31 Aralık 2019 Salı

dünyamdın


Bu dünyayı zaten sevememiştim.
Sen de gidince, tahammülü hepten imkânsız oldu! 


"Ben seni kötüleyemem hiç.
Çiçekli bir yol vardı, yürüdüm derim.
Ayaklarıma dikenler battı ama her
ormanda olur böyle şeyler derim..."

Cahit Zarifoğlu


30 Aralık 2019 Pazartesi

2020'ye girerken...

İnsan, yolun yarısını geçtikten sonra, yani yokuş yukarı çıkış bitip, belli bir moladan sonra, anılardan derince bir nefes çekip, tırmandığı yerlere bakıp, inişe başladığı zaman; yılların ele avuca sığmayan kuş misali akıp gittiğine şahitlik ediyor.

Ömrümüzün rakamları hızla yer değiştiriyor. Bedenimiz ve o bedenimizden ruhumuza akseden çentikler gibi...

Hazan, tüm haşmetiyle ''geldin mi?'' diyen bakışlarla aguşunu açıyor. İster, isteyerek git, istersen istemeyerek, netice belli!

O demlerde başta sağlık, ömrün kalitesi, idealler...daha bir sürü şey, sorguç gibi her fırsatta beyninizi kemirebiliyor!

* * *

2020 için sosyal medya kararım; malum bloğum dışında, Facebook ve İnstagram var. 2020 yılının herhangi bir ayında aniden vedasız o iki hesabı kapatmak. Bloğum günlüğüm gibi, yazarak terapi ihtiyacımı karşılasın artık! (Bu arada bir okurumun sorduğu 1000 kitap sitesindeki o kişi ben değilim ve oraya veda edeli epey zaman oldu. Bu iki hesabım dışında hiç bir yerde hesabım yok.) Oradaki dostlarımı isimlerini değiştirmedikleri sürece, üye olmadan zaten takip edebiliyorum.

Bunun dışında geriye değil de, önümde ''beni bekleyen şeye'' daha fazla odaklanmak, daha çok okumak ve tefekkür dilediğim. İnşallah muvaffak olurum (muvaffak:başarmak.)

YouTube'deki şiirlerimi de gözden geçirip, azaltmaya başladım! Aynı şeyi bloğum için de yapacağım inşallah. Hepten saçmalamışım dediğim yazılarımı da sileceğim.

Ve daha fazla içime kaçacağım inşallah... Başarabilmem için dua edin sizler de olur mu...

Her gelen günün, geçenleri arattığı ahir zamanda, akıl, iman ve beden sağlığı, istikamet, dileriz Rabbimizden; kendimiz, tüm sevdiklerimiz ve insanlık için.

WhatsApp'ımda yazan sevdiğim söz ile noktalamış olayım:



28 Aralık 2019 Cumartesi

''Ateş parçası'' bir mektup


Safran ile yazılan mektuplarının değil
Kentindeki taşların bile ağlarken yüreği.
Senin kentinde suya çoktan inmiştir söğüt dalları.
Vadettiğin yokluğunu başıma tâc eyleyen
hayattı...
Çalmaya kimler geldi de 
İki elim iki gözüm, öptüğün alnım ; ateş parçası.  


27 Aralık 2019 Cuma

Emek ürünü bir inceleme daha, çok teşekkür ediyorum.

Yeni bir kitap yine ben bir inceleme yazarken zorlanmaktayım. Kitabın çıkmasını beklemekten ve okumaktan daha zor geliyor bir inceleme yazmak… Neden zorlanıyorum?

1-Bir kitabı eleştirecek kadar geliştiğimi düşünmüyorum bu gelişme kitap çeşidi, yazarların birçoğunu az çok bildiğim ancak okumaya bir türlü başlayamadığım birçok eserlerin varlığından kaynaklı…

2-Kitabı okurken ne altını çizme ve de not almaya girişmemiş olmamdan kaynaklı… ( sonrasında kitabı elime alıp başladım alıntıları çizmeye ve not almaya…)

Şimdiden belirteyim birçok alıntı paylaşacağım hem de yorumlamaya çalışacağım.

Öncelikle yazarla ilgili bilgi olarak bloğundan birkaç cümle aktaracağım kendisine sorulan bir soruya cevaben yazılmış uzunca bir metinden:

“Murat olmak, bu dünyada aşktan muradını alamadığı için hayalinde bir Rüveyda resmedip, onunla teselli bulmaktır.

Murat olmak, 'annemin' deyimi ile 'saf' olmaktır, çabuk kanmak, inanmaktır. Kelimeleri plansız, kalbin izdüşümü olarak kullanmaktır.
Can taşıyan her 'şeye' hatta cansız diye bildiklerimize bile şefkatle bakmaktır.

Murat olmak, gönülde kin tutmamaktır, iyi niyettir. Bir kere sevince gitmiş gibi yapıp, aslında gidememektir. Sevgiyi ebedi kılıp, vefaya vefasızlık etmemektir.

Kendimi tanımlamaktan, tarifsizliğe saklanmaktır, Murat olmak...
Basit, sıradan bir sıra içinde, belki biraz sıra dışı kalmaktır.

Murat olmak- vasat da olsa- yazarak, kelimeler arasında ''bir yudum teselli'' ile nefsi oyalamaktır.

