31 Aralık 2018 Pazartesi

Rüveyda'ya mektuplar (45)



susarsın sanmıştım, oysa her şiirde nefesin, her şarkıda seslenişin var…


Yılın son gününde, yine yoksun Rüveyda!
Geçen yıl da yoktun, önceki yıl da, omzumda...
Ne zaman çıkacaksın ki yoluma?
Bak geldim, neredeyse yolun sonuna!
Yokluğunda kaç mevsim uğradı kapıma! Kaç mevsim ağladım, ağardım adınla...

Gelseydin, seni nasıl severdim bilemezsin!
Çocuğunu seven bir baba şefkatiyle, erirdin!
Hayatı paylaşmak seninle, kare kare, ererdin!
Kadınım gibi sarardım, vazgeçemezdin...

Sevincimsin sen benim, canıma can, ruhuma şifa.
Yılın son günündeyim, yine yoksun Rüveyda!
Geçen yıl da yoktun, önceki yıl da yanımda... Biliyorum, artık çıkmayacaksın yoluma!
Solacağım hasretinle kendi hazanımda,
Adına yazılmış, canına ulaşmamış mektuplarımla...

Yılın son gününde, yine ağlıyorum Rüveyda!
Geçen yıl da ağladım, önceki yıl da yokluğunda...
Gündüzlerim seni aramakla geçiyor, gecelerim ağlamakla... Bir Rüveyda Masalı, anladım, o içimde hep yaşamakta...
Ruhumun tavan arasında eşsiz bir haz gibi canımı yakmakta...

Yılın son gününde, yine yoksun Rüveyda!
Sen bir gülsün, bense bülbül bile olamadım, gülistânında...
Adına kelimeler döktüm, hadsiz ve hesapsızca.
Aczimle sevdim seni, bayramı bekleyen çocuklar gibi hülyalarımla...
Yoktum, yokluğa karıştım, gördüğüm sendin aynalarda...
Yılın son gününde, yine yoksun Rüveyda!
Yılın son gününde, yine yoksun Rüveyda!

Rüveyda!


30 Aralık 2018 Pazar

sanırsın ki...


sanırsın ki, sen gittin benden.
sanırsın ki, sen astın veda cümlesini kapıma...
söylemediklerimi sana söyleten bendim,
gidemediğim için, giden sendin...

sanırsın ki, sen gittin benden.
sanırsın ki, sen söyledin  o son cümleyi!..
hakkım değildin! 
ve ben hakkım olmayanı, 
hiç bir zaman almadım...




28 Aralık 2018 Cuma

Aktörlükten, figüranlığa!...

Bir sanatçı kendisine hayran, (hayran kelimesini kullanmayı bu anlamda beğenmiyorum) kendisini seven insanların, kendisine olan sevgisini yine kendisi azaltıp, eksiltebilir!

Sanat kavramı geniş bir yelpazeyi kuşatıyor. Öyleyse biraz detaylandıralım: Yazar, şair ve karikatüristleri konumuzun dışında tutabiliriz. Çünkü bir yazar, bir şair, bir çizer politika, siyaset üzerine kalem oynatabilir. Onlar düşünen, düşüncesini kelime kelime örgüleştirerek insanlara sunan kişilerdir. Onların politik görüşlerini yazıp çizmeleri absürt düşmeyeceği gibi tarafımızdan yadırganmaz da...

Fikrimize uyan, görüşümüzü destekleyip, besleyenleri tercih etmemizin yanı sıra, karşıt fikirleri de, fikir jimnastiği, geniş ufuklara açılmak adına okuyanlarımız da az değildir.

Bu girişten sonra, sözü nereye getireceğimi tahmin ettiniz. Son günlerde iki eski mizah ustasının bir TV programındaki şovlarından, birisinin coşup tehditvari ve içinde ''asmak,zindanda zehirlenmek'' kelimelerinin geçtiği ve bağlamında da ''darısı kimin başına'' sevimsiz sorusunda saklı temennisiyle bir anda gündem olan ve açık oturumlardan, köşe yazılarına, siyasilerin demeçlerine kadar dalgalanma sebebi!

San'atın, şarkı söyleyen, film çeviren, tiyatro yapan kısmındaki bir aktör, bir sanatçı elbette düşünen biri olarak, fikirsiz değildir ve siyasi görüşü, tercihi vardır.

Tüm ülke insanına hitap eden, hepsi tarafından sevilmenin hazzı ile sanatını icra eden bir sanatçı, akıllı ise; son nefesine kadar politikaya aktif olarak da, söylem olarak da bulaşmaz.
Bulaşırsa bütünü kucaklamaktan, bütün tarafından kucaklanıp sevilmekten mahrum bir marjinal durumuna düşer! Ki örneklerini gördük, görmekteyiz.

Baştaki paragrafa dönelim : Bir sanatçı, kendi hayran kitlesini, ancak politize olunca azaltmakla kalmaz, öldürür. Öldürdüğü yalnızca sevgileri değil, anılarımızdır da...

Bu tür kişilikler, aslında onların film ve tiyatrolarıyla büyümüş koca bir nesli ''asmış,zehirlemişlerdir'' de farkında değildirler.

Dikkat ediniz, bu sanatçılar, en verimli aktif çağlarında bu tür saçma polemiklerin odağında olmaktan özenle kaçınırlar. Ne de olsa şöhretlerinin, gençliklerinin zirvesinde, paraya para demeden yaşıyorlardı. Ne tabanlarını ne de kendisine iş veren odaklara ters düşmeyi göze alamazlar!

