bir de aceleci şiirlerim var benim.
çok şeyi bir dizede söyleme telaşıyla hep yarım ve hep yaralı!
Gün biter
Ay biter
Ömrüm biter de
Aşka olan hasretim hiç bitmez…
Sevgilim, Rüveydam...
Adına eklemlenen sahip olma duygusunu, üstten virgülle bile ayırasım yok! Zaten seninle tüm kuralları kuralsızlık fırınına atıp, sonra ölçesim var. O fırın mı, benim sana olan gönül fırınım mı daha ateşli, daha sıcak, daha yangınlarda...
Rüveyda’m...
Adına eklenen aklımın, kalbimin, üstten virgülle dahi olsa ayrılığa zerre tahammülü yok! Şu ayrılıklar dünyasında, sen benim seve seve içinde kulaç attığım tek rüyamsın. İki harf arası bir virgül müthiş bir mesafe, çaresiz uzaklık… Gönlüm razı değil de işte imla kuralları…
Bu yüzden Rüveydam derken bir anda Rüveydam oluyorsun. Ne virgüllere, ne noktalara ne soru işaretlerine lüzum yok aramızda, olmasın da... Hele üç noktalara. Tek nokta yine ümit verir, ardından gelecek bir cümlenin habercisi gibi. Ama üç nokta; düşün dur, bekle dur, bak dur... Belirsizlikler vurur en çok da bir insanı, bir aşkı...
Bu adam belirsizlikleri hiç sevmedi Sevgili Rüveyda. Sanırım burcumun bir özelliği, aslan için her şeyin bir
izahı, açıklaması vardır. Belirsizliğin bile…
Senin ruhunun aksine, fiziğinin belirsizliği gibi… Flu, sisler ardında bir kadına mektuplar yazıyorum, adresi olmayan bir kadına… Hiç görmediğim, dokunmadığım bir kadına… Bir düş idin, ardın sıra düştüm. İmkânsız aşklar durağında bekleyen bir yolcu gibiyim, ne sana gelebiliyorum, ne senden gitmek istiyorum. Her gün ayrı bir güfte yazıyorum yazgımın sayfalarından sana, bestesi sen olan…
Belirsizlik…
Spor adına yürüyüş yapacağım güzergâh bile yeterli olmaz, en azından evde eksik bir şeyi de alıp dönmeliyim.
Planlı konuşmaları da sevemedim, politik olmak da bana göre değil, istesem de beceremem… Kalbim dilimdedir. Çıkarıma göre bir duruşum olmaz. Birisine içimde birikmiş bir şey varsa, söylemeden içim rahat etmez, adam aldırma, ne düşünürse düşünsün dediğim zamanlar azdır. Gönül yorgunluğu oluyor aslında ama ne yapayım, haksızlığa kayıtsız kalamıyorum.
Belki hiçbir zaman anlatırım sana benim belirsiz hikâyemi Rüveyda…
Seviyorum yalnızlığımın masum ve günahsız tarafını, öznesi sen olan…
Kaç yaşında olursam olayım, insanlar karşısındaki acemiliğim hep genç kalacak… Annem boşuna bana saf oğlum demiyor ve bazen iyi niyetim sebebiyle öyle şeyler yaşıyorum ki annemin o cümlesine ekliyorum: Annesinin aptal ilaveli saf oğluyum. diye… Bazı insanlara onlara gerekli diye maddi yardım yaptığında bile artık bu senin hem doğal görevin oluyor, hem de onlar seni sen olarak görmek yerine para olarak görüyorlar. TL Bey hoş geldiniz!
Sevgili Rüveyda!
Üstten virgülden nerelere geldik değil mi? Buraya yazamadığım daha neler var oysa...
İçimdeki günlüğüme yazıyorum sana söyleyemediklerimi... Çarpışan sesler korosunda, varlığın çıkıyor her defasında sisler ardından ve ruhum, yine dizlerinin üstüne çökerek; geceden, imkânsızlık elbisesi giymiş olarak derin bir matem çekiyor nefes nefes, sen diye...
Talan edilmiş ruhumda, sen vazgeçemediğim enfes bir istilacısın Rüveyda,
Ne uzaklarda bir yerdesin, ne de yakınımda; ikisinin arasında, ruhumda...
