31 Aralık 2017 Pazar

Yılın son sizden gelenleri

''Merhaba Üstadım,
Rüveyda'ları seslendirmeyi düşünmüyor musunuz ?  Tebrik ederim yine harika yazmışsınız...''

***

''..bu Rüveyda'ya mektup çok farklı diğerlerinden,
başka bir şey var ruhunda bu mektubun...Sesli okumalısınız ''

***

''Niçin seni okurken kendimi okur gibiyim?''

***

''..sağlık sıhhat huzurlu uzun ömür diliyorum..Rabbim sizi Ruveyda'nıza  kavuştursun inşallah ;)''

***
''Melankolik ve şapşalın tekisin, seni okuyup şımartanlara ne demeli ? Övgüleri yayınladığın gibi hadi bunu da yayınla da görelim,kendini beğenmiş yazar bozuntusu!'' 

[ Yayınlamam için tahrik girişimine kapılıyor ve yayınlıyorum,😊 ne yaparsın adımız üzerimizde o övgüler bu şapşala ''bir yudum teselli...''] 

***

''Günün saatin dakikaların nasıl bittiğini anlamıyorum.
Yardan ayrı geçen zaman diliminin hiç bir öneminin olduğunu düşünmüyorum.
Bırakıyorum da geçsin, canı nasıl istiyorsa öyle aksın zaman. Nasılsa benden yana değil. Sevdigimden ayrıyım....
Kayıp bahtım.''

***

''Ruh-i tabiatınız mehtâbı karşıladıkça her gece
Medet umduğum aynalar tenhâ.
Ben değilsem, o değilse bir gül yaprağında çıkardığınız yangın kime?

Acıkınca,susayınca...
Sarıldığın saldırdığın toprak güzel  değilse
Aşka mesafe koyan yüzü kurşunlu aynalar
Gözlerinde ise
Haberli midir huzur ,
senin için yaşadığı çağdan ?
Dağıtırken kendini beyhûde.
Ah gözünün aydınlığına ve ruhunun buğulanan camlarına çizdiğin fiziksel güzelliğin bezirgânbaşı.

Masallardan göçüp
size /ruh-i tabiatınızaa doğru uçan
Biteviye etrafınızda dolaşan
kanatsız  kuşları beslerken gözlerinizle.
Huysuzluğunuz
Hani şu çirkin kadınını kahreden canım.

Kabrine nûr, g/özüne sürûr olup akamadığım gecelerde
ehl-i dil mi oldun  ?
Hiç mi kıskançlık yapmadı
aynalarla bütün bağları çözmedi bu çirkin kadın
"Câm-ı şarâb Lâl-ü leb'in mübtelası "
olduğundan bu yana.''

***

''Bıraktığınız mektuplar kadar harâbat-ı tesellim.
Bıraktığım vedâlar kadar kırık sükûtum.''

***
''Sen o değilsen ; ben o değilim ; biz biz değiliz.Ne hayal ne de gerçeğiz,
şımarık rengârenk iki kelebek misâli  mısralarda ömür tüketmekteyiz.''

***

"Acemi marangozun talaşı , tahtasından fazla olur."

***

''Varsın Olsun,
Renksiz Uykularıma Rüya,
Ömrüme Nefes,
Nefesime Ömür,
Ruhuma Ruh,
Aşkıma Aşk,
Sevdama Sevda Olma...

Varsın Olsun,
Sen Uzak Dur Gönlümün Koyu Karanlığından...
Bilmediğim Yollarda,
Dudaklarımdaki Titremeler İle,
Gözlerim "Sen" Derken,
Ben Kalayım Aşkın Çıkmazında...

Varsın Olsun,
Sen Gülüşlerini Başkalarına Sakla,
Ben Karanlığı Aydınlatırım Gözlerimdeki Yaşlarla...

Varsın Olsun,
Ben Ömrümü Uğrunda Öleceğim Bir Sevdaya Adayayım,
Bu Aşkı Yudum Yudum İçip,
Hiç Düşünmeden Ömrün İçin Ömrümü Vereyim...
Ki, Ben Başka,
Bambaşka Seviyorum Seni...
Aklının Alamayacağı Bir Şekilde,
Bazen Çıldırırcasına,
Bazen Her Bir Zerremden Yeni "Sen"ler Doğururcasına...''



Rüveyda'ya mektupları, seslendirmek; nesir yazıları olduğu için denemem lazım, emin değilim.
Bu seri sebebi ile, sizlerin de kaliteli,güçlü mektuplarıyla tanışmış olduk, renk katıp güzelleştirdiniz. Olur da günün birinde, kitap olursa Rüveyda'ya mektuplar, sizden gelenleri de aralara serpiştirerek kitaba değer katmış olacağımdan emin olabilirsiniz. 

Bir nokta daha; burada, özellikle Rüveyda serisi başta olmak üzere, yazdığım her şeyi, birebir şahsımla özdeşleştirip, monte etmeyiniz lütfen. Bazen, şiir-edebiyat icabı o okuduğunuz şeyler, bazen de tam bendeniz...

Evet işte bir çırpıda geldik koskoca bir miladi yılın daha son gününe.

Şimdiye kadar okuyarak, hem okuyup hem de mektuplarla, bloğumu kıymetlendiren herkese müteşekkirim. 

Okuyup bir kere bile yazmayan dostlar da var biliyorum, lütfen siz de yazın. Yazarken de hangi ülke ve şehirden onu da bilmek isterim. 

Bu güller size, kucak dolusu sevgiler, selamlar.






29 Aralık 2017 Cuma

dedi/dedim






Kuranı Kerim Soruyor !