Ne zaman ki artık dinozor seviyesine evriliyor ve o en hazin şey alkışsız, unutulma dönemi başlıyor, o zaman (gündemde olmak adına) bir kutbun figüranlığına razı oluyorlar!

Ne hazin bir son. Başrol aktörlükten, figüranlığa razı oluş!




25 Aralık 2018 Salı

Rüveyda'ya mektuplar (44)

 
 


bir de aceleci şiirlerim var benim.
çok şeyi bir dizede söyleme telaşıyla  hep yarım ve hep yaralı!

Gün biter
Ay biter
Ömrüm biter de
Aşka olan hasretim hiç bitmez…

Sevgilim, Rüveydam...

Adına eklemlenen sahip olma duygusunu, üstten virgülle bile ayırasım yok! Zaten seninle tüm kuralları kuralsızlık fırınına atıp, sonra ölçesim var. O fırın mı, benim sana olan gönül fırınım mı daha ateşli, daha sıcak, daha yangınlarda...

Rüveyda’m...

Adına eklenen aklımın, kalbimin, üstten virgülle dahi olsa ayrılığa zerre tahammülü yok! Şu ayrılıklar dünyasında, sen benim seve seve içinde kulaç attığım tek rüyamsın. İki harf arası bir virgül müthiş bir mesafe, çaresiz uzaklık… Gönlüm razı değil de işte imla kuralları…

Bu yüzden Rüveydam derken bir anda Rüveydam oluyorsun. Ne virgüllere, ne noktalara ne soru işaretlerine lüzum yok aramızda, olmasın da... Hele üç noktalara. Tek nokta yine ümit verir, ardından gelecek bir cümlenin habercisi gibi. Ama üç nokta; düşün dur, bekle dur, bak dur... Belirsizlikler vurur en çok da bir insanı, bir aşkı...

Bu adam belirsizlikleri hiç sevmedi Sevgili Rüveyda. Sanırım burcumun bir özelliği, aslan için her şeyin bir

izahı, açıklaması vardır. Belirsizliğin bile…

Senin ruhunun aksine, fiziğinin belirsizliği gibi… Flu, sisler ardında bir kadına mektuplar yazıyorum, adresi olmayan bir kadına… Hiç görmediğim, dokunmadığım bir kadına… Bir düş idin, ardın sıra düştüm. İmkânsız aşklar durağında bekleyen bir yolcu gibiyim, ne sana gelebiliyorum, ne senden gitmek istiyorum. Her gün ayrı bir güfte yazıyorum yazgımın sayfalarından sana, bestesi sen olan…

Belirsizlik…

Spor adına yürüyüş yapacağım güzergâh bile yeterli olmaz, en azından evde eksik bir şeyi de alıp dönmeliyim.

Planlı konuşmaları da sevemedim, politik olmak da bana göre değil, istesem de beceremem… Kalbim dilimdedir. Çıkarıma göre bir duruşum olmaz. Birisine içimde birikmiş bir şey varsa, söylemeden içim rahat etmez, adam aldırma, ne düşünürse düşünsün dediğim zamanlar azdır. Gönül yorgunluğu oluyor aslında ama ne yapayım, haksızlığa kayıtsız kalamıyorum.

Belki hiçbir zaman anlatırım sana benim belirsiz hikâyemi Rüveyda… 

Seviyorum yalnızlığımın masum ve günahsız tarafını, öznesi sen olan…

Kaç yaşında olursam olayım, insanlar karşısındaki acemiliğim hep genç kalacak… Annem boşuna bana saf oğlum demiyor ve bazen iyi niyetim sebebiyle öyle şeyler yaşıyorum ki annemin o cümlesine ekliyorum: Annesinin aptal ilaveli saf oğluyum. diye… Bazı insanlara onlara gerekli diye maddi yardım yaptığında bile artık bu senin hem doğal görevin oluyor, hem de onlar seni sen olarak görmek yerine para olarak görüyorlar. TL Bey hoş geldiniz!

Sevgili Rüveyda!

Üstten virgülden nerelere geldik değil mi?  Buraya yazamadığım daha neler var oysa...

İçimdeki günlüğüme yazıyorum sana söyleyemediklerimi... Çarpışan sesler korosunda, varlığın çıkıyor her defasında sisler ardından ve ruhum, yine dizlerinin üstüne çökerek; geceden, imkânsızlık elbisesi giymiş olarak derin bir matem çekiyor nefes nefes, sen diye...

Talan edilmiş ruhumda, sen vazgeçemediğim enfes bir istilacısın Rüveyda,

Ne uzaklarda bir yerdesin, ne de yakınımda; ikisinin arasında, ruhumda...

Artık sana yazmayacaktım güya 41. mektupla tamam demiştim. Anladım ki hem ruhumun tavan arasında, hem de burada nefes aldıkça hep sana, hep seni, hep hasretimi yazacağım... Gelmesen bile!

Sevgili,

Konu sen olmadıkça, konuşmak dilime yük. Zaten o mecali, ne kadar gayret etsem de bulamıyorum kendimde. Günlerin adı buralarda hep aynı, sen orada salı dersin, ben Rüveyda, sen çarşamba dersin, ben Rüveyda... Renkler de farklı değil. Sen gökkuşağı gibiyken burada belirgin renk gri ve grinin tonları...

Sevdiğim,

İçimde can çekişen bir derviş var. Yokluğunda nefesini arayan... Nefesim ol istedim, abıhayat gibi can ver canıma, can ol canıma... Kavuşamamış olsak da bana hissettirdiklerin, yaşattırdıkların için bile minnettarım ve seni sırf bunun için bile sevebilirdim.