Artık sana yazmayacaktım güya 41. mektupla tamam demiştim. Anladım ki hem ruhumun tavan arasında, hem de burada nefes aldıkça hep sana, hep seni, hep hasretimi yazacağım... Gelmesen bile!
Sevgili,
Konu sen olmadıkça, konuşmak dilime yük. Zaten o mecali, ne kadar gayret etsem de bulamıyorum kendimde. Günlerin adı buralarda hep aynı, sen orada salı dersin, ben Rüveyda, sen çarşamba dersin, ben Rüveyda... Renkler de farklı değil. Sen gökkuşağı gibiyken burada belirgin renk gri ve grinin tonları...
Sevdiğim,
İçimde can çekişen bir derviş var. Yokluğunda nefesini arayan... Nefesim ol istedim, abıhayat gibi can ver canıma, can ol canıma... Kavuşamamış olsak da bana hissettirdiklerin, yaşattırdıkların için bile minnettarım ve seni sırf bunun için bile sevebilirdim.
Bir kere dilinden Ah adam! deyişinde, kelimeleri havaya karışmışken içime çekebilseydim dudaklarının kıyısından. Yine söylüyorum: Ben bu dünyada yaşadım, derdim
Rüveyda,
Havalar iyiden iyiye soğudu, ağustosta nasıl üşüyorsam, aralıkta da öyleyim. Yokluğun böyle üşütüyor işte… Yazdan sonra en çok sevdiğim mevsim sonbahar da bir çırpıda geçiverdi. Sarının tonlarına serpiştirilmiş nice notalarda adına yazılmış besteler dillerinde olarak gitti son kuşlar da… Ağaçlarda tek tük yapraklar; ha düştü ha düşecek, direniyor gibi gözükseler de kaderin eli henüz onlara değmeyi murat etmemiş.
Sokaklar yine masum bir sessizliğe büründüler; yazın gece yarılarına kadar, başkalarını düşünmeyen o bencil, insanı sinirlendiren gereksiz gürültü kirliliği yok artık.
Kediler yine boynu bükük. Kuşlar suskun, gök gri ben gri… Evlerin pencerelerinde ışıklar; her pencere ayrı bir hikâye, kiminde neşe, kiminde bilinmez bir keder, ayrı bir bilmece… Şu pencerede eşiyle şakalaşan elindeki patlamış mısırı karısına atan muzır bir adam ve karşılık olarak onun boynuna sarılan karısı…
Şu pencerede tek başına yaşayan, yaşlı bir kadın; onca çocuğuna rağmen bir başına, kendi kendisiyle konuşan, sitem eden, ağlayan bir kadın…
Sürekli geçmişten bir film izler gibi kendi filmine seslice yorumlar yapıyor, hayıflanıyor, söyleniyor. Geçmişi yaşadığı ana öyle taşımış ki hayatı kendisine zehir ediyor. Gidenlerin türküsünü söylüyor arada. Kendisinden çok önce ölmüş kocasına hâlâ âşık.
Bu kış yolculuk var, diyorsa için
Beni de beraber al anneciğim…[¹]
Şu pencerede yalnız bir adam. Evlenmiş boşanmış falan… Bir daha da cesaret etmemiş evliliğe, bir kadına yeniden başlamaya… Bir kadına başlamak, bir okula, bir üniversiteye başlamak gibi hele evlilik ile birlikte… Sınıfta kalmamak için büyük çaba, büyük emek ister, incelik ister, derin sadakat ister, karşılıklı güven ister, fedakârlık ister… Hepsinden önce çok sevmek ve saymak ister… Belli ki umduğu gibi sevilip sayılmamış.
Rüveyda,
Sende biraz kalmışsam eğer, yağmur yağdığı zamanlarda, Lütfen izin ver, düşsünler tenine, benim yerime...
Ateşe düşen pervaneler gibi...
Sana yakılan hasretler gibi...
Keşke ayrılıklar da yağmur taneleri gibi akıp gitselerdi hayatımızda... Sonra buhar olsunlar,
Ateşinde ve sonsuzlukta bir yerlerde seni beklesinler, Hep seni...
Adında adı eriyen bir Murat
[¹] Necip Fazıl Kısakürek
