''dur !
bırak !
kaynasın kahvenin suyu...
bana İstanbul’u anlat nasıldı?
bana boğazı anlat nasıldı?''
Cem Karaca
yorgundu İstanbul!
özlemekten,
beklemekten,
gereği gibi sevilememekten..!
ağlıyordu İstanbul!
çocukluğun saklı,
bir kaç anı parçasına,
siliyordu gözyaşlarını!
Toptaşı eski Toptaşı değildi!
yazlık Gül sinemasının,
üzerine dikilen mezar taşı gibi,
kocaman apartmanlar dikilmişti!
berber Ruhi amca öleli uzun yıllar olmuştu!
Karacaahmet eskilerin sohbetine doymuştu!
bana İstanbul'u sorma!
sorup da ağlatma!
içimdeki birikmişimi dağlama!
Zeynep Kâmilin duvarlarına yaslatma!
içimin seslerini yeni doğan seslere karıştırma!
eski Beyoğlu'nu soruyorsun!
gençliğimiz gibi değil!
değişti, dünya gibi karıştı!
yeşilçam sokağı göçenlerinin
ardına düştü,
aklı karıştı!
Mihrimah Sultan hüzünle bakar,
Gülnuş Valide sultanın gözlerine..!
okunurken bir kızılca ikindide,
selatin ezanları...
Üsküdar, Kuzguncuk, Çengelköy
Eyüp, Balat, Fatih...
vefa yüklü kadim semtler...
gelmez artık çağ kapatıp açan o koca Fatih!
bana İstanbul'u sorma!
sorup da ağlatma!
şair Zati'nin adı kaldı!
köşede toplaşan gençler bir bir azaldı!
Kızkulesi'nin canı sıkkın!
intihar ederdi belki,
Galata Kulesi ona yarenlik etmeseydi!
Şemsi Paşa, Salacak bunalmış!
Çifte Kayalar sizlere ömür!
Sefa tepesi hâlâ muhteşem!
Süleymaniye'ye hayran el sallar!
bana İstanbul'u sorma!
sorup da ağlatma!
Üsküdar Lisesinden geçtim dün!
anılar hep birden el salladı!
Doğancılar parkı zayıflamış!
Hazreti Hüdayi'de nefes alabildim!
çöktüm dizlerimi
büktüm boynumu...
sustum, sustum, sustum!
bana İstanbul'u sorma!
sorup da dilime Rüveyda'yı dolatma!
aşkın kokusuna yandırma!
bana İstanbul'u sorma!
sorma, sorma işte!