Bir kere dilinden Ah adam! deyişinde, kelimeleri havaya karışmışken içime çekebilseydim dudaklarının kıyısından. Yine söylüyorum: Ben bu dünyada yaşadım, derdim

Rüveyda,

Havalar iyiden iyiye soğudu, ağustosta nasıl üşüyorsam, aralıkta da öyleyim. Yokluğun böyle üşütüyor işte… Yazdan sonra en çok sevdiğim mevsim sonbahar da bir çırpıda geçiverdi. Sarının tonlarına serpiştirilmiş nice notalarda adına yazılmış besteler dillerinde olarak gitti son kuşlar da… Ağaçlarda tek tük yapraklar; ha düştü ha düşecek, direniyor gibi gözükseler de kaderin eli henüz onlara değmeyi murat etmemiş.

Sokaklar yine masum bir sessizliğe büründüler; yazın gece yarılarına kadar, başkalarını düşünmeyen o bencil, insanı sinirlendiren gereksiz gürültü kirliliği yok artık.

Kediler yine boynu bükük. Kuşlar suskun, gök gri ben gri… Evlerin pencerelerinde ışıklar; her pencere ayrı bir hikâye, kiminde neşe, kiminde bilinmez bir keder, ayrı bir bilmece… Şu pencerede eşiyle şakalaşan elindeki patlamış mısırı karısına atan muzır bir adam ve karşılık olarak onun boynuna sarılan karısı…

Şu pencerede tek başına yaşayan, yaşlı bir kadın; onca çocuğuna rağmen bir başına, kendi kendisiyle konuşan, sitem eden, ağlayan bir kadın…

Sürekli geçmişten bir film izler gibi kendi filmine seslice yorumlar yapıyor, hayıflanıyor, söyleniyor. Geçmişi yaşadığı ana öyle taşımış ki hayatı kendisine zehir ediyor. Gidenlerin türküsünü söylüyor arada. Kendisinden çok önce ölmüş kocasına hâlâ âşık.

Bu kış yolculuk var, diyorsa için
Beni de beraber al anneciğim…[¹]

Şu pencerede yalnız bir adam. Evlenmiş boşanmış falan… Bir daha da cesaret etmemiş evliliğe, bir kadına yeniden başlamaya… Bir kadına başlamak, bir okula, bir üniversiteye başlamak gibi hele evlilik ile birlikte… Sınıfta kalmamak için büyük çaba, büyük emek ister, incelik ister, derin sadakat ister, karşılıklı güven ister, fedakârlık ister… Hepsinden önce çok sevmek ve saymak ister… Belli ki umduğu gibi sevilip sayılmamış.

Rüveyda,

Sende biraz kalmışsam eğer, yağmur yağdığı zamanlarda, Lütfen izin ver, düşsünler tenine, benim yerime...

Ateşe düşen pervaneler gibi...

Sana yakılan hasretler gibi... 

Keşke ayrılıklar da yağmur taneleri gibi akıp gitselerdi hayatımızda... Sonra buhar olsunlar,

Ateşinde ve sonsuzlukta bir yerlerde seni beklesinler, Hep seni...


Adında adı eriyen bir Murat



[¹] Necip Fazıl Kısakürek

22 Aralık 2018 Cumartesi

Sizlerden gelenler

Uzun zamandır sizlerden gelen mailleri okuyor ama yayınlamıyordum. Birbirinden güzel mektup/şiirler gelince yine burada saklamak istedim. Uzun olmasın diye geliş sırasına göre bir kısmını bugün yayınlarken, ayrı ayrı sonsuz teşekkürlerimi,sevgilerimi sunuyorum... 

***

Kıymetli Dost; Bir tevafuk beni sayfanız ile tanıştırdı...
Sade basit içten yazılan ve kalbe dokunan samimi ifadeleri daha makul ve makbul buluyorum.. 
Ne güzel  yazmak yazarak duygu ve düşüncelerin aktarılma yeteneği gıpta ederek  okuyorum şiir ve yazılarınızı... 'Rüveyda'ya Mektuplar 'serisine başlamanız  43. mektub olmuş. Eminim sayfanın okurlarını da memnun kılmış mutlu etmiştir benim gibi..
Gönlünüzde eşsiz güzellikte sevilen hayranlıkla övülen Rüveyda'ya yazılacak kalbin ahengini değiştiren bir sonraki mektubun heyecanı ile.... 
Not: Yazmaya küsmeyin!
Hayatı kendiniz için yaşayın. Ruhunuzu önemseyin kendinize haksızlık etmeyin.
Sevgiler selamlar Bâki muhabbetle..''

***


''Rüveyda'ya 43. mektubunuzu okudum,

ne kadar güzel şeyler yazmışsınız yine.
Bir nevi iç dökümü.

Türk değilim ama ruhuma dokunanı hissetmem için Türkçe bilmem yeterli değil mi?
Kitabı çıkartsanız da, imza için size getirsem.

Bazı insanları tanımadan tanıyormuşuz duygusuna kapılırız ya, siz öyle bir şeysiniz... ''

***

''Ömrüme ömür eklemeye hazırdın da, senden önce ömrümden çalanlar senin de benim de şansımı alıp gitmişlerdi...Yeniden başlamaya gücüm yok.''demişsiniz...
Ben o kadınları ömrüm boyunca affetmem....
Sizinle olma şansımı elimden aldılar! Ben size bu kadar....devamını getiremiyorum ki cümlelerim hep yarım hep eksik kalıyor.''

