''Sen, orucu, şaşılacak acayip meziyetleri bulunan bir şey olarak bil!
Oruç, insana can bağışlar.
Gönül lütfeder.
Sen, şaşılacak bir şey görmek istersen, oruca şaş!
Sen, göklere çıkmak, Miraç etmek sevdasındaysan, şunu bil ki, oruç, senin önüne getirilmiş bir Arap atıdır.'' Hz. Mevlana [kuddise sirruh]
Bugün dünümüz ile aynı değil değil mi? Çünkü orucun getirdikleri ve götürmeye başladıkları savaş halinde vücut ülkemizde. Nefis mutsuz ve belki de huysuz! İftar sevinci sofradaki nimetler içinse vah sana!
Ama ''bugün de orucumu delmedim, öfkesiz, gıybetsiz, yalansız, haramsız tamam ettim, çok şükür!'' derken kalbimiz şu ilahi vaat için çarpıyorsa:
''Ademoğlunun işlediği her hayır iş kendisi içindir. Fakat oruç öyle değildir. Oruç sırf benim için yapılan bir ibadettir. Onun mükâfatını da ben veririm.” bahse konu iftar sevincinin kapısından içeri alındık demektir.
Bir hocanın dediği gibi; Mükafatı bizzat Allah'ın kendisi, cemali olsa gerek!
Oruç can bağışlar. Can ne ola ki? Aşıkların ''Bir ben var benden içeri'' dedikleri olmasın?
70 şeytan gücündeki nefsimiz, atsan atılmaz satsan alan olmaz! Doyumsuz, arsız, nankör, şikâyetçi, ar bilmez, hayadan anlamaz. Şehvetin bütün çeşitleri onun gıdasıdır.
Bize orucun can bağışlayacağı o can gerek! Ona gönül derler. Et parçası kalp sanma, o pompa! Zaten oruç tutmak da bir gönül işi. Dışarıdan söylemesen kimse oruçlu olduğunu anlamaz. Sırf Allah'ın rızasını hoşnutluğunu kazanmak için bir gayretin içindesin. Gıdalar, su elinin altında ama yemek-içmek ''izin vakti'' ''rıza zamanı'' gelmedikçe aklından geçmez. Oruç ihlastır. İhlasa açılan en büyük kapı olduğu için de acaiptir. Bir gayri müslim oruç tutan birine safça demişti, ''gel şu köşeye saklan bir şeyler ye, bol bol su iç!'' Zavallı Allah'ı ne kadar az biliyor, ya da hiç bilmiyor!
Annem artık oruç tutamıyor ve tutamadığı için yanan yüreğinin kokusunu duyabiliyorum, fidyesini veriyoruz. Ona kahvaltı hazırlarken o üzülüyor bense bir zamanlar çocukken onun oruç tutup beni beslediği günleri anıyorum. Sırayla diyor ve aklıma şu ayeti getiriyorum:
''Onlara merhametle ve alçak gönüllülükle kol kanat ger. “Rabbim! Onlar nasıl küçüklükte beni şefkatle eğitip yetiştirdilerse şimdi sen de onlara merhamet göster” diyerek dua et.'' [İsra:24]
Oruç körelen şefkatimizi de cilalar. Hz. Mevla'nın sözlerinin gölgesinde, mücrimliğimi itirafla, Allah'tan yardım ve Hazreti Pir'den destur ve feyiz dilerim. Nasıl böyle bir cür'ete kalem oynattığımı ruhum, bedenimin gözlerinden ''acaip, acaip, çok acaip!'' diyerek şaşkınlıkla izliyor!
Zaten insan denen bu meçhul başlı başına acaip bir mahluk değil mi?