Sözün özü, Murat olmak, hayatın onca renkleri arasında horlanmış bir renk olan griye tutulmak, esir olmak, gride kalmaktır...”

https://muratmesut34.blogspot.com/2019/08/bir-soru-murat-olmak-nasl-bir-seydir.html )

Metnin tamamını almak istesem de uzunca bir inceleme yapıp sıkıcı hale getirmek istemiyorum çünkü biliyorum ki artık birçok insan uzun incelemeleri okumaktan...

Bu kitap beni gerçekten derinden etkileyen kitaplardan biri oldu (diğerlerinden bahsedip uzatmak istemiyorum merak eden sorabilir tabi, nedenleriyle birlikte açıklarım).

Başlar başlamaz bir samimiyet, hüzün, hasret, özlem, sevgi, huzur gibi duygular beni sardı diyebilirim. Büyüsüne kapılıp gittim kitabın. “Rüveyda “ adında biri var ve hayali olmasına rağmen sanki varmış gibi hissettirmesi yazarın ustalığındandır sanırım. An geldi Rüveyda’ya kızdım ve bir o kadar da mükemmel bulup hayran kaldım. Yazar ne kadar “böyle biri olmadı, olacağını zannetmiyorum” dese de bana göre bu karakter geçmişteki ve şuanda hayatında ufakta bir yer tutmuş kişilerden dahi iz taşımaktadır. Yoksa saçmalayıp durmakta mıyım diye de düşünmüyor değilim.

Yazarın sözlerindeki o büyüyü her mektupta ve seslendirmiş olduğu şiirlerde görmekteyiz.
Yazarın da dediği gibi edebiyat gayesi güdülmeden içinden geldiği gibi bütün samimiyet ve saflıkla yazılmış bir eser diyebilirim.

Mektubun güzelliği yetmezmiş gibi üst sağ köşelerde değerli yazarın sözlerini okuyor ve hayran kalıyoruz.

İlk mektupta, “ Rüveyda ömrüme biraz işte… Bir yudum teselli…” diyor değerli yazar. Yukarıdaki bloktan alıntıladığım sözlerde de bunu görüyoruz artık bu kişi benimsenmiş sadece yazar tarafından değil herkes tarafından da… Yazar üçüncü mektubunda bununla ilgili şöyle söylüyor:
“ Bilseniz adınız nasıl da fitne bu âleme…” diye. Bu sözün devamında açıklıyor bu cümleyi…

İkinci mektupta özlemin ve sevmenin tanımını şöyle yapıyor değerli yazar:
“ Özlemek denen şey, ruhun çıldırtmamak için çaresizce çırpınması değil de nedir?” gerçekten de öyle insan özlerken o kadar çok çırpınıyor ki çaresizce bazen de haykırmak istiyor her yere bazen de kendi içinde çığlıklardır; sessizliğin çığlıkları…
“ Sevdin mi; sevdiğine, sevdiğini haykırmalısın; şımarmalı, şımartmalısın… Delice, çılgınca hatta serseri sevmelerin olmalı…” Ne de güzel ifade etmiş değerli yazar, bu sözden birçok anlam çıkarabilirsiniz ancak bunu size bırakıyorum nasıl anladıysanız öyle olsun.

Rüveyda’nın isminin içindeki anlamları 5. Mektupta o kadar güzel anlatıyor ki, hayran olmamak elde değil…

Bir süre sonra “hayal” diye anlatılan Rüveyda’dan da mektuplar geliyor ve kadife bir kutuda saklanıyor mektup. Mektup gelmedikçe o kadife kutuya koşup öncekilerini okuyor. Böyle bir sevda işte, mektuplarından sevgilinin hasreti gideriliyor.

Rüveyda serüveni, Rüveyda’sız Murat’ın haykırışları, sitemleri bir o kadar da tarifini bulamadığımız sevdası. Siz sanır mısınız ki bu sadece aşk mektubudur. Rüveyda’ya Mektuplar, aşkın ön plana sunulması ancak görmediğinin ancak çok bağlandığın kişiye tutumun, körelmesinin bir de hayatını bize sunuyor. Aşk ile harmanlanmış haykırışlar, özlemler duyuyoruz kitapta ve gözyaşlarının tutulmadığı anlar… Siz de dâhil oluyorsunuz bir süre sonra bu hikâyeye ve siz de sitemlerinizi, kırgınlıklarınızı belirtiyorsunuz Rüveyda’ya…

Ah Rüveyda, sana birkaç çift sözüm var. Nedir senin derdin, nedendir sevdalara kör gibi bakışın… Ayaklarına kadar dökülen sevdanın güllerini görmüyor musun? Görmüyor musun haykırışları, çağırışları… Bir yudum teselli diye seni söylüyor… Seni tarif ediyor, mükemmel kadın, ama sen görmüyor, duymuyor gibisin… Kibirli misin diye şüphe ediyorum. Belki de sen de yazar gibi uzak tutuyorsun kendini seni sevenden… Rüveyda, adın kendin gibi o kadar güzel ki, yazarın tarifine kadar bu kadar dikkat etmezdim bu isime. Hey Rüveyda, neredeysen gel bul bu deli aşığı, acı çekiyor, istiyor da yoksun. Şu güzel ömrüne gül gibi açsan, daha ne ister ki…

28. Mektupta da söylediği gibi. “Bunaldım ama yorulmadım seni sevmekten, seni beklemekten, seni özlemekten, seni istemekten, yolunu gözyaşları ile yıkamaktan… Ben bu derdi seviyorum.“