***

''Beni çok üzdüler Rüveyda...
Hiç kimseye, hiç bir hikâyeye ait olmuyorsam,direniyorsam sebepsiz değil!'' demişsin kendine bu duvarları örmen ondan korkuyorsun... incitmişler seni..

''Sevmek böyle bir şey işte,sen güzel seviyorsun beni; vazgeçmeden...'' Bunu biliyorsun seni severim öyle de güzel severim ki...
Sana,yaptıklarını unuttururum o kadınların... sarmaya çalışırım yaralarını..
Senin için elimden gelenin fazlasını daha fazlasını yapmaya hazırım.. bunu bil.. bil bunu... vazgeçmiyeceğim senden.. istesem de istemesem de vazgeçmiycem...''


***

''Hayalimde asılı kalan
Avuntuların kördüğüm boşluğusun
Beklemekten öte sevilecek gibisin.
Gönüle diken olurken yüzde uslanmaz tebessümün hasreti...
Ah canım sen!
Silinmiş bir aşkın keskin kokusu,
Yalan olan dünyanın gerçek baharı,
Sen sevgilim!
Sen tüm renklerin kargaşası...''

***

''Bana yaz dedin
Yazıyorum bir sabah vakti
Belki mektuba yetmeyecek halim
Belki de yetmeyecek kelimelerim
Sığmayacak belki hayallerim
Sevgili!
Bana yaz dedin,
Yazıyorum bir sabah vakti.
Uykulu belki gözlerim,
Görmüyor karanlığı
Senin ışığının olduğu yer
Aydınlık bana...
Senin kokun burnumda,
Ezan yine kulağımda.
Sen yaz dedin ya bana
Yazıyorum bir sabah vakti
Görüyorum,
Biliyorum,
Can evimdesin...
Kapı açık girebilirsin!..
Bir şiir yazdım sana
Ne kelimeler yeter
Ne de bu şiir anlatmaya
"Yutkunuyorum"
Susuyorum sana...
Sevgili,
Bana yaz dedin ya
Yazıyorum seni
Satır satır
Mısra mısra
Korkularımla...
Sen yaz dedin ya bana
Yazmak istedim seni
Gün ağarıncaya
Kuşlar uyanıncaya
Sesler çoğalıncaya
Sen benden bana varıncaya
Yazmak istedim...
Sen yaz dedin ya,
 "Yazıldım sana"...''

***









18 Aralık 2018 Salı

Rüveyda'ya mektuplar (43)

  


kelime kelime ruhumu istila ediyorsun, bana da teslim olmak kalıyor…


Sevgilim Rüveyda,

Seni yazmam lazım; seni, yine seni, hep seni... İsmini anmak besliyor beni. Bir nefeslik mesafemdeyken yazamam ki seni. Sendelerim, kekemeleşir dilim. İzin ver biraz ayrılığa düşelim... Her ayrılık, her veda gibi görünen şey, meğer yine yeni, yeniden sana kavuşmakmış, anladım...

Kadir kıymet bilip yeniden sarılmakmış varlığına, varlığınla bütünleşmiş aşka... Nasıl bir şey bu, her geçen gün daha çok özlüyorum seni... Nereye gidersem gideyim, ne yaparsam yapayım, seni her an kalbimde, karşımda buluyorum. Sanki telepatik bir bağ var aramızda. Ondan da öte bir şey, tarifi yok. Mesela ne zaman derin bir nefes çeksem, karışıveriyor nefesin nefesime... Bana fısıldıyorsun, Ben buradayım, yanındayım. diye...

Seni yazmam lazım yine, yazamazsam ben, ben olamıyorum. Anlamsızlığa karışıp yokluğa düşüyorum. Adın tutuyor elimden, senin bir adın da huzur olmalı.

Seni yazdıkça ağlıyorum, çağlıyorum, çoğalıyorum. Çoğaldığım yerde hayallerimi yüzdürüyorum, sana doğru... Seni yazdıkça güzelleşiyorum, seninle baktığım her şey hep güzel. Seninle kâinatta çirkin diye bir şey yok...

Sen akan bir ırmak, bense kirlenmiş bir adam. Sende temizlenen, paklanan, aklanan. Olması gereken yerde, olması gerektiği gibi...

Sevgilim Rüveydam,

İsminin bir anlamı da vefa olmalı, sadakat olmalı, merhamet olmalı. Sen hep güzel sevdin beni. Hiç vazgeçmeden... Sen orada, ben burada, ağladık... Sen orada, ben burada yalvardık Allah’a...

Ömrüme ömür eklemeye hazırdın da senden önce ömrümden çalanlar senin de benim de şansımı alıp gitmişlerdi... Yeniden başlamaya gücüm yok Rüveyda... Enkazımın altında can çekişiyorum… Ömrümce bekledim seni, biliyor musun bekleyince ölüm bile uzakta! İçimin kuşlarını özgür bırakmanın tarifsizliğini yaşıyorum bir hazan zamanı…

Bendeniz geç kalınmış hikâyelerin başkahramanı.

Bir masala inandık biz,
Öyle güzeldi ki
Derken yaz bitti,
Mevsimler hazanı da aştı, 
Bir biz aşamadık.
Bir ben...