Kur`an`da insana yönelik sorular var. Kur`an Rabbin kelamı.
Öyleyse sorular, Halık`tan insana yönelen sorular.
İnsan, kendisine herhangi bir varlık tarafından sorulan sorular karşısında duyarsız kalamaz. Bir çocuk soru sorsa, anne – baba soru sorsa, öğretmen soru sorsa, devlet soru sorsa…

Kimine zorunlu olarak, kimine gönüllü olarak cevap verir insan. Cevap vermediği zaman, içinde bir ukde kalır.
-Nereye gidiyorsunuz?
-Neden böyle düşünüyorsunuz?
-Neden üzülüyorsunuz?
-Bu işin içinden nasıl çıkacaksınız?
-Kimin peşine düştüğünüzün farkında mısınız?
-Bu cinayeti neden işlediniz?
-Yediğiniz yemeğin içinde zehir olduğunu biliyor musunuz?
-Yürüdüğünüz yolun uçurumda son bulacağını bilmiyor musunuz?
-Zorlu bir yolculuğa çıkacaksınız. Yol için bir şeyler hazırladınız mı?

Hayatı boyunca böyle binlerce soru sorulur insana…
İnsan ister istemez kafa yorar, cevap arar… Çünkü işin içinde kendi hayatı vardır.
Allah`tan gelen sorulara gelince, belki de insan için en hayati sorular bunlardır.
Çünkü soruyu Yaratan sormuş, yarattığı varlığın serencamına ilişkin en doğru istikameti kazandırmak için sormuştur.

Yaratan`ın yaratma fiili abes olmadığı gibi, sorusu da abes olmaz.
Kitabı boşuna gönderilmiş değildir. O kitaptaki tek harf, hatta tek hareke bile boşuna değildir.

İnsan hayatı dünyadan ukbaya doğru akmaktadır.
Soruların tamamı insan hayatı ile ilgilidir.
Öyleyse, dünya hayatı ile ilgili soruların cevabı bir gün mutlaka istenecektir.

Soru yaşamaya ilişkinse, cevap, yaşanıp yaşanmadığı ile ilişkili olacaktır. Soruyu sorana “Evet yaşadım”, ya da “Hayır yaşamadım” tarzında cevap verilecektir.
Soru düşünmeye ilişkinse, soru inanmaya ilişkinse, soru sevmeye ilişkinse, soru bir yanlış davranışı neden yaptığına ilişkinse…

İnsan, her bir soru için anlamlı, inandırıcı cevaplar geliştirmiş olmalıdır.
Bir dünyaya gidiliyor ki, dil konuşmasa bile eller, ayaklar, deriler cevap verecek.
Cevabı hazırlamak için öncelikle soruya muhatap olmak gerekiyor.
-Bu soru başkasına değil, bana soruluyor! Ya da başkası ile birlikte bana soruluyor.
Sonra soruyu kavramak, özümsemek ve hangi nitelikte cevap isteniyorsa o cevabı bulmak gerekiyor.

Kur`an, mesela, “Rabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız?” diye soruyorsa, hem defalarca soruyorsa, durup düşünmek lâzım.

Bir ayette nimetler söz konusu edilerek “Saymak isteseniz sayamazsınız” deniyor. Demek ki sayıya gelmeyen bir nimetler yekunu var. Acaba bunlar içinde görmediğimiz, unuttuğumuz hatta yalanladığımız nimet var mı?

Belki de hemen, bir “nimet sayımı”na gitmemiz icap edecek. Nefesi tut, bir nimeti keşfet. Bir parmağını bağla, bir başka nimeti keşfet, tek ayakla yürü, bir başka nimet… Çiçekleri kaldır, gözlerini yum, kulaklarını kapa…

“Gökten suyu kim indirirdi O olmasa… Yerden bitkiyi kim bitirirdi? Size ateşi kim verdi?
“Görmedin mi? Görmedin mi? Görmedin mi?”

Yaratıcı defalarca bu soruyu soruyor.
Demek görmüyor insan.
-Gördüm Ya Rabbi, görüyorum ya Rabbi. diyebilmektir cevap.
-Gök nasıl yükseltildi biliyorum ya Rabbi, dağlar nasıl çakıldı yer yüzüne, yer yüzü nasıl döşek haline getirildi, biliyorum. Sen varsın hepsinin ibdasında, inşasında…
Kur`an, yani Halik-ı zülcelal soruyor:
''Kim var, Allah`a karşı size yardım edecek?''

Demek insandan böyle tavırlar müşahede ediliyor. İnsan, sanki Allah`a karşı sığınaklar arıyor, yardımcılar bulmak istiyor… Herkesin yaratanı O, kim olabilir insanı Halık`tan daha çok sevecek, ona daha çok ikram edecek, ya da O`nun gazabı söz konusu ise, kim engelleyecek bunu? Her varlığı O yaratmadı mı?

İnsan, şayet davranışlarında böyle arayışlar varsa, ebedi âlemde onun hesabını vermeyi düşünecek, çünkü bu sorular cevabı verilmek üzere soruluyor.

İsterseniz en başa dönün. Halik-ı zülcelal en baştan bir düşünce dünyası inşa edebilmemiz için soruyor:
-Sizi boş yere, oyun eğlence olsun diye mi yarattık? Başıboş bırakılacağınızı ve hesaba çekilmeyeceğinizi mi sandınız?

İşte sorular nizamının omurgası… Soru sorulmuş, cevabı da içinde:
-Sizi boş yere, oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık, bir. Mutlaka hesaba çekileceksiniz, iki.
Soru soruluyor ki, insanoğlu onun üzerinde düşünsün, hayatın mebdeini – meadını idrak etsin.
-Neden az şükredersiniz?
-Şükretmez misiniz?
-Akl etmez misiniz?
-Neden düşünmüyorsunuz?
Defalarca soruluyor bu sorular Kur`an`da…
Şükür isteniyor, akl etmemiz isteniyor, fikr etmemiz isteniyor… Görmemiz isteniyor.
-Namaz kılan bir kula mani olanı gördün mü? Yalan söyleyen, yüz çeviren adamı…

O da gündeminde olsun, demek bu… Karakteri düşük bir adam o, onu bil, demek.
Yaratıcı soruyor:
-Size Şeytana tapmayın, o sizin apaçık düşmanınızdır demedim mi, ve bana kulluk edin, doğru yol budur demedim mi?

