

Ateşi soğuk tüten bacalarda,
Kül rengi bir isle kaplanmış mahrem odalarda kavruk işte hayatın özü !

Tenlerine kahırdan dokuma kara keçeler giyenlere bahar yağmuru sonrası tazelenen gül yaprakları biçare !

Bilinçaltımızın bilincimizi ele geçirme mücadelesinde; kâh mistik bir titreyişe  kâh çocuksu bir gülümseyişe sığınmak da en güzel hazlardan...''

***

''Çakıllı bir yolda, 
Yalın ayak, gözü ıslak bir çocuğum.
Dondurma bile alacak, 
Harçlık koymadılar elime. 
Gözüm başka dondurmalara
Değmedi de...
O yüzdendir ki;
Kendi mutluluğumla yetinir, 
Hüznümle avunurum...

Kemerimin tokası gibi,
Sakladığım aşklar hariç;
Gözüm hep onlarda... 
İçim hep boş kalacak!
Yarım kalmış küçük aşkların, 
Yeri dolar mı sandın?

Yaşlansam da elim değmese 
O güzel heveslere
Kurumuş bir kadın olsam...
Gözümde kalanlar
İçime dert,  içimde kalanlar 
Gözüme perde olsun gayrı 

Sarıp sarmalamadığım
Kokusunda uyumadığım,
Gözyaşlarını silemediğim,
Aşkın biçaresiyim
Ben iflah olmaz bir avare
Gözü doymaz bir çerçi
Yorulmak bilmez bir seyyahım...''

***

''Tutuşamayan bir mum oldum;
Köz gibi ama değil...''

***

''Ben dememiş olayım 
Sen de duymamış..!
Ne demek aşka mesafe çok 
Ne demek el ele değemezse zor..!

Katmer katmer acı büründüm oysa
Hiç biri sana dokunmadı mı?

Züleyha'nın modern dilde karşılığıyım
Aslı olmuşum, Leyla olmuşum 
Kimin çölünde gezen
Mecnun'la Keremi buluşturmuşum...

Şirin olsam neyse!
Ferhat'a sözüm geçer diye avunurum...

Yokluğuna sitem etmeyeli çok oldu
Kim bilir belkide alışmışım...''

***

''Sevmenin nasıl olduğunu öğreniyordum işte 
Hem uzaktan uzağa 
Hem de yakından yakına...

Kokusunu getirse bir esinti
Bilirdim o deniz meltemi 
Muştu gelmiş gibi, 
Hediyesini verirdim... 
Canımdan, 
Can-ı gönülden. 

Bir de gözlerim dolmasa
Kokusuna hasret 
Sesine mecnun 
Nasıl yaşardım ki..!

Baş ucumdaki su gibi,
Elimin altındaki nan gibi,
Öpüp koklar baş ucumda,
Severim artık onu...''

***

''Sevgili Dost,
Mektubun gelmedi.
Bu sana yazmamı engellemiyor. 
Asıl mektup gelmediğinde yazılmalı. 
Çünkü yazmamak da bir mektuptur, yazılandan daha güçlü satırlar içeren.

A. Ali Ural''