Oysa masalların sonu hep güzel biter. Kırmızı Başlıklı Kız’a hiçbir zaman zarar veremez hain kurt. Yedi Cüceler, Pamuk Prenses’in, yakışıklı prens tarafından alnından öpülerek uyanışı ile hep mutlu oldular. Biz o masallarla büyüdük. Keloğlan âşık olduğu Aykız ile evlendi, mutlu oldular masalın sonunda. Biz bir masalın içinde mutluyuz, belki de masal olarak kalacağız, uzaklarda bir yerlerde, erişilmez ama hep mutlu.

Kelimelerden yana acze düştüm, nicedir. Gönlüm harman yeri, dilim lâl. Konuşmamakla, bir aşka susamak arasındaki susmalar artık sana hayrandır. O ne susuştur ki suskunluğunda bin lisan dile gelmiştir. Ah kim görebilir? Dilimizden geçenler, içimizde kalanlar, hayatın bir başka tarifi belki de…

En iyisi aczime o koca sultan Kanuni tercüman olsun, dinle Kalbim:

A sofu! (Âşık falan değilim!) deme, inkârı bırak artık! Allah, aşk ehlinin bağrına manevi bir mum yakmıştır (ki senin bağrında da) neredeyse sakalını tutuşturacakmış gibi duruyor.

Ey Muhibbî! Ah’larımı işitenler, gönlümdeki ateşin büyüklüğünün farkına varınca "Allah Allah! Mum ile rüzgârın yoldaş  olması ne garip!" dediler.

Sevgilim,

Mum ile rüzgâr mıyız, yoksa biz de bir masalın içinde... Dünya rüyasının içinde bir rüya... Mum ne güzel sevdiği için yanıp sevdiği için sessiz gözyaşları dökerek ömrünü tamamlıyor… Bildiğim bir şey varsa o da bana verdiğin huzur. Zaten benim güzel kadın tarifim, bana huzur veriyorsan, kalbimin tellerini titretip orada ilk kez duyduğum melodiler çaldırıyorsan, sen dünyanın en güzel kadınısın…

Dedesi Fatih Sultan da Avni mahlasıyla yazdığı bir şiirinde:

Şem’i gör kim meclisinde ağlayıp başdan çıkar Hoş yanar yıkılır ey şem’-i şebistânım sana[¹]

diyerek muma (şem’e) ayrı güzel anlamlar yüklemekte… Eskiden âşıklar, aşkları için kendi iç dünyalarında büyüttükleri hasret ateşinin hararetinde mum gibi günden güne erirlermiş. Biz erimiyorsak, günlerimiz erisin! Kelimelerimiz erisin, erisin ve ersin, erisin ve erdirsin!

Sevdiğim,

Ben mutluluk aramadım ömrümde, huzur aradım. Huzurlu olmak ile mutlu olmak arasında kalın bir romanın ilk sayfası ile son sayfası kadar fark var.

Mutluluk anlarla kayıtlıdır ve hep iyiyi, güzeli, üzmezi ister. Huzur öyle değil; en kederli zor zamanlarda bile içinde tevekkülü saklayan, teslim olmuş bir gönlü temsil eder.

Aşk gibi bahara benzer, baharı bir kez görür insan ve bir daha kış uğramaz aşkla sürmelenmiş gözlerine. Hayat ve şartlar ne kadar değişirse değişsin.

Tatmayan bilmez, tadan da tarif edemez. Sonra hayıflanarak iç çekerek: Sevdiklerim var benim, bir de çok özlediğim, dersin. Sen, çok özlediğimsin Kalbim…

Benim bahar goncam, içimde sakladığım sırrımsın sen Rüveyda… Buraya dökülen kelimeler bir aşkın, bir hasretin ön sözü bile değil, sen anla! Hayallerimde saklısın, seni nasıl sakladığımı sen bile bilemezsin. İmkânsızlığımıza gelince, bir aşkı, aşk yapan imkânsızlığı belki de… Olsun sevdiceğim, ayrı şehirlerde olsak da gördüğümüz rüya aynıdır.

Beni çok üzdüler Kalbim…

Bazen kendimi papatyalara benzetirim, canı sıkılan gelip benden kopardı. Eksile eksile eskiyorum. Eksik bir şeyler olduğunu bilip bilmezden gelmek, sıcak bir söz ya da ruhu sarsan bir şarkıya denk gelene kadar…

Şarkı demişken ilk zamanlar müzik, sevinç ve dinlencenin; şiirse hüzün ve hicvin yeryüzündeki temsilcileri olarak görünmüşler. Derken müzik bir bakmış insan kan dökücü, o da şiirin koluna/yoluna girmiş usulca…

Sevilerimizi, sevdamızı bonkörce saçtık da ne oldu, payımıza az şekerli boynu bükük bir fincan düştü…

Evet, beni çok üzdüler Rüveyda…

Verdim, hep verdim; verdiğim şeyler içinde en güzeli, en kıymetlisi de emeklerim oldu. Sevgi en büyük en ulvi emektir. Onun maddi karşılığı olamaz. Kalan ömrümde hiç kimseye, hiçbir hikâyeye ait olmuyorsam, direniyorsam sebepsiz değil! Üzmek ve üzülmek, bir aşkta ayrılığa yakışır, vuslata değil! Kavuşunca biten aşk değil, hevestir. Toprak saç heves ehlinin yüzüne!

Kadınlar bana teveccüh etse de inanamıyorum artık. Rekabet adına teveccüh edenler ne âşık, ne de seven! Onlar kendi emellerinin, tutkularının esiri ancak... Sanki bir yarış var da bu adamı kim elde ederse, nefsini şampiyon ilan edecek! Bu sevgi değil, aşk hiç değil sevdiğim...