Bu sorunun bizden beklediği cevap nedir? Yarın nasıl bir hayat dosyası götürürsek Halik-ı zülcelale, bizim, sorunun cevabını en doğru şekilde verdiğimize hükmedecek acaba?
Yaratıcı soruyor:
-Ey iman edenler! Yapmadığınızı neden söylersiniz?
Bu soru inananlara soruluyor. Başkalarına söylediği halde kendisi yapmamak gibi bir illet söz konusu demek ki inananlar için…
Nasıl verilir bu sorunun cevabı?
Bir iki yüzlülük sorgulaması bu.
Aslında en zoru, bu sorunun bize bu dünyadan göçtükten sonra sorulması hali. Çünkü geri dönüş yok, telafisi yok.

Aslında ebedi hayatın başlangıcı, bir hayat sorgulaması halinde geçecek.
Binlerce soru konacak insanın önüne?
Kur`an`ın sorularını anlamak ve üzerimize almak, “Bu soru bana soruluyor, bunun cevabını hazırlamalıyım” demek, ebedi hayatın sorularına hazırlanmak anlamına geliyor.
Yaratıcı soruyor:
-Nereye gidiyorsunuz?

Allah`ın yolundan başka nereye gidilebilir? Şeytan`ın adımlarına uymanın getireceği felaketi düşünün, demek bu.
“Nereye gidiyorsunuz?” sorusunu duyan insanın, şöyle bir durup, istikametini yeniden tayin etmesi ve “O`na doğru koşması” gerekiyor.

Kur`an sorularla bizi, doğru bir imana götürmek ister. Zihinlerimizi sora sora arındırır, olmazları sora sora gösterir? “Olmazlar” Kur`an dilinde adeta “Buna nasıl inanırsınız?” şeklinde bir soru olarak çıkar karşımıza.
İnanılması gerekenler “Dünyanızda bunlar bunlar var, buna nasıl inanmazsınız?” şeklinde bir soru kalıbına dönüşür.
Yanlış tapınmalar, “Bu da tapılacak şey mi? Kendi kendilerini bir sinekten bile koruyamayan şeylere tapınılır mı?” sorusu ile çıkar önümüze…

Kur`an kendi içinde, insan muhakemesini adeta soru yağmuruna tutar, ta ki gerçek iyice özümsensin…

Kur`an sorularıyla insanın saplantılarını silkeler, cevapları ile gönülleri durultur.
Yeter ki Kur`an`a kulak verilsin.

Hayatta Kur`an`ın soru ve cevapları ne kadar erken kavranırsa, o kadar müstekıym bir hayat inşa edilir.

Hiç şüphe etmemek gerekir ki, Halik-ı zülcelal, bir gün sorgu meydanına çağıracak insanoğlunu…

Cevap kağıtlarından emin olarak varmak gerekiyor o meydana… Çünkü ikmali – bütünlemesi yok hayat sınavının…

http://www.islamisite.net/kurani-kerim-soruyor/

27 Aralık 2017 Çarşamba

Rüveyda'ya mektuplar (29)

 


       o içimde hiç susmadan sürekli çalan,
aynı şarkının,
       damla damla dökülen notalarının,
kalp duvarımdaki sızıydı... 


Sevgili Rüveyda,

Hüznümün koyulaştığı demlerde, kaçtığımsın. Korkuyorum bu gidişle insanlar yıldızları da çalacaklar, gökteki ayı üzdükleri yetmiyormuş gibi… Faniliğin rengine bürünüp de geldi akşam. Gün ölmek üzere… Gün öldürüyor ömrümden bir günü daha…

Ah kaçıncı akşam bilen yok! Sen yoksun, ben iyi değilim ve üşüyorum!

Üşüdüğüm demlerde, üzerime örtülen yorgan gibi sıcak sobanın  yanında yer açan ev sahibi gibi sığınılansın...

Neredesin?

Sorgusuzca, soyunup da gel, şartlarından, kuşatmalardan! Eşine rastlanmayacak günler bizi beklerken, sıyrıl prangalardan! Veda etmeden gel, zaman yok; hadi duy artık sesimi! Gözlerime baksan sessizce, anlatır onlar sana hasretlerimi... İsim arama hikâyemize, ardına bakma, sadece gel!

Sevgili Rüveyda,

Artık iyice inanmaya başladım; ben yalnız öleceğim!

Belki de, omzumdaki veballeri bu ceza ile ödeye ödeye göçeceğim!

Biraz yazarsam, ruhumun saçmalıklarını sana olan hasretimle harmanlarsam, iyi olurum belki sana yazmak, seni yazmak bu adama terapi…

Belki sabaha bu mektubu sana göndermeden yanan sobayı şenlendiririm! Fena mı, aşk ateşinde yanar soba da sahibi gibi! Kaybedişlerin, kaybedenlerin şerefine çekiyorum keşkeleri içime, derin derin... Annem yine hastaydı; Giderken beni de götür, unutma sakın! dedim içimden. Bir insan yürüyen cenaze olur mu, olur! Yaşama tutunmak için bir gayesi kalmamış insan, ancak onu tanımayan başkalarının gözünde yaşıyor görünür... Umut, yaşam sevinci öyle büyük nimetlerden ki... En az sağlık, en az akıl gibi... Şair ne güzel demiş:

Bir delice serçe kuşun kanadı,
akıllı rüzgarın seyrini bozar![¹]

Deli rüzgâr olmaya ne çok adaydım. O serçe kuşu hiçbir zaman uğramadı benim semtime... Esişlerim de işe yaramadı. Ben estiğimde serçe kuşu ortalıkta yoktu; o uçup kanat çırptığında da, ben başka ülkelerde fırtına, boran oluyor, aşksızlığın hasretinden burnumdan soluyordum!

Oysa ben:

Bambaşka bir yerde olmak isterdim.
Pek çok şeyin bambaşka olmasını isterdim.[²]

Olmadı, bir başka bahara diyemem! Çünkü bu sonbahar, son hazan aşktan yana!

