Sana en yakışanı bulmak için düştüm yollara bu kez, seni ifade edebileceğim bütün kelimeleri gönlümün kütüphanesinden indirip, en kıymetlisini aradım, yorulmadım Hangisinin manası tamamıyla seni ifade etmeye yeter ki…
Sordum umuda sende midir diye,
Umut; “bende bir garip umut yolunu gözlemekteyim” dedi,
Sordum hasrete sende mi diye,
Hasret; “sence ben neden hazanla birlikte anılıyorum sanıyorsun” dedi
Sevdanın kapısına gittim, ey sevda yoksa sende mi gizlidir dedim,
Sevda buğulu bir sesle “bende olsa böyle düştüğüm yüreği yakar mıyım” dedi
Kışa sordum, “o olsa böyle üşür müyüm” dedi,
Baharın gözlerine baktım, “ellerimde çiçeklerle neden bekliyorum zannediyorsun” dedi
Güne sor asım geldi, “oda özlemin büyük olmasa geceye sarılır mıyım böylesine” dedi
Geceyi yakalamaya kalktım, “yıldızlarım semadan neden ayrılıyor fark etmedin mi” dedi
Güle sordum, “ben yıllardır kokusuyla yetinmekteyim” dedi
Bülbülse “sence yanık namelerim kimedir” dedi
Adına yaratılan kâinata sordum boynum bükük,
“O (sav), ebedi vuslattır” dedi
Sana en yakışan zamanı bulmak istedim, olurda koylarında kendimi unutup, senden başkasını aramam diye, seninle var olup, seninle kaybolurum diye zamanın uçsuz bucaksız ummanlarına saldım kendimi…
Düne sordum seni,
“Bende misafirdi” dedi
Bugüne sordum,
“Sen istediğin müddetçe yanımızda kalır” dedi
Yarına sordum,
“Gelir mi, kalır mı bilinmez” dedi
Haftaya sordum,
“Sence neden yedi güne bölündüm zannediyorsun…
Ben umudu, sevgiyi, özlemi, ayrılığı, hasreti, hüznü, vuslatı boşuna mı yüreğime saldım” dedi
Aylara sormadan daha on iki karanfil birden boynunu büküverdi
Yıllar ''üç yüz atmış beş gün onu aramaya yetmiyor” dedi
Asırların kapısına varınca…
“Bizim en şanslımız on dört asır evveldi” dedi
Galiba dün, bugün, yarın belirsiz kalıyor,
Saat, dakika, saniye, salise, an çok yalın kalıyor,
Hafta, ay, yıl, asır bir ihtimalde…
Sana en çok sonsuzluk yakışıyor.
Sana en yakışan çiçeği bulmaya kalktım, suretinin nurundan nurlanmış, sana dair üzerinde bir şeyler kalmışları aradım Tabiatı dolandın durdum bir iz bulurum diye…
Papatya ya sordum,
“Naifliğime ve aydınlığıma aldanma, bende onu bulmak için bitkin düştüm ve bembeyaz kesildim” dedi
Menekşeye sordum,
“Her taşın bağrından neden çıkıyorum sanıyorsun” dedi
Kardelene sordum
“Dostlar baharda bulamayınca bende kışa bakayım” dedi
Akasyaya sordum
“Yükseklerden hala gelir diye yolunu gözlüyorum” dedi
Zambağa sordum
“Issız vadilere kendimi neden saldım” dedi
Çiğdeme, yasemine sordum
“O yeter ki gelsin de biz solalım” dedi
Güle sormadan daha
“Kokusundan nasiplenmek için her mevsimde…
Hazanda, baharda durmaksızın açıyorum” dedi
“Her bir çeşidimle ashabını temsil ediyorum” dedi
Sana en yakışanı aradım işte acizliğimle, önüme ne çıktıysa sordum hesapsızca, seni bulmalıydım en ihtiyaç duyduğum bu devirde ve yine sordum belli belirsizce…
Sordum ummana sen belki gördün diye
“Beni ben yapan bağrımdaki hasret gözyaşlarımdır” dedi
Sordum dağa belki sana uğramıştır diye
“Sence neden böyle arşa uzanmaktayım” dedi
Çöllere sordum,
“Hasretinden yandım yandım küle döndüm” dedi
Rüzgârların önüne dikildim,
“Bulsaydık böyle bir öteye bir beriye savrulur muyduk” dedi
Yağmura sordum,
“Ben daha bulutları teselli edemiyorum” dedi
Güneşe sordum,
“İçimi bir şeyler yakıyor” dedi
Önüme çıkan seyyaha sordum
“Yüreğine sor bir bakalım” dedi
Yüreğime sorunca…
“Şimdiye kadar nerdeydin” dedi
“O ne mekândadır, nede zamanda
Buyuruyor ki; KİŞİ SEVDİĞİYLE BERABERDİR…
Yani kişi sevdiğiyledir” dedi…
“Sana en çok ümmetinin başında olmak yakışıyor”
İlknur DOĞANAY