Sen beni öyle sevmezsin biliyorum. Beni ben olduğum için sever ve hatalarıma bir mazereti benden önce sen bulursun. Rüyadayız ya rüyanı her zaman hayra yorarsın sen… Sevmek böyle bir şey işte sen güzel seviyorsun beni; vazgeçmeden...

Sevgili,

Tutsan korkak ellerimden, gitsek buralardan.

Mavisi çok bir mevsime... Sarhoşluğun tadına vara vara, hiç ayılmadan, doyumsuzca... Evet, önce şu sarhoşluğun tadına varalım. Bilmiyorum, daha kaç kadeh buse alacağım var dudaklarından mısra mısra... Bırak şu sarhoşluğun tadına varalım, yarını yarın düşünsün...

Sana gelsem, 
Borsa mı düşer? 
Sana sarılsam sırılsıklam, 
Euro mu yükselir?
Bir kere öpsem,
Altın mı kalmaz sarraflarda?
Anladım!
Sevişsek!
Kesin ihtilal olur!

Sevgilim,

Seni yazmam lazım; seni, yine seni, hep seni... İsmini anmak besliyor beni.

Ah yine yazamadım seni…

Varlığının sarhoşu Murat

_____________

[¹] Ağlasa Derd-i Derûnum Çeşm-i Giryânım Sana” adlı şiiri divanında bulunan 70 kadar manzum içinde en sevdiklerimdendir.

Muma da bak! Senin (bulunduğun) meclisinde ağlayıp baştan çıkmakta. Ey odamı aydınlatan! O mum senin için ne de hoş yanıp yıkılıyor. Mum yanarken baştaki fitilin kenarlarından ağlıyormuş gibi akar. Şair buna gıpta ediyor ve onu sevgilinin aşkı ile baştan çıkmış veya o uğurda başını vermiş olarak gösteriyor.

16 Aralık 2018 Pazar

Ben yalnız öleceğim / Seslisi


Yalnız öleceğim,
Biliyorsun değil mi?
Böyle sessiz kimsesiz,
Hazan yaprağı gibi,
Solgun ve dalından koptu kopacak!
Unutulacak adım değil mi ?

Bir sürü kalplere girmiş,
Bir kalbi kalbinde saklamış olarak...
Ahları boynuna yük yaparak!
Bir gün bitecek değil mi?
Bir gün öleceğim...

Yalnız öleceğim,
Biliyorsun değil mi?
Ömrümü hazan vurmuş,
Kalbim yorgun düşmüş,
Böyle sessiz, kimsesiz,
İçimde yangınlarla,
Boynumdaki ahlarla,
Bir gün bitecek değil mi ?
Bir gün ben de öleceğim,
Unutulacak benim de adım...

https://www.youtube.com/watch?time_continue=2&v=jQUUmSVWJTo


***

Yalnız ölmek
Yalnız ölmicem di mi
Böyle sessiz sessiz
Solup gitmicem di mi
Sokakta düşkün biri
Bir kuytuda bulunmuş
Ben kaybolmıcam di mi

Bahçede çiçek solmuş
Soğukmuş ve susuzmuş
Bir tek ne var açıkta
Halatından kurtulmuş

Tepede kuyuymuş
Yağmursuz kurumuş
Gökyüzünde bir martı
Sürüsünden kovulmuş
Öyle olmıcam değil mi

Yalnız ölmicem di mi
Böyle sessiz sessiz
Solup gitmicem di mi
Sokakta düşkün biri
Bir kuytuda bulunmuş
Ben kaybolmıcam di mi

Bahçede çiçek solmuş
Soğukmuş ve susuzmuş
Bir tek ne var açıkta
Halatından kurtulmuş

Tepede kuyuymuş
Yağmursuz kurumuş
Gökyüzünde bir martı
Sürüsünden kovulmuş
Öyle olmıcam değil mi

Biri çıkıp desin ki
Seninim seninim
Al işte bak ellerim
Seninim seninim
Nerde olsan gelirim
Gelirim gelirim
Bir ömür beklerim
Seninim seninim

Bir gün bitmeyecek di mi.?

Can Güngör şarkısı

https://www.youtube.com/watch?v=Lssh0bHa0Mw

13 Aralık 2018 Perşembe

Vefa güzel şey. (Güncellendi!)


Bu zaruri ilaveyi başa eklemem şart oldu: 1k sitesinde biri ya da birileri başka isim ve profilleri olmasına rağmen, aslında o hesapların da bendenize ait olduğunu söyleyerek, birilerini kandırmışlar!
Tekrar belirtmem de fayda var, https://www.facebook.com/muratmesut34 bu hesap ve blogum dışında hiç bir yerde hesabım yoktur, olursa zaten haber veririm.

Binlerce üye içinde bana dört gün üst üste 1.'lik armağan eden 1000 kitap sitesine veda edeli bugün 1 ay oldu. Hala mail alıyorum ''geri dönmeyecek misiniz'' diye soran. Kesin kararla veda ettiğimi belirtmiştim.

Güzel insanlar biriktirmişim orada ve biliyorum onlardan bazılarının buraya her gün geldiğini,şiir kanalımda yeni sesli şiir beklediğini. Kitap konusundaki ısrarınıza da nasip olursa gelecek yıl zaman ayıracağımı sanıyorum.

Buradan ya da Facebook hesabımda herkese açık şiirlerimden alıp, sitede ismimle paylaşanlara da ayrıca sonsuz teşekkürler.

Ben de sizleri özlüyor,her fırsatta takip etmeyi sürdürüyorum.

