Kalbim,
Şehrime hiç gelmedin, gelemedin sen...
Benim dolaştığım sokaklarda ya da Kent Park'ta hiç gezemedin.
Ayaklarının dibine düşen sararmış son nefesteki, son demlerindeki yaprakları da görmedin.
Onlara bakarken,
adına can çekiştiğimi de...
Baktığım göletin üzerinde kaygısızca uçuşan martıları, ördekleri de...
Sana uçan ruhumu da...
Kalbim,
Şehrime hiç gelmedin, gelemedin sen...
İzin sıra nasıl da dolaştığımı,
Belki sana rastlarım diye adımladığım caddelerden de haberin olmadı senin...
Adına Rüveyda dedim senin; adında neleri, hangi hasretleri gizledim...
Dokunamadığım hayalleri, söyleyemediğim düşleri, kekremsi hüzünlere sarmaladığım latif sırlı zamanları...Ve kan rengi gün batımlarında kapımı çalan sensizlikleri...
Adına Rüveyda dedim senin; sayfalarca dizdim fukara kelimelerimi, kitap oldun.
Sonra da kıskandım onu herkeslerden.
Kızdım kendime ne diye dolduruşa gelip kitap yaptım ki seni, bizi, hasretlerimizi, sevgimizi...
Mahremimdin sen benim.
Yüzünü benim gibi kimseler göremediyse de kıskandım seni.
Okurlarımın çoğunluğu kadındı ve bu benim tesellim oldu.
Zaten, bilirsin, erkekler romantik melankolik şeylere genelde burun kıvırırlar!
Kitap olmanın tek güzel yanı, sanki sen gelmişsin de, yatağımda mis kokunla hep yanımdasın, hep bana, hep sana bakıyoruz, bakışıyoruz, akıyoruz...Sanki soyuttan, somuta... anlıyorsun sen.
Yine kendime kızma, öfkelenme ve çokçası hasretimin tavan yaptığı bir gündeyim...
İki gündür fırtına var, sanki yeryüzü homurdanıyor, uğulduyor, çatılar damlar uçuyor, ağaçlar devriliyor. Benimse göğüm çöktü. Soğukta, yağmurlar altında düşmeyi bekliyorum, bir yaprak gibi...
İnsanın ümidi bitince, idealleri göçünce, anlamlı olmuyor şu misafirhanede daha fazla yer işgal etmek...
Adınla hitap edemiyorum...
Sevgili Rüveyda diyemiyorum!
Bir hal bu, her halden renkler taşıyan. Bir hal bu, bütün halleri hal eden...
Gözde yaş olsan da, akamıyorsun.
Akıp da beni selimde meçhule götürmüyorsun.
Yokluk orada bir yerlerde, ben senin gamında...
Anladım!
Senden hiç haber alamayacağım artık!
Kendi avuntularımın içinde melankolik sevdam ile baş başa, göçüp gideceğim şu sefil dünyadan!
Yüzünü göremeden, sesini duyamadan, elini tutamadan...
Kalbim!
Şehrime hiç gelmedin, gelemedin sen...
Ama evim, gönlüm gibi hep seninle doluydu...
Kent Park'ta bir bankta oturan ve beni bekleyen sendin!
Gelişimle ayağa kalkıp bana sımsıkı sarılan, o efsunlu kokunla beni benden eden sendin.
Birlikte ördeklere, martılara ekmek atan bizdik. Çocuklar gibi şen, Mecnun gibi vurgun...
Bizdik ümitsiz bir aşk hikâyesinde başrol...
Bizdik; şayet kader izin verse, dünyayı umursamadan, sevgimize kaçacak olan...
Bizdik; zaman aşımına yan bile bakmadan, zamanda akacak, zamanda kaybolacak olan...
Bizdik tertemiz sevip, her gün sevdamızı taze gözyaşlarıyla sıcacık sulayıp büyütecek olan...
Kısacası Kalbim,
Yenildim!
Bir yudum avuntu Murat