Ne güzel bir dert bu böyle… Acısı bile merhem gibi olur da yakmaz canı…

En son mektup 49. mektup idi ancak yazar bir sürpriz yapıp sona iki mektup daha yazıyor. 49. Mektupta veda oluyordu sanki ancak yazılı olarak kalbin yazdıkları bir kuş gibi uçup kapını bulacak ve onu okur olacaktı Rüveyda ömrüne dek… Hatırladığım ve anladığım kadarıyla bu son mektupta dile getiriliyor ve kitap sonlanıyordu ancak kitap basımından sonra yazar 52. Mektubu da bloğundan yayımladı ve boş bırakılan 52. Mektup başlıklı yere yazmış bulundum… Ama bu burada bitti mi, hayır… Yazar sözleriyle hala Rüveyda’yla hasret gideriyor. Bu gün de 53. Mektubu bloğunda yayımladı keyifli okumalar dilerim...

Karışık bir anlatım, belki de hiç tam anlamıyla anlatamadığım uzun süredir de yazdığım bu inceleme niteliğinde yorumu sunmak istedim. Naçizane fikirlerim…
Saygı ve Sevgiler…








26 Aralık 2019 Perşembe

Dua



Şu alemde duamın neticesi gerçekleşmedi diye,
içimden zerre kırgınlık geçecek diye ödüm patlar!

Çünkü, dua ettiğim Zatın benden istediklerini yapamayan
günahkâr biri olduğumu hiç bir zaman unutmam!

Ve ben bilirim ki, Allah o isteğimin benim hayrıma
olup olmayacağını en iyi bilen olarak, yerine daha iyisini
hem bu dünyada, hem öteki dünyada mutlaka verecektir.

Ve yine bilirim ki, O azze ve celle, kapısına gelmesine
izin verdiği kullarını asla boş çevirmeyecek kadar,
kerem ve lütuf sahibi bir cömerttir.

https://hisleraynasi.net/dua-ile-yasanan-mucize/


Sen hiç gitme e mi ?



"Bazen bir rıhtıma benzetiyorum kendimi,
Ve kadınlar,
Gelip mola veren yelkenliler gibi...
Sen hiç gitme e mi ?
Bu saatten sonra fırtınalara yakalanırsın,
Alabora olursun,
Böylesi bir rıhtımı sonra bir daha nerede bulursun?
Ömür o kadar uzun değil,bunu unutursun !
İş işten geçince,pişmanlıkla kavrulursun!
Yalnız zamanlarda adımı sayıklarsın,
Gece rüyaların olurum, gündüz hayıflanmaların!
Sen gitme e mi ?
Kal bu rıhtımda,birlikte yaşlanalım...
O kadir kıymet bilmeyenlere benzeme e mi ?
Sen gitme...
Gitme e mi..?

 https://www.youtube.com/watch?v=wzogDN8scAU







23 Aralık 2019 Pazartesi

Rüveyda'ya Mektuplar (53)

Kalbim,

Şehrime hiç gelmedin, gelemedin sen...
Benim dolaştığım sokaklarda ya da Kent Park'ta hiç gezemedin.

Ayaklarının dibine düşen sararmış son nefesteki, son demlerindeki yaprakları da görmedin.
Onlara bakarken, adına can çekiştiğimi de...
Baktığım göletin üzerinde kaygısızca uçuşan martıları, ördekleri de...
Sana uçan ruhumu da...
Kalbim,
Şehrime hiç gelmedin, gelemedin sen...
İzin sıra nasıl da dolaştığımı,
Belki sana rastlarım diye adımladığım caddelerden de haberin olmadı senin...

Adına Rüveyda dedim senin; adında neleri, hangi hasretleri gizledim...
Dokunamadığım hayalleri, söyleyemediğim düşleri, kekremsi hüzünlere sarmaladığım latif sırlı zamanları...Ve kan rengi gün batımlarında kapımı çalan sensizlikleri...

Adına Rüveyda dedim senin; sayfalarca dizdim fukara kelimelerimi, kitap oldun.
Sonra da kıskandım onu herkeslerden.
Kızdım kendime ne diye dolduruşa gelip kitap yaptım ki seni, bizi, hasretlerimizi, sevgimizi...
Mahremimdin sen benim.
Yüzünü benim gibi kimseler göremediyse de kıskandım seni.
Okurlarımın çoğunluğu kadındı ve bu benim tesellim oldu.
Zaten, bilirsin, erkekler romantik melankolik şeylere genelde burun kıvırırlar!
Kitap olmanın tek güzel yanı, sanki sen gelmişsin de, yatağımda mis kokunla hep yanımdasın, hep bana, hep sana bakıyoruz, bakışıyoruz, akıyoruz...Sanki soyuttan, somuta... anlıyorsun sen.

Yine kendime kızma, öfkelenme ve çokçası hasretimin tavan yaptığı bir gündeyim...
İki gündür fırtına var, sanki yeryüzü homurdanıyor, uğulduyor, çatılar damlar uçuyor, ağaçlar devriliyor. Benimse göğüm çöktü. Soğukta, yağmurlar altında düşmeyi bekliyorum, bir yaprak gibi...
İnsanın ümidi bitince, idealleri göçünce, anlamlı olmuyor şu misafirhanede daha fazla yer işgal etmek...

Adınla hitap edemiyorum...Sevgili Rüveyda diyemiyorum!
Bir hal bu, her halden renkler taşıyan. Bir hal bu, bütün halleri hal eden...
Gözde yaş olsan da, akamıyorsun.
Akıp da beni selimde meçhule götürmüyorsun.
Yokluk orada bir yerlerde, ben senin gamında...