Hakkımızı kullandık aşksız  geçen ömürde, mevsimler nehirler gibi çağladı, peş peşe hızla aktı gittiler! İçimde kaldı bir kadına sunmak istediğim seviler…

Gençlik bir süstü, gelip geçti,
Nefsim dünyaya doymamaktan küstü! [³] Benim dünyam sendin Rüveyda...

Sana doyamadım, kanamadım, sadece aradım, bekledim ve yandım! Sen, keşfedilmek isteyendin; seni keşfeden, sana sahip olabilirdi ve sen oracıkta verirdin ruhunu... diyen iç sesime yankıdır Rüveyda... Biliyor musun, seni kıskanan ve senden yana sitem eden kadınlar var! Hoş ve anlaşılabilir bir kıskançlık olmakla birlikte, pek de sevimli, sempatik. Sebebini tekrar etmek abes, önceki mektuplarda yeterince izah ettim biliyorsun...

Alışmak bazen güzel bir bağış, bazen müthiş bir işkence, kaybedince. Uzun zamandır alışmak korkusu içinde ve alışılmamaya çaba harcıyorum. Ne ben birisine yokluğunda ağlayacak kadar alışayım, ne de birisi bana, üzüntü çekecek kadar alışsın. Sevgili Rüveyda,

Farkındasın zihnim dağınık. Konudan konuya geçiyor gibiyim. Birbiri ile bağlantılı olsa da, geçişler konusunda özenli değilim. Kaleme hükmedilmez, kâğıt caddesinde dilediğince yol alır.

Hem yazsak kime ne, bir nebze ruhumuzun atıkları kâğıt üzerinde Arnavut taşları gibi eğreti dizilişlere kurban olmuyor mu? Sonra kalem bir tarafa, kâğıt bir tarafa, rüzgâr ayrı yönde, serçe kuşu ayrı... Sonuçta:

Bitpazarlarına düşmüş kitaplara benziyor yalnızlığımız kimselerin açıp okumadığı... [⁴]

Sevgili Rüveyda,

Ben, iyi olmadığım zamanlarda -ki genelde yani- insanlardan uzak dururum. Hem anlayıp üzülmelerine sebep olmamak için hem de istemsizce içime, daha çok derinlere saklanırım.  Şimdi yine öyle yapacağım. Seni istemeden, bilmeden üzdüysem, lütfen mazur görüp affet... Serçe kuşundan ürken bir Murat

[¹] Kanarya Banu Dağ
[²] Franz Kafka
[³] Necip Fazıl Kısakürek 
[⁴] Nuri Can

26 Aralık 2017 Salı

Tuz Buz

Bugün sizlere tanıtacağım, 80 sahifelik şiir kitabı, Tuz Buz'u, yayın evinin takdimi :

''Yok olan umutların şairi diyebiliriz Hatice Maraşlı’ya. Özlemin, sevginin, aşkın, çevrenin görmez- duymaz hissiyatların eserini meydana getirmek uzun bir yolun sözsel anlatımlarında vardır. Bu kitabı okurken  görecek ve düşüneceksiniz. Tarih bir anda gözünüzün önüne gelecek.

Hatice Maraşlı uzun bir yolculuğun başındaki kaptan gibi uzaklara bakarak geliyor.

Nafile demeyeceğiz hayata. Tutunacağız yaşamın en uç noktasında bile şiire. Hoş geldiniz şiir ırmağına. 

Aslan Bayır- Baygenç yayıncılık'' 

Bendenize senin kitabın ne zaman diyorsunuz, tembelliğimi aşmanın dışında, kitaplık çap ve hacimde olduğuma ikna edebilsem kendimi...Belki Rüveyda'ya mektuplar 50'yi bulursa, sizlerden gelen mektupları da araya serpiştirerek, hatıra olarak saklama amaçlı bu dediğinizi yapar mıyım bilmiyorum..!

Şaire hanımı, biyografik olarak tanımıyorum, esasen şair ve yazarları fazla tanımamak, yazdıklarından lezzet almak adına akıllıca bir yol diye düşünmüşümdür.
Ve kitaptan beğendiğim bir şiire geçelim :

BİLEMEZSİN...
Bu yaraya da katlanırdım.
tuz basanım sen olmasan
“Hiçbir şeyim yok” desemde
sensizlikten dem vurarak
en çok, ömrümü çürüten
hayalci gözlerimdeki nemsin.
Biliyorumki;
Zıt kelimelerle örülmüş bizimhikayemiz
Bendeki sen,
sendeki senden çok farklı mesela…
Sen kavuşmaların şevkindeyken
bende hep özlemsin…
Mesela, sen mavi desen gülerek
ben boğulurum en derinine inerek
hasrete çalan gözlerinin
Bilmezsin…
Hala keşfedilmemiş bir hastalık var, desem
yarama az biraz daha tuz basarak
merak bile etmezsin…
Etsen de, sensiz kalmadan
sen nesin, bilemezsin..!
İmkansızın kapkara kareköküyüz işte..
Sen dışta kalan ,ben kök içindeki sayı…
Ben çıkamıyorum
Sen katlanıp gelmek istemiyorsun
Yine de umut bu ya;
bir sabah gelsem diyorum
rengarenk kuşlar gibi…
Ya da ağlamış
geceden kalma baykuşlar gibi…
Ya gülsen
göğünün yüzü olsam
sarsam tüm dünyanı
Ya da istesemde kaçamasam
kırsan kanatlarımı…
Dünya dediğin nedir ki
evrende küçücük bir nokta
Mesafeler değil ki ayıran
Düşüncelere giden bir yol varmı?
İşte, onu bulmalı insan…
Şimdi düşünüyorum da;
Tüm güzel sözleri sen bana
Tüm güzel sözlerden oluşan şiirleri
ben sana yazmalıydım oysa ki…
Şimdi, yokluğun göğsümde  masmavi bir atlas
ve yokluğundan kuşlar geçiyor
kanatları birbirine değmeden
Ben geçemiyorum..!
Kuşlar yaşıyor senden bî haber
Gün kaburgalarıma batıyor
ben ölüyorum…
Bir ferahlık ver, ne olur…
Gönder tüm kuşlarını
göğüs kafesinden mavi atlasıma…
Ayaklarına bağlayıp tüm susuşlarımı
sığınıp ağlayayım kanatlarına…

Kitabın içine serpiştirilmiş nesir yazılarını daha çok sevdim, onlardan birisini yazmak zaman işi olduğu için, fotoğrafladım, üzerine tıkladığınızda büyüyecektir.