Selam ve sevgilerimle.




12 Aralık 2018 Çarşamba

Bahs-i diğer


Alışmadan sevebilir misin?
Sahiplenmeden, bağımsızca...
Kaybetmelere yelken açarak;
Beklentisizce...
Varlığım kadar sevgi,yokluğuma vefa...
Sahi alışmadan nasıl sever insan?
Alıştıklarımızı mı severiz,
Yoksa sevdiklerimize mi alışırız?
.............
Severken kıymet bilmekse, bahs-i diğer...

https://www.youtube.com/watch?v=eCEGQt6N3sg&feature=youtu.be&fbclid=IwAR1qkNNNZY5cNJN9_8qpr3b38fx5Fc6owc_OwjQhdDUn78WHh2gS0EPXZtQ




11 Aralık 2018 Salı

Bizim çocukluğumuzda...

Bizim çocukluğumuzda çember çeviren oğlanlarla, ip atlayan kızlar vardı.Ben gerçi çember çevirmedim ama, kızlar atlasın diye ip çevirir, yorulunca da yansınlar diye hızını arttırır muzurluk yapardık.

Bizim çocukluğumzda ellerimizde akıllı telefonlar,tabletler yoktu ama, ellerimiz ellerimizde bezirganbaşı,mendil kapmaca,sek sek, ortada sıçan,mahalle maçları ve saklambaç vardı...

Biz aşık olduğumuz kızı sobelemeye kıyamayan,sobelene sobelene kaybetmelere idmana bilmeden alışan iyi çocuklardık.

Tek yaramaz işimiz, bazı akşamlar ezan vakti, ''Kasım paşa canavarı'' yalanını sesli söyleyip, korkuyu tatmak; ya da komşuların zillerine basıp kaçmaktı ki, ben çalma işini sevmez, ama arkadaşlarımla ter su içinde kaçardım.

Koskocaman radyolar vardı ve TRT'den TSM dinlemek, akşam 21:00'de masal dinlemek, tarif edilemez sevincimiz olurdu.

Biz,İspanyol paça modaları ve üzerinde sarı kanarya olan plaklarda dönen çocuklardık...

O zamanlar İstanbul böylesine şişmanlamamış, insanların birbirlerine nazik davranışlarıyla mutluydu ve biz Şemsipaşa'ya (Çiftekayalar) sık sık ailelerle gider,karpuzları soğusun diye denize bırakan babaların yanında güven içinde gerçek gülmelerin lezzetini;annelerin yaptığı komşuların bir aradaki sofralarına katardık.

Bizim çocukluğumuzda insan da vardı, insanlık da...





10 Aralık 2018 Pazartesi

öyle...


"etrafıma ördüğüm 
duvarın tuğlalarını bana siz verdiniz."

logan draven






7 Aralık 2018 Cuma

Panteizm ve panenteizmi basit bir dille anlatır mısınız ?


Spinoza'nın Panteizminde ''Her şey tanrıdır.''

Bu görüş, Şeyh Muhyiddin-i Arabi (ks) hazretleri ekolüne benzetilirse aynı şey değildir.

“Lâ mevcude illa hu” (Ondan başka mevcut yoktur.) Hayat kaynağı olduğu için bir insanın her şey güneştir, ya da sudur demesine benzer. Kişi bununla diğerlerinin varlığını reddetmiş olmaz. Eser müesssir arasındaki ayrımın taktirini bilmeyenin zaten imanı, şükrü eksik kalır.
Konuyu kavrayamayanların sürçtüğü yerlerden tehlikeli bir geçit.

Hallac-ı Mansur, Sadettin Konevi (ks) gibi velilerin ''Her şey O'dur'' Yani Allah'tır şeklinde özetlenen inanma biçimi. Tasavvufun derin mevzularından.(Vahdet-i vucut) Yaratılmış her şeyi yaratan Allah olduğu için topyekûn her şey Odur demişlerdir. En basit ifade şekli bu sanırım.

İmam-ı Rabbani hazretleri : ''Vahdet-i Vücût' sekrden yani manevi sarhoşluktan,''fena halinden'' ileri gelir. Bu,zatı ilahi aşkın,muhabbetin kaplaması, tasavvufun başlangıçındaki velide meydana çıkar ki; ''İmam-ı Rabbani Hazretlerine göre, buna ''vahdet-i şuhûd'' demek daha uygun olur. Hiç şüphesiz eşya aleminde tevhidi müşahede etmek başka şeydir, eşyayı inkar etmek başka şeydir.''

''Mevlana Celaleddin Hazretleri, “fena mertebesindeki velinin” konuşmasını uygun görmemiş tehlikeli bulmuş “hâmuş olmayı” tavsiye buyurmuştur. İslam’da tasavvuf, “şeriata” aykırı düşmek değildir. “Şeriat” ve “tasavvuf” İslam sarayının “dış” ve “iç” tarafını, bir bütünlük içinde aksettirirler.''

Yine  Mevlana Hazretleri (ks)  şöyle buyururlar:

“Kul kendinden büsbütün geçmedikçe, onun gönlünde tevhid gerçekleşmez. Tevhid demek, senin varlığının O’nunla birleşmesi demek değildir. Yoksa batıl bir şey hak olmaz” Zira Allah (cc) kimsye hulul etmez, bu şirktir!

''Vahdet-i vücut ekolünde Allah için,yarattıkları inkâr edilirken,
materyalistler ve tabiatçılar bu meşrebi o büyük velinin anlayışına zıt bir şekilde,
tabiat namına Allah’ı inkar yoluna girmişlerdir.''