Anladım!
Senden hiç haber alamayacağım artık!
Kendi avuntularımın içinde melankolik sevdam ile baş başa, göçüp gideceğim şu sefil dünyadan!
Yüzünü göremeden, sesini duyamadan, elini tutamadan...

Kalbim!
Şehrime hiç gelmedin, gelemedin sen...
Ama evim, gönlüm gibi hep seninle doluydu...
Kent Park'ta bir bankta oturan ve beni bekleyen sendin!
Gelişimle ayağa kalkıp bana sımsıkı sarılan, o efsunlu kokunla beni benden eden sendin.
Birlikte ördeklere, martılara ekmek atan bizdik. Çocuklar gibi şen, Mecnun gibi vurgun...
Bizdik ümitsiz bir aşk hikâyesinde başrol...
Bizdik; şayet kader izin verse, dünyayı umursamadan, sevgimize kaçacak olan...
Bizdik; zaman aşımına yan bile bakmadan, zamanda akacak, zamanda kaybolacak olan...
Bizdik tertemiz sevip, her gün sevdamızı taze gözyaşlarıyla sıcacık sulayıp büyütecek olan...

Kısacası Kalbim,
Yenildim!

Bir yudum avuntu Murat






22 Aralık 2019 Pazar

Oysa ben...


Julian Barnes:"Bir kitabı bir kenara bıraktığınız gibi hayatı bir kenara bırakamıyorsunuz." demiş. 

Oysa ben bıraktım! 
Kitapları okudukça dostlara, 
hayatı yaşamadıkça 
içimin tavan arasına...









Bana gel diyorsun!/sesimden


Bana gel diyorsun!
Üşenirim!
Kızıyorsun,
Gücenirim..!

Yol uzak!
Havalar soğuk.
Moralim bozuk!
Bana gel diyorsun...

Gelsem dönüşü var,
Omzumda yükü var!
Üstüne yol yorgunluğu var.
Bana gel diyorsun...

Bana gel diyorsun...
Israrınla üzüyorsun.
Miadım dolmuş, bilmiyorsun.
Bana gel diyorsun...

https://youtu.be/1iyTD-0PiPY

21 Aralık 2019 Cumartesi

Yarını düşlemek beyhude


Uzun heceli cümleler döküldü bakışlarımdan
Zamanın Züleyha'sı
Takvimleri ters çevirdi ay ve güneş
Kavuşuncaya...
Bunca zamandır hasreti süzemeyen yer ve gök çarh-ı ateştir yokluğunda.

Ahsen-ül Kasas'ı anlatan dilin,
Her takvime göre ay şekillerini alan hayalin.
Akkor hayalin...
Divâne ruhuma encüm.
İstekliyim ey en uzak ümidim!
Zamanenin Züleyha'sıyım...
Bağrım hûn.
Lakin,
Farkım kalır mıydı Züleyha olmaklığa ?
Korkularını değil seni mahkum edebilseydim.
Korku ülkesinden azad ümit ülkesine hükümdarımsın.
Muhabbet mülkünde ruhuma hitabımsın.
Sehab-ı şiirinle,
Hecr-i ömrüme subhdemsin şebnemsin.

Bakışı susuşu duruşu sevişi,
Ruhuma müstehab olan...
Ne sen kalırsın ne ben,
Mecburluğumuzu unutmadıkça,
Ezeli sırlara yürür
Sürûr ...
Yarını düşlemek beyhude...
Hâlimiz tamam!
Beşiğimiz ve mezarımız olan,
Parlak ve temiz kalan Ay...
Karardı mermere dönüştükçe göğümüz.
Günlerce gecelerce,
Sessiz sadâsız tütmek de ne?

Ey her şiiri namusum ve tevekkülüm olan!
Ey eğilmiş başım!
Ey faydasız ağlayışım!
Ağırlığından iki büklüm olduğum!
Ey Ay ve kalem!
Uzama, nice bin sabırlı yoksulluğumun yazgısına!
En uzun geceden payım,
Ahsen-ül Kasası her gece göğsüme bastırıyorum.
En uzun gece...
En bahtsız...
En sensiz...

ES

Not: Gönderdiğiniz görsel de ayrıca ilginç idi. Şiiriniz yine çok güzel. Teşekkür ediyorum.



k/anıyorum!


20 Aralık 2019 Cuma

Zamanı tanrı yaşar'' sözü sakıncalıdır!

''öd tengri yaşar kişi oglı kop ölgeli törümiş''

Orhun abidelerinden Bilge Kağan tarafından  kardeşi Kül Tigin'in bir çarpışmada ölmesi üzerine yasını tutmak için yalnız başına otağına çekilir ve düşünceye dalar. Ulaştığı sonucu bu cümleyle özetler.''Zamanı tanrı yaşar, insan oğlu hep ölmek için doğmuş /türemiş / yaratılmıştır''

Bilge Kağan, 725 yılında kayın pederi ve akıl hocası Tonyukuk’u, 731 yılında ise kardeşi Kül Tegin’i kaybetti. Bu iki Türk büyüğü, Göktürkler üzerinde büyük üzüntü bırakırken Bilge Kağan’ı da derinden sarmıştı. Orhun Kitabelerinde ise Kağan’ın duyduğu acı şöyle ifade edilmiştir:

”Küçük kardeşim Kül Tegin öldü. Görür gözüm görmez, bilir bilgim bilmez oldu. Zamanın takdiri Tanrınındır. Kişioğlu ölmek için yaratılmıştır. Kendimi bıraktım, gözden yaş akıtarak, gönülden feryat ederek yanıp yakıldım”

Zamanın takdiri mi zamanı yaşar mı dedi, şahsen emin değilim. Bu sözün söylendiği yıllarda sanırım Türkler henüz Müslüman olmamışlardı.

