Âşık’ın secdesinde bir sır gibi bekleyen,
İçimdeki Buhtunnasır’ı yıkmaya azmetmiş bir dua.
Yıkıldıkça yükseldim;
Her harabede bir inşa, her külde bir nefes.
Ben...
Babil’in saraylarında kaybolmuş seslerin ardından,
İrem’i kalbimde yeniden kuran sessiz mimar.
Süleyman’ın mühürlediği suskunluk,
Belkıs’ın aynasında çatlayan bir nergis.
Anka’nın kanadından dökülen bir sabırla,
Küllerimden geçerek geldim bu kapıya.
Her bakışta yeniden doğdum,
Her sessizlikte daha çok işittim.
Ben...
Ne bir şehir, ne bir duvar, ne de bir sığınak…
Âşık ile Ma’şûk arasında görünmeyen sır,
Bütün yıkımların ardından kalan tek ayna.
Kanarya Banu Dağ
SİTAREYE YAZILAN MÜEBBET
Bir yaranın üstüne basılmış tütün gibiydi hatıralar
Her nefes, ciğerlerime perçinlenmiş bir vebal
Nemrut bir suskunlukla baktı aynadaki ben
Ayrıkotları sardı dilimin kenarlarını Konuşsam isyan
Sussam rıza, ikisi de zırh...
İkisi de yumruk
Tan yerinde çatladı bir kartalın kanadı
Mersiye olup indi yeryüzüne serçekuş
Yeşilin en yalnız tonunu kusarken ırmak
Bir remizdi belki, belki de tevbe:
Gözkapaklarımda mühürlenen bir ah!
Nabzımda akkor bir öfke
Dilimin altında mühlet bekleyen kelimeler
Bir ömrü müebbete çeviren,
İzahsız, tuz yanığı acıların imlasında
Sitare gibi sarkan tek harf: ben
Ve şimdi
Diz çökmeden dua etmeyi öğreniyorum
Çünkü bazı dualar,
Ayakta kalmak için yumruk sıkmaktır!
Ve bazı suskunluklar
Derindir kabir kadar
Evrensel bir bilgidir;
Ayakta ölür ağaçlar
Gövdesinde hâlâ öter kuşlar...
Kanarya Banu Dağ