Panenteizmde ise, her şey Tanrı'dan sudur etmiştir. Ruhun tek amacı, oluştuğu Tanrı'ya dönmektir. Panteizm de ise -yukarıda değinmiştik- her şey tanrı demişlerdi.

Bu da İkinci bin yılın müceddidi, yenileyicisi İmam-ı Rabbani (ks) hazretlerinin -makul bir şekilde bizi ferahlatan- tanımına benzer.  

''Her şey Ondandır'' (ama O değildir)  

Şimdi Üstat Necip Fazıl'a kulak verelim :

''İmam-ı Rabbanî’nin anlatılmaz büyüklüğünü yine eseri anlatır:

(Mektubat)ın getirdiği, İkinci Binin Yenileyiciliği çapındaki yenilik; “Vahdet-i Vücud” meselesini aklın son haddiyle tesbit etmesi ve Muhyiddin-i Arabî hazretlerinin yanlış anlaşılan ve eserle müessiri bir gösterdiği vehmine düşülen “Vahdet-i Vücud” davasını tam gerçeğe bağlamasıdır.

“-Allah, ötelerin ötesinde, ötelerin ötesinde; ötelerin ötesinde…”

Yani, nerede onu buldum ve teşhis ettim sanırsan onun da ötesinde, namütehani ötesinde…

Meşhur düstur;

-Ne ki, o zannedersin; zannettiğin o şey, ona perdedir.

Böylece:

-“Heme ost” değil; ”Heme ez ost”… “Her şey o” değil; “her şey ondan” (Mektubat NFK)

En basit ve kısa açıklamasın inşallah başarmışımdır.  Bu arada dip not olarak, her şeyi detaylı anlamak çabasında olan çok kişinin imani tehlikeye düştüklerine hatta Allah korusun mülhid olduklarına şahit olmuşumdur...Konuyla ilgili bazı linkler aşağıda.

https://sorularlaislamiyet.com/vahdet-i-vucut-hakkinda-biraz-bilgi-verir-misiniz

http://ahmetarvasi.com/ahmet-arvasi-blog

http://www.felsefe.gen.tr/felsefe_akimlari/panenteizm_diyalektik_teizm_nedir_ne_demektir.asp

4 Aralık 2018 Salı

No problem !

Evden çıktı.
Çarşı merkezine yaklaşırken, bir arabanın içinden yere düşecek gibi başını ve bir kolunu çıkarıp haykıran şoförün narası ile irkildi :

- Bir inersem, komaya sokarım seni,  bir inersem komaya sokarım seni !

Ağzından saçılan tükrükler sigarasının dumanına karışıyordu. Bu ne öfke, kim bilir ne basit bir trafik kuralı ihlali ya da aksine haykıran adam kendisine öncelik ve saygı (!) beklentisi karşılanmadığı için böyleydi diye iç geçirdi.

Bindiği dolmuşta benzer şey, şoför bir başka araca saydırıyordu !

Dolmuştan indi, kırmızı ışıkta beklerken bir grup yaşlıca kadının, genç bir kadınla çekişmelerine şahit oldu. Dalgındı, olayın başını kaçırmıştı, kim kime neden çıkışıyordu bilemedi, bilmek de istemezdi. Genç kadın yeşil yanında önden depara kalktı, berikiler arkasından saydırıyorlardı !  Genç kadın da arada sinirli bir gülüşle kısa cevaplar veriyordu, geriye bakmadan. Adam genç kadına siz uymayın onlara, yaşlılar dedi. Ve ekledi : Kaşlarınızı çattığınız anları çekin, çok yakışıyor size !
Kadının siniri, üzüntüsü dağılmıştı. Teşekkür etti. Adam cevap vermedi. İkisi de kendi dünyalarına yürüyüp gittiler.

Adam elinde çocuğu ile yürürken karısı elinde sigara, arkadan sinirli sinirli sesleniyordu : '' O kadar da söyledim sana!'' Adam duymaz gibi yürümeye devam ederken iki genç çıktı kapıdan, biri diğerine cevap verdi: ''Ben bekarım no problem!''


1 Aralık 2018 Cumartesi

3,2,1


Ölmek dışında,
Artık hiç bir hikâyede yerim yok!..
Yalnız kendime kederim sanırdım,
''Gönülçelen'' olduğumu nice zaman sonra anladım!
''Baktın kapılacaksın,arıza çıkart!'' sloganım olmuştu.
Benim dışımda kimseler inanmadı.
Yanıldıklarını,yandıklarını,
İş işten geçtikten çok sonra anladılar!
Kendi enkazımın altında can çekişiyordum oysa...
Korkak,insanlardan uzak ve yaralı.
Bir emojim bile yoktu yüzüme takacak.
Olsa,kaçar mıydım insanlardan köşe bucak!?
Artık hiç bir hikâyeye sığmaz oldu şu harap gönlüm.
Hastalıklı bir bünye ile korudum kendimden seni,
Anlamadın!
Eşitsizlikte eşittik!
Uzaktan güzel sevdik.
İmkânsızlığın tılsımına kilitlendik.
Korkularım galipti,galip gelecekti,biliyordum.
Beddua eder misin, bilemem ama,
Kızma,kırılma bana...
Bildiğin gibi değilim!
Bilmediğin kadar çizilidir yüreğim...
Bugün ağlıyorsun biliyorum,ahlıyorsun!
Sevin!
Hafif sıyrıklarla atlattım diye...
Bak geçecek,
Üç...
İki...
Bir...