Burada izafiyet teorisine; zamanın, Einstein'a Descartes'a,Galileo'ya göre işleyiş biçim ve teorilerine de girecek değilim, ilgilenen araştırır. Zamanın değişken işleyişine, Kurani delilere ve tefsirlerine de...  (Secde:5, Mearic:4; Mülk:16.17)  Çok bilimsel havada bir makale derdinde değilim ve zaten o kadar ne bilgim ne de yazma isteğim var!

Uzun yazılar okunmadığı için sadede geleyim. ''Allah (cc) zamandan ve mekandan münezzehtir.'' bu ehl-i sünnet İslamının itikada müteallik temel prensiplerindendir.
Zamanı da mekanı da yaratan Allah'tır. Zaman çarkı, kader gibi biz yaratılmışları kuşatır. Oysa Allah bir şeyin içinde de değildir, dışında da...Çetin konu!

Sevgili Peygamberimiz (sav)'in miraçta vardığı ve Cebrail (as)'ın geçemediği son noktada Kab-ı Kavseyn makamında Rabbimiz ile mükâlemesi zamansızlık ve mek'ansızlık buudunda vuku bulmuştur. Öyle ki onca uzun seyahatin, geçen sürenin ardından yatağına döndüğünde mübarek vücutlarının ısısı hâlâ yataklarından silinmemişti. Modern, seküler aklın kavramasının zor olduğu duraklardan biri de zaman kavramı...Kader gibi, ruh gibi...Bilmenin zirvesine çıktığınızı sandığınız anda, yine en başta, tırmanma noktasındasınız ve bazen daha da aşağılarda!

Hele tayy-i zaman, tayy-i mekân konularına hiç dalmayalım! Ama şu kadarını söylemeliyim, filmlerde kurgu olarak zaman makinesinde yolculuk aslında insan tahayyülüne düşen bir hakikattir.

 ''Allah (cc) zamandan ve mekandan münezzehtir.'' ne demektir sualine kısaca temas ederek noktalayalım: Allah'ın celle celalüh, zatı ezeli sıfatlarını ancak dünyadaki aklımızla kavraması imkansız olarak bilgi olarak bile bilen birisi, ''zamanı tanrı yaşar''' diyemez. Son derece sakıncalı bir sözdür! Sonsuzluk Allah'ındır. O, ezelde de hep vardı; ebediyette de hep olacaktır.

Zamanda yaşamak bizler için Hay ve Layemud olan Allah'ın takdiri, lütfü keremidir.
Allah sonsuz diri olandır ve varlığı zatındandır.
Bizi de ''ruhundan üfürüp'' varlık alemine getiren, zamanın (dehr) içinde yüzdürendir.
Zamandır yüzümüze kırışıklar, çentikler açan, belimizi büken. Bizi ''halden hale koyan!'' 

Allah mekandan da münezzehtir. İstiva ayetlerini de (Taha:5 gibi) doğru anlamak gerekir yoksa ötesi küfür! Zira mekân tutma vasfı cisimler için geçerlidir, haşa Allah yaratılmış cisim değildir ve O ilmiyle her yerdedir. Bunlara olduğu gibi topluca iman ederiz, teviline girmeyiz.

Sözün özü, zaman ve mekan mahluktur, yani yaratılmıştır. Zamanın çarkları içinde yaşamak biz yaratılmışlar için Allah'ın takdir ettiğidir.

Not: Allah'ımızın bilinen  meşhur 99 ismi şerifi varken bizler O'na tanrı demeyiz.






19 Aralık 2019 Perşembe

at sesleri duyuyorum!


Anılarımın içinde saklı kaldı tiratlarım.
Ömrüm gibi kısaldı sonunda figânlarım...

Öyle uzun kelamım ve şiirlerim olmadı,
Fakirdim.
Hem sesim de kısıktı,
Gaiptim...

Hâlâ ruhumda  yanaklarımı okşayan babamın eli...
Artık  çocuklaşan annemi şefkatle öpme sırası benim.

At sesleri duyuyorum!
Nallarından kıvılcımlar saçan.
At sesleri duyuyorum!
Sahibini uzaklara götürmek için bekleşen...

Leyalim kamere pusu kurmuş, çöller gibi yanmakta.
Firkat közü tarumar etmiş usumu, gönlüm ağlamakta...

Geldi geçti ömrüm, berhava bekleyişlerle!
Kendimden geçsem de, Ondan asla...
Dönmüşüm yüzümü,
Ümidi kalbime eken keremli aydınlığa...



18 Aralık 2019 Çarşamba

Bir b/aşka açıdan Rüveyda'ya Mektuplar

Uzun zaman önce gelen aşağıdaki mektubu yayınlamayı düşünmüyordum. Ama sanırım ''bütün dünyanız kadınlara mektup yazmak'' diyen ön yargı nefsime dokundu! Ne diyeyim her kap içindekini sızdırır. Düşüncen ne ise gördüğün de ondan ibarettir, dedikten sonra sizleri dikkat, rikkat ve nezafet ehli okurumun -sonsuz teşekkürlerimle- mektubu ile baş başa bırakırken nefsimi şımartan iltifatları kestiğim için ayrıca özür diliyorum.