Şairin önsöz, giriş ve ilk söz yazılarını okuyunca, derin ve zengin düşünce dünyasının ip uçlarını fark ediyorsunuz.

Amatörce yazan dostlara destek ve teşvik anlamında bloğumda yer vermeyi seviyorum. 

Hatice Maraşlı hocaya imzalı kitabı için teşekkür ederken, başka kitaplarda buluşmak temennisiyle diyelim.

Kitabı isteme adresi : http://www.kitapyurdu.com/kitap/tuz-buz-/440975.html




25 Aralık 2017 Pazartesi

Rüveyda'ya mektuplar (28)

 


              bazı insanlar besteyi yaşar,
diğerleri sadece şarkı dinler...


Hey Rüveyda!

Sesim geliyor mu?
Leyleğin ömrü gibi
Rüveyda diye diye Kaf Dağı’na mı seslenmekteyim.
Görüş alanında değilsem, sağır da değilsin ya... 
Merhametin azsa, zalim de değilsin ya Gururun varsa da kibir senden uzak olsun!
Surete bakıp kın sebebi ile kılıcı görmeyenlere yazıklar olsun!

Hey Rüveyda!

Elma da dersem çık, armut da dersem çık ve sobele beni! Muhatap al, Sevmedim, sevemedim seni! de… Yeter ki senden bana bir hitap gelsin!

Görmüyor musun, özlüyorum; hayır ölüyorum!

Ölüm kurtuluş; ben, inim inim inliyor, çekiyor ama ölemiyorum...

Bırakmıyorsun da, bir gece sabaha dek uyuyayım…

Hey Rüveyda!

Madem sevmiyorsun, sevdiğimi umursamıyorsun! Ne diye her gece rüyalarımdan içeri giriyorsun, Ne kapı çalmak var, ne de ben geldim demek!

Gelirsin, uyumaya çalıştığım demlerde, saçlarımı, yanağımı okşarsın.

En sessizinden ama en ateşlisinden bir buseyi enseme kondurursun.

Bir çocuğu seyreder gibi, beni seyreder, derin derin iç çekersin.

Uyurken ancak dalmışken rüyalarımda seven sen, niçin uyandığımda bana kâbus olursun?

Hey Rüveyda!

Bunaldım, ama yorulmadım seni sevmekten, seni beklemekten, seni özlemekten, seni istemekten, yolunu gözyaşları ile yıkamaktan... Ben bu derdi seviyorum. Hoş gör, Sevgili Rüveyda diye başlamadım, başlayamadım bu kez... Cinnet hâlidir bu, sesini duyamamak, hitabına erememektir beni bu hâle koyan...

Hey Rüveyda!

Sen belki de bir başka kalbe verdin kalbini. O kalp de seni en az senin onu sevdiğin kadar seviyor mu? Dahası benden çok sevmeli, benden çok hak etmeli. Sahi hak ediş, neye göre bilir misin ölçüsünü? 

Orkideler uğruna nice papatyalar, kasımpatılar, gelincikler yok sayılmış, nefeslerinde saklı sesleri duyulmamıştır! Orkideyi sevenler, papatyalardan çıkarmışlardır hınçlarını, seviyor-sevmiyor!

Sev, sevil. Varsa biri ömründe... Ama bir kez, bir kez bunu sen dile getir bana... Sevmiyorum! de, Başkası var! de, ama sen de, bana söyle... Bunca sevgim, bu kadarcık bir hitabı da mı hak etmiyor? Etmiyor mu sahi?

Hey Rüveyda!

İsmin var, cismin yok ve hiç olmadı, oysa tükenmede ömrüm, bak artık inişe geçtim... İşlenmemiş elmas gibiydi ruhum, senin ellerine teslim edecektim. Gidiyorum, neredesin? Bu can, ismine böyle cismini, canını adamışken cismine neler vermez, neler yapmazdı!

Rüveyda!

İncinirim sonra, inci inci döktüklerimi gözlerimde arama! Sadece gözler mi ağlar sanırsın? Gözlerden akan, her insanda tadı, yoğunluğu farklı gözyaşıdır. Ya ruhun, gönle döktüğü inci taneleri...

Bir görsen incilerden hazine biriktirdim sana... Alsana![1]

İnci tanesinin Murat’ı


[¹] Bu mektubumu, sevgili blog yazarı arkadaşım Gönül H. seslendirerek kıymetlendirmiş. Kanalımdan dinleyebilirsiniz…



22 Aralık 2017 Cuma

biliyorum






Sana en çok ne yakışır !