''......Hakikaten bir bilmece, bir sır sizin bu kitap ve siz!
Kitabınızı yeni bitirdim ve  zaman zaman Rüveyda'ya mı yazılmış, Alemlerin Sultanı'na  mı bilemedim.
....................
Mesela yazar burada bence kendisine hitap ederek : ''Sen,
Bilmediğim bir yerlerde, şefkatsizlik çölünde üşüyen kadın!(Murat)'' çöller gibi yangınlar içinde şefkate susamışlığını dile getiriyor. Ama kimden gelecek şefkate,kereme! (36.mektup)

''Sahi, seven için imkânsızlık, uzaklık diye bir şey var mı? Kavuşmak, visal; vuslatın şartı değil ki...
Seven için, visal de, vuslat da hep gönül dağının o büyük ovasında cenkte değil mi?'' (sh;161)

''Ah Aşk!
Sonunda ruh tuvalimde sürmeli gözlerinizin rengi belirginleşmeye başladı. Onları görebilme iklimine nihayet eriştim. Bir baktınız, sonsuza dek yaktınız... Gayri sönmek bana haram olsun, odum daim olsun. Bu aşk, mübarektir, mübarek kıla, daim ola...'' yıllardır sizi takip eden bir okurunuz olarak bu cümleler güzeller güzeli Efendimize (sav) değilse ben de......değilim!

Şimdi bu mektubun Peygamberimize (sav) yazıldığını iyice ispat zamanı: ''Önce gülleri kıskandıran kokunuz vurdu beni, bir sabah yelinde, kalbimin tam orta yerinden... Sendeledim, sarsıldım, sarhoş oldum, dizlerim bağı çözüldü, ayaklarım beni taşıyamaz oldu, çöktüm aşkın kokusunun önünde... Öyle bir koku, cihan ne duydu, ne bildi, ne de sizden gayrısına nasip oldu. Kim anlatabilir kokunuzu kim?'' çünkü bloğunuzda buna benzer şiirleriniz mevcut. La mevcuda illallah...

İspatı keskinleştireyim müsadenizle: ''Nerede görülmüş böyle bir gülistan? Elleriniz gül kokar sizin, açıverseniz bahtıma avuçlarınızı, öpe koklaya kalsam orada öylece ve ecelim avuçlarınızda bulsa beni... Ay gördü yüzünüzü ziyasından utandı, güneş gördü endamınızı, gölgesizliğinize vurulup kendisini kehkeşanlara vurdu... Bülbüller aşkınız için bin nağmeye seda oldu da gül cemalinize biçare bir acziyetle, gözyaşından medet umdu, çöllerine... Ummanında bir katre olmayı cana minnet bildim ey ahu bakışlı, sürmeli gözlüm...''

Ya buna ne demeli: ''...Rüveyda, seni tekrar etmek şu canıma şifa, ruhuma gıdadır. Seni tekrar etmek, her defasında aynı kelimelere, bamb/aşka anlamlar yüklemek, yine, yeni, yeniden yenilenmek, dirilmektir. Sonsuzluk bestesinin nağmeleri arasında kaybolmaktır.''

Bunlara itirazz edip kaçamak cevaplar verseniz de işte yine yakalandığınız bir dem: ''...seninle
gül keşfedildi... Adın anılınca, tüylerin gülün dikeni gibi aşkına kıyama, ay yüzüne, ihtiramla durduğuna şahit oldu cihan... Adının bir harfine, binler can feda olsun ey adı gibi güzel, kendi güzel!''

Ve uzatmayayım işte final güzel gönüllü adam: ''...Hiçbir şey yazmaya takatim, yüzüm yok... Bu hadsiz, edepsizliğimi varlığınızın; size bende olmaklığımın sekr hâli saymak şanınıza ne güzel de yakışır.'' ve dikkat sayfa 163 bilmiyorum bilerek mi öyle dizayn ettiniz, tevafuk-u takdirin işleri mi? 1 rakamı Hz. Allah azze ve cell, 63 ise Resulün terk-i dünya ile ahirete irtihal sayısı...1/63

Allah hep dilediğiniz güzel akibeti gül kokuları içinde size ve bize ve cümlemize yaşatsın inşaAllah.''
















17 Aralık 2019 Salı

Harflerin başı sağ olsun!


"Ama"ile "fakat"ı everdik!
"Belki"si gitti!
"Keşke"si öldü!
Harflerin başı sağ olsun!  



16 Aralık 2019 Pazartesi

bitpazarı kalabalıklar


..sığıntısıyım bu dünya gurbetinin. 
bitpazarı kalabalıklarım, 
ayaz vurmuş yalnızlıklarım var...


15 Aralık 2019 Pazar

Demi çoğaltma


İstanbul
İlk acıyı keşfettiğim şehir
Dudaklarımda kemal bulmuş yaşamak
Renk şekil biçim olarak
Donuk ay ışığı kirpiklerimde asılı
Kendi güzelliğinden
Kendi aşkından mahcub bir yolcuyum.
Sen öpmeden önce yanaklarımı
İstanbul öpsün.
Yaşamayı dillendiren yıldızların türküsü bölünsün.
Kıskançlığımın alnından toprak öpsün.
Cıvıltılı cins-i latif sesler ruhunu doldursun
O cânım huzurda gezinebilmelisin, ey şair.

Ben bir başka kentte buz
Sen, içime yağan çöl yağmurunun
Gül kokan kıvamından habersiz
Ruhuna yaz!
İster miyim her yanın karakışla donansın.
Kıskançlığımın alnından toprak öpsün.
...
Aslında
Herkes ayaz istasyonlarda kendi şiirini arardı.
Şair ise kalkıp ayaz vurmuş herkese çay koyardı.
...
Demi çoğaltma,
İçimin ayazını dindiremezsin ey şair !

ES 







14 Aralık 2019 Cumartesi

Ey Şair! [1]



Kağıdın güzelliğini görünce duramadım yine yazıyorum, bu kez ki şiir olmayacak sanki, şiir gibi insana ufak bir metin.

Ey Şair!
Şiirden çok farklı sözleriniz. O sesinizdeki büyüyü söylemiyorum bile. Samimiyetiniz zaten apaçık ortada. Bir deneme tarzındaki şiirimde "Bir Şairi Sevmek Zordur" demiştim. Daha doğrusu bir Şairi nasıl sevmeli, ne yönden tutsak elimizde kalacak gibi.

Ey Şair! 
Bilmediğim sularda mı yüzmekteyim bilmem ama sanki boğmadıkça geçmez merakım sanki sanki boğulmaya gelmiş gibi dalacağım derinlere bıkmadan hiç akıllanmayacak gibi...

Ey Şair!
Merakim vardır nasıl bir şiirisiniz ki, okudukça okuyası gelir insanın sizdeki duygu bütünlemesini...

Ey Şair!
Kapalı kutu misali  olup nasıl bir o kadar ortada duygu ve düşünceleriniz. Bir yandan bilir bir yandan hiç tanımamışız gibi...

Ey Şair!
Bırak(a)mayacak bu deli kız sizi, siz ne kadar bitmesini umsanız, isteseniz de bitmeye niyeti yok sevginin; bitmeye, gitmeye, vazgeçmeye niyetli değil gibi. İsterseniz kaybolun, konuşmayın benim konuşmam sûrecek kendi içimde...

Ey Şair!
Bu haller belli olmayan girdaba sürükler de sağ çıkamayız diye korkarım. Ne de olsa bulmaca gibisiniz, bulmacayı çözdükçe ne girdap kalacak ne de rüzgar geride. Ama ne yazık ki biz rüzgarda savrulmaya alışmış insanlarız bir de bakarız durgun haller bizi bunaltır. Zaten her durgunluk sonrası girdap bizi kendimize getirir de daha iyi duruma geliriz.
Bulmaca demişken ben bulmaca çözmeyeli uzun zaman olmuştu en başta zorlansamda, aşabilirim...

Ey Şair!
Yazmaya aşına bu kalp yazdıkça  yazası gelir de şimdi sonlandırmak isterim sözlerimi. Sizden ufak bir aforizmayla sonlandırmak isterim, sevgiler...

"..kalbimde açtığın yarayı,
hiç kimsenin onarmasına izin vermeyeceğim
sana açtığım gözlerimi
sana kapatıp gideceğim..." 





12 Aralık 2019 Perşembe

Az keyfim olsa!


Önceki yıl aynıydı!
Geçen yıl da!
Bu yıl sanki önceki yıl.
Demi artmış her gelenin.
Hızla geçiyor ömrümüz.
Her geçen günü arar gibiyiz anlayacağın...
Aşk mı?
Az keyfim olsa,
Bak buna gülerdim...


11 Aralık 2019 Çarşamba

bir makamda azalış!


Ceylan sürüsü gibi birer birer azalırken,
Hüzün makamının birer notası gibi nidalarımız!


10 Aralık 2019 Salı

tutsak-tuzak ikilemi!



Gözlerimizin aradığı gönlümüze yasaktı..!
Gönlümüzün tutsaklığı ömrümüze tuzaktı..!

https://youtu.be/5Mh01hcvVBQ



9 Aralık 2019 Pazartesi

ne demek istediysem!


Hayallerimin peşinden koşmayı bıraktığım gün,
Düştüm dünya seferinden...
Nefes aldığıma bakma sen!
Yaşamak başka bir şey.
Mezarlıklarda hakikati görenler nefes almıyorlar!



7 Aralık 2019 Cumartesi

Razı oluş...

Gözlerime vakitsiz eylül düşmemeliydi.
Bahara açılan goncam, böyle küstürülmemeliydi.
Ah! Rüveyda vardı da, biz mi koşup varmadık?
Gökkuşağına meftunken, griye isteyerek mi razı olduk?

5 Aralık 2019 Perşembe

sana...



..kalbimde açtığın yarayı,
hiç kimsenin onarmasına izin vermeyeceğim!
sana açtığım gözlerimi,
sana kapatıp gideceğim...


4 Aralık 2019 Çarşamba

Rüveyda'ya Mektuplar'a bir inceleme daha!