Sana en yakışanı bulmak için düştüm yollara bu kez, seni ifade edebileceğim bütün kelimeleri gönlümün kütüphanesinden indirip, en kıymetlisini aradım, yorulmadım Hangisinin manası tamamıyla seni ifade etmeye yeter ki…

Sordum umuda sende midir diye,

Umut; “bende bir garip umut yolunu gözlemekteyim” dedi,

Sordum hasrete sende mi diye,

Hasret; “sence ben neden hazanla birlikte anılıyorum sanıyorsun” dedi

Sevdanın kapısına gittim, ey sevda yoksa sende mi gizlidir dedim,

Sevda buğulu bir sesle “bende olsa böyle düştüğüm yüreği yakar mıyım” dedi

Kışa sordum, “o olsa böyle üşür müyüm” dedi,

Baharın gözlerine baktım, “ellerimde çiçeklerle neden bekliyorum zannediyorsun” dedi

Güne sor asım geldi, “oda özlemin büyük olmasa geceye sarılır mıyım böylesine” dedi

Geceyi yakalamaya kalktım, “yıldızlarım semadan neden ayrılıyor fark etmedin mi” dedi

Güle sordum, “ben yıllardır kokusuyla yetinmekteyim” dedi

Bülbülse “sence yanık namelerim kimedir” dedi

Adına yaratılan kâinata sordum boynum bükük,

“O (sav), ebedi vuslattır” dedi

Sana en yakışan zamanı bulmak istedim, olurda koylarında kendimi unutup, senden başkasını aramam diye, seninle var olup, seninle kaybolurum diye zamanın uçsuz bucaksız ummanlarına saldım kendimi…

Düne sordum seni,

“Bende misafirdi” dedi

Bugüne sordum,

“Sen istediğin müddetçe yanımızda kalır” dedi

Yarına sordum,

“Gelir mi, kalır mı bilinmez” dedi

Haftaya sordum,

“Sence neden yedi güne bölündüm zannediyorsun…

Ben umudu, sevgiyi, özlemi, ayrılığı, hasreti, hüznü, vuslatı boşuna mı yüreğime saldım” dedi

Aylara sormadan daha on iki karanfil birden boynunu büküverdi

Yıllar ''üç yüz atmış beş gün onu aramaya yetmiyor” dedi

Asırların kapısına varınca…

“Bizim en şanslımız on dört asır evveldi” dedi

Galiba dün, bugün, yarın belirsiz kalıyor,

Saat, dakika, saniye, salise, an çok yalın kalıyor,

Hafta, ay, yıl, asır bir ihtimalde…

Sana en çok sonsuzluk yakışıyor.

Sana en yakışan çiçeği bulmaya kalktım, suretinin nurundan nurlanmış, sana dair üzerinde bir şeyler kalmışları aradım Tabiatı dolandın durdum bir iz bulurum diye…

Papatya ya sordum,

“Naifliğime ve aydınlığıma aldanma, bende onu bulmak için bitkin düştüm ve bembeyaz kesildim” dedi

Menekşeye sordum,

“Her taşın bağrından neden çıkıyorum sanıyorsun” dedi

Kardelene sordum

“Dostlar baharda bulamayınca bende kışa bakayım” dedi

Akasyaya sordum

“Yükseklerden hala gelir diye yolunu gözlüyorum” dedi

Zambağa sordum

“Issız vadilere kendimi neden saldım” dedi

Çiğdeme, yasemine sordum

“O yeter ki gelsin de biz solalım” dedi

Güle sormadan daha

“Kokusundan nasiplenmek için her mevsimde…

Hazanda, baharda durmaksızın açıyorum” dedi

“Her bir çeşidimle ashabını temsil ediyorum” dedi 

Sana en yakışanı aradım işte acizliğimle, önüme ne çıktıysa sordum hesapsızca, seni bulmalıydım en ihtiyaç duyduğum bu devirde ve yine sordum belli belirsizce…

Sordum ummana sen belki gördün diye

“Beni ben yapan bağrımdaki hasret gözyaşlarımdır” dedi

Sordum dağa belki sana uğramıştır diye

“Sence neden böyle arşa uzanmaktayım” dedi

Çöllere sordum,

“Hasretinden yandım yandım küle döndüm” dedi

Rüzgârların önüne dikildim,

“Bulsaydık böyle bir öteye bir beriye savrulur muyduk” dedi

Yağmura sordum, 
“Ben daha bulutları teselli edemiyorum” dedi

Güneşe sordum,

“İçimi bir şeyler yakıyor” dedi

Önüme çıkan seyyaha sordum

“Yüreğine sor bir bakalım” dedi

Yüreğime sorunca…

“Şimdiye kadar nerdeydin” dedi

“O ne mekândadır, nede zamanda

Buyuruyor ki; KİŞİ SEVDİĞİYLE BERABERDİR…

Yani kişi sevdiğiyledir” dedi…

“Sana en çok ümmetinin başında olmak yakışıyor” 

İlknur DOĞANAY


20 Aralık 2017 Çarşamba

ah bir anlasaydın


al güzelliğini, 
çek git, 
uzak dur benden!
fizik senin, 
simya benim olsun!
sen bugüne, aynalara bakarsın,
ben yarına, 
toprağa,ayrılığa..!

elindeyse küllenme! 
çoktan ateşe verdim varlığını!
huzursuzlukla kalbimi üzme!

al güzelliğini, 
çek git, 
uzak dur varlığımdan!
övünme senin, 
yerinme benim olsun..!
sen güzelliği ten sandın!
bende huzurdur adı, 
ah bir anlasaydın..!


  

                 

19 Aralık 2017 Salı

Siz bu kadar güzel yazınca...

''İnsanın içinde ne çok şey birikiyor. Bazen hüzünle doluyor yürek bazen kelimeleri hıçkırıyor durmadan. Adını ansa bir fırtına kopacak yüreğinde,sussa isyan edecek içindeki çığlıklar.O deli hasret yakarken yüreği, bir şiir dolanır diline,hüzün kokar satırlar. Bir yazgıdır belki bu,sonu gelmeyen saatlere teslim etmek belkide ruhu,sığınmaktır yada en tenhalarına,çünkü o yaşanamayan bir sevdanın yalnızlık kokan satırlarıdır. Nedensiz, sorgusuz, sualsiz gömülür içindeki zindanlara. Bıraksalar yıldızlara uzanırdı yüreği,gecesindeki rüyalara gelin olurdu sevdiği. Belki bir gün durulur içini talan eden fırtınalar,geri çekilir belki yüreğe vuran amansız dalgalar.''

***

''Düş ve gerçeğin boşluğunda  yazdıklarına
geniş kavisler çizer son gülüşüm.
Gizli bir patikanın eşiğinde devrin çarkına direnemeyen
adımlarımızın güçsüzlüğünde,
Hastalıklı, şehvetli,yorgun zamanların kışlandığı şakaklarımızda,
hâlâ saklı kalan ben'lerimizde.
Her zaman sarhoş her zaman yorgun
Yanıp sönen ayışığının en uzak kıyısında...''

***

"Kırk yaşımdan sonra kalbime ilham "
gerekmez.
Güneş bile buhranlı, çekilmiş kabuğuna.
Sık bozulan mevsimler yüzünden.
Aldanma -aldatılma korkusu...
Çözülmez bilmeceler...
Sık bozulan yeminler...
Çeker bizi kabuğuna yalnızlık.
Zaten keder beyhudedir.
Menapoz bile sinsi bir kederdir .
Aklıma geldikçe gülümsediğim.''

***

''Koynunda sakla beni. Kimse bulamasın beni, azılı bir suçlu gibiyim. Kendimi vurmadan bul beni, bağrına al, orada bizi anlat bana, besle beni bizle.''

***

'' 'Rüveyda'ya mektuplar' 11.seriden sonra devam etmez, edemez demiştim. Devam edince 20 de biter dedim. 27.de yazdınız. Tebrik ediyorum hakikaten her mektup hâlâ ayrı güzellikte zevkle okunuyor,maşallah.Kitabını çıkartmalısınız.''
 (Teşekkür ediyorum. Bir dostum 50 mektup yazın da, kitabını çıkartmak benden demişti. Kendisine duyurulur az kaldı.)) 

***

''Ne Zaman Hüzünlülerimi Bir Kenara Bıraksam, 
Seni Düşünür,
Seni Bulurum Her Şeyde...
Aklıma Girdiğin An, 
Unuturum,
Yok Ederim Her Şeyi;
Gelmişi, 
Geçmişi,
Bizim Dışımızda Her Şeyi,
Yalnız Sen ve Ben Oluruz...
Korkularımız Tutsak Olur O An,
Tutkularımız Özgür,
Her Çılgınlık Mübah...

Ben ki, İsmini Yazmışım Yüreğime,
Resmini Çizmişim Gözbebeklerimdeki Tuale...
Ellerin Ellerimi Tutmasa da, 
Gözlerin Gözlerime Bakmasa da,
Gülüşünü Düşürürüm Odamın Renksiz Duvarlarına...
Yarım Kalmış Her Şeye Seninle Başlar, 
Seninle Bitiririm...
İçimdeki Sesin Konuşur Benle,
Odam Isınır Sıcak Nefesinle...
Ellerimi Uzatsam, Ellerin Ellerimdedir,
Gözlerimi Açsam, Gözlerin Gözlerimdedir...
Kim bilir Kaçıncı Firarındır Bu Yüreğime,
Kaçıncı Bakışın,
Kaçıncı Değişin Tenime...
Kaçırsan Gözlerini Benden,
Yokluğun İle Her An Yıkılabilirim...
Bıraksan Ellerimi,
Sessiz Fırtınalada Sürüklenebilirim...

Ne Zordur Bilir misin, 
Islak Kirpiklerim Özlemini Yaşarken,
Konuşamayıp Susmak Sana Sessizce...
Nefesim Sen Kokarken,
Alışmak Sensizliğe... 
Gün Geceyle Buluşurken,
Gözlerimdeki Hayalleri Saklamak Gecenin Zifirine...
Özlediğim,
Sevdiğim,
Hasret Duyduğum,
Deliler Gibi Sarılmak İstediğim;
Seni İstiyorum Geceler Boyu Karşımda...
Saklamadan,
Sımsıkı Sarılmak,
Dokunmak,
İçimdeki Yangınlarla Koklamak,
Delicesine Yaşamak Korkuyu Bilmeden... 

Küskünlüğüm,
Suskunluğum,
Vazgeçilmezim,
Dönülmez Yollarım,
Dudaklarımın Kıvrımlarında ki Gülümsemelerim,
Mutluluğumu Tamamlayanım,
Öbür Yarım;
Eğer Geceleri Uyuyamıyorsam,
Yalnızlığı Sarıyorsa Kollarım,
Sebebi Sensin...
Daha Kaç Gece Geçmek Bilmeyecek,
Daha Kaç Güneş Doğacak Sensiz?
Daha Kaç Sigaranın Ucu Ucuna Değecek?
Bak...!
Tüm Işıkları Kapadım,
Hüzün Yağmurları Vurdukça Pencereme,
Yüreğim Demleniyor Hasretine...
Seni Düşünerek Uzanıyorum Yatağıma,
Dua Ediyorum Rüyalarımda Sen Ol Diye...
Uykularıma Gir,
İstediğim Gibi Davran Bana,
Rüya da Olsa Sadece Benim Ol Diye...

Kalbimin Hüznünde Sakladığım Sevgili,
Bak...!
Yine Kapılıyorum Sana...
Tutku,
Aşk, 
Korku;
Karmakarışık Hissediyorum Yine...
Vurmazsın Değil mi Sensizliğin Bütün Yükünü Üzerime?
Kapatmazsın Değil mi Kapılarını Sevdama?
Adım Adım Yürütmezsin Değil mi Yalnızlığa?
Çünkü Kalbim Dayanamaz Bunlara...!''

***

''Kaybolmaktan korkuyorum.
Kendimi her defasında zar zor buluyorum, buldukça yeni yine yeniden kayboluyorum. 
Isimsizim bu aralar....
Ne ad konulacak çöküşlerime merak ediyorum. İdrak etmiyor aklım böyle çırpınışların sonunu. Cahilim kör bir meczup gibiyim. Derdim kalbimden aşkın. 
Sersemleyen ruhumu sığdıracak bir bavul yok biliyorum. Ne leyla olmayi başardım ne de Rüveyda..!
Sadece soluk alıp vermenin gururunu yaşıyorum. Oysa tazecik daha goncalarım, esip gürleyen fırtınalardan habersiz gibi çarpıyor, üstünü örtüyor masumiyetimin, alıkoyuyor çetin gelgitlerden, yine kendimle, yeni kendimle, yeniden kendimle boğuşuyorum, sevilmemenin hırçınlığıyla...''




18 Aralık 2017 Pazartesi

Rüveyda'ya mektuplar (27)

 


ben, her mevsim değişiminde, değişmeyen yazgıma, sensiz gelen akşamlara,
içimde sönmek bilmeyen yangınlarla, bastırılmış, naftalin kokan avazlarımla, yeniden, buruk bir merhaba ile tebessüm ediyorum!


Sevgili Rüveyda,

Yine hayatın gri renkleri içinde, tonlamalar arası seyahatteyim... Yine hasretinden yapılma demir parmaklıklar arasında buz kesen çaresizliklerdeyim.

Kanıyorum yine… Belki de bile bile kendimi kanatıyorum. Nasıl güzel bir renk… Benim diyen ressam çizemez…

Kendine övgü diziyorsun. demezseniz, kelebek kanadı kadar narin, kırılgan, naif bir ruhum var derim. Şair ruhlar böyledir. (Şair olamasam da!) Bu söyleyişim kimine göre övgü gibi görünse de aslında kendimden şikâyet, yergi bu tasvirim. Öyle riyakâr mütevazılıkla da hiç işim olmaz. İnsan kendisini bilir. Ben günahımla, sevabımla, hatalarımla kendimi biliyorum. Belki de bu yüzden sürekli çekişiyoruz ben ve içimdeki ben… İnsanın kendisi ile barışık olması için birçok şey ve kıstaslar gerek. Belki başka mektupta söz ederim.

Keşke, bendeniz de hayatı daha kabataslak gören, inceliklerinden habersiz; bu soğukta, inşaatta çalışıp hiç şikâyet etmeden akşam evine, ekmek parasını kazanmanın huzuru ile elinde iki ekmek, bir-iki kilo meyve ile sobanın yanında televizyon izlerken mutlu bir yüz ifadesiyle sızan adam gibi olsaydım. Ah Usta! Sen ne güzel, ne mutlu adamsın!

Karının, gerekli gereksiz yakınmalarından gocunmadan; çaresizlik ya da imkânsızlıklarını, vurdumduymaz bir görüntü altında gizleyerek, yorgun ama huzurlu uyuyan adamsın.

Sabah yeni bir umut ve gayretle o nasırlı ellerinle o namuslu yüzünü yıkar, aynaya da tebessümle bakarsın. İnşaatın iskelelerinde, duvar ördüğün, sıva yaptığın, koca gün üşüdüğün derdin olmaz. Yevmiyeni alıyorsan, sigortan da ödeniyorsa, hayat senin…

Hayattan fazla beklentin olmadan, olmazların niçin olmadığına kafa patlatmadan, kendi payına düşenleri kapasitesi kadar yapan, alan, sunan bir insansın.

Hani bilardo oynayanların, ince gör dediklerinden bihaber; hayatı, kendi yeknesaklığı içinde kabul ederek yaşayan adam... Herkes gibi, herkes kadar.

Sevgiden, aşktan hakkınca hakkını alamamışsın, ne gam! Karın, her kadın kadar veren ve her kadın kadar beklentileri ve istekleri olan biriymiş ne gam! Evlilik yenilenmiyormuş, renklenmiyormuş... Peh! Dizi mi çekiyoruz, bir film de başrol müyüz paşam! Kazan, getir, pişirsin ye!

Aa, daha fazlası, farklısı mı var ki? Çocuklar kendi rüyalarında, kadın kendi dünyasında; konu komşu misafirlikler, günler vesaire... Adam da kendi inşasında, pardon inşaatında, sıvasında! Hiç problem yok, oh ne âlâ… Bir Rüveyda’ya hasret çekmeden, çekip gidersin dünyadan… Usta be!
Hayat sana güzel, kıymetini bil!

Sevgili Rüveyda!

İnanın böyle insanlar mutlu! Fazla olarak bildikleri şey ya üç beş kuruş ya dünyalık araba ya da bir ev sahibi olmak...

Hayatı birlikte paylaşmanın adı evlilik, kare kare... Onlar için no problem!

İşten gel, yemek ye, sonra ya TV karşısında mayış, ya da doğruca kahvehane de taş dizmeye... Kimse daha farklısını, kalitelisini aramaz; ilk zaman arar gibi oldularsa da umarsızlıkla, yılgınlıkla, hüsranla neticelendiği için düzen devam etsin kabilinden...

Sevgili Kalbim,

Seninle biz böyle olmazdık, olamazdık! İstesek de! İstemeyiz de zaten! Kelebek kanadı kadar narin ruhların işi değil böyle nefes almak! Bu nefes almak da değil zaten, solumak! Yaşamak başka, yaşamın içinde yaşar gibi gezinmek, günler içinde eskimek başka.

Dudaklarla herkes konuşur, biz gözlerimizle konuşurduk.

Gözlerle de birileri konuşabilirdi, biz özümüzden konuşurduk.

Dile, sese, dudaklara ve kulaklara ihtiyaç olmadan.

Ben senin beyzaden olurdum, sen benim sultanım.

İncitmeden, incinmeden, inciler dizerdik zamanımızın çerçevesine,

Can olurduk, tek bir can.

Bedenen uzak kaldığımız demlerde, senin eline iğne batsa, ruhumun kanı akar/dı!

Bana isabet eden bir keder olsa, senin canın yanardı...

Haberleşmemiz için telefon bize lüks olurdu, dostlar alış verişte görsün...

Biz zaten telepatinin sınırlarını aşarak

En uzak bilinen yerde bile nefesimizi çekişimizi, sebebi ile bilir, duyardık.

Şimdi duyduğumuz gibi,

Şimdi yine çok özlediğimiz gibi.

Biliyorum özlüyorsun, biliyorsun sensiz ölüyorum... 

Seni özleyerek ölecek Murat