Rüveyda'ya Mektuplar...
Ulaşılamayan Birine Yazılan Bir Mektup...
Seven ve Sevilen Arasında,
Gözü Kör,
Kulağı Sağır Bir Aşk...
Her Dakika Aşk,
Her Dakika Sevgi...
Kalbini Dinlemek,
Kalbine Giden Yolda Yürümek...
Güzelce Sevmek,
Özelce Öpmek...
Yürekte Sevgiye Yer Açmak,
Sonsuz Bir Sevgi Yolunu Aramak...
Arzu Edilen Duygular,
Heyecanlı Bekleyişler...
Müspet Bir Sevda
Duyguların Ağır Bastığı,
Duygu Birikimi...
Hüzün,
Beklenti,
İçsel Duyguların Ağırlığı...
İnsan Ruhunu Yenileyen,
Okurken Duyguları Yine,
Yeni,
Yeniden Canlandıran Mısralar...
Derin Bir Sevgi,
Güzel Duyguların "Ahh" Ettiren Sesi,
Yaşanmamışlıkların Hassasiyeti...
Samimi,
Duyarlı
Net,
Açık Düşünceler...
Duygu Bütünlüğü,
Anlatım Güzelliği ile
Okuyucuya Apayrı Okuma Hevesi Veriyor...
Yazarın Dizelerinde Hüzünle Beraber,
Sevgi Gülleri Beraber Açıyor...
Her Sözcüğün İçinin Tıka Basa,
Dolu Dolu Oluşu,
Duygusunu En Belirgin Şekliyle,
Yaşatırcasına oOuyucusuna Aksettirebilmesi,
Kitaba Kendine Has Bir Güzellik Katıyor...
Her Bir Mısra Hassasiyetle Yazılmış,
Duygular Yorgun Düşlerle Anlatılmış...

Sevginin Ne Kadar Derin bir Kavramı Olduğunu Anlatan,
Okunası,
Kıymetli Bir Kitap...
Okurken Okuyucunun Yüreği Yangın Yerine Dönüyor.
Ruhunu Yeniliyor...

İçten,
Duygulu
Ve Kendinin İhtiyacı Olan İnsana Özlem Duymak
Ne Güzel,
Ne Kadar Kutsal Bir Duygu ki,
Özlenen Sevgili Asla Yürekten Silinmiyor,
Asla Vazgeçilemiyor...
Özlem Bu Olsa Gerek...!

Bir Kitap Okudum,
Mantıklı Cümleler Terazisinde,
Baştan Sona İçimi Çeke Çeke...
Sanırım Bir Daha,
Bir Daha Okumam Gerekecek...
Okudukça Ben de Birilerini Çok Özlemiş Oldum...
Bu Kadar Yürekten Sevenlere Selam Olsun...

_____________________

Görsel ve şiir gibi analizinize çok teşekkür ediyorum. 
Bizden de sizlere selamlar, sevgiler. MM




1 Aralık 2019 Pazar

1000 kitap sitesinde yayınlanmayan inceleme!

''Aşk.
İçine hangi duygularımı koyup hangilerini çıkarmam gerektiğini hala öğrenemediğim içimi paramparça eden sınırsız his.

Bu mektuplar öylesine aşkı barındırıyor ki içinde sitemini de, özlemini de, hasretini de, aşkını da, varlığını da yokluğunu da ne varsa hepsini..

Bir insan görmediğini, dokunmadığını, öpmediğini, tatmadığını nasıl bunca sevebilir. Nasıl böylesine içini yakabilir. Hayal edebilir. Ne yüce bir kalem. Yeri geliyor ahh keşke dedirtiyor yeri geliyor bunca yüksek hissedildiği için korkutuyor.

Tolstoy'un bir anlatısı vardı. “Bana hastanede 'Karın öldü !' dediklerinde ne yapacağımı, nasıl tepki vereceğimi bilemedim, içimden eve gidip karıma olanı anlatmak ve bana ne yapmam gerektiğini söylemesini istedim” demişti.
İlk okuduğumda fazlasıyla etkilenmiştim. Murat Mesut'u okurken de sanki bunu hissettim. Rüveyda'yı o kadar iyi tanıyor o kadar aşık o kadar güzel konuşuyordu ki... Sanki varlığından sonraki yokluk işkencesini çeker gibiydi.

"Âlem sen gibi bir Rüveyda bir daha görmesin!" der.
Görmesin. Murat'ın Rüveyda'sını, Murat'tan başka kimse görmesin.

Masal olduğu için mi bunca can yaktı yoksa. Masalların sonu mutlu biter malum. Ama Rüveyda gelmedi. Masal yarım kaldı. Bir kekeme gibi Rü-vey-da diye sayıkladım dilimde. Gel artık incitme bu adamı diye ne çok kızdım yeri geldiğince. Yeri geldi Murat'tan çok merak ettim seni. Yeri geldi Murat'ın hayallerine ortak oldum. Murat anlattı ben dinledim. Biliyorum ki Rüveyda'yı Rüveyda'dan daha iyi tanıyorum artık.

Yazarımızın aklına, kalbine sığmayan, taşan, onca kelimenin sıraya dizilip ahenkle dans ettiği yüreklere dokunarak içlerimizi okşayan, acıtan, üzen, derdine aşkına bizi de ortak eden bu güzel muhteşem eser bende bitmeyen duygular, hisler oluşturdu. Bu yaşıma kadar düşünüp de kuramadığım cümlelerimin veya bildiğim kelimelerin tükendiği dışarıya anlatamadığım milyon duygumun açığa çıkmasına yardımcı oldu. Her sayfasındaki mizanı, betimlemeleri, anlatım dili, kelimelerle oynayışı, üslubu öyle hoş ve etkileyici ki insana kitabı bitirdim dedirtmiyor. Dönüp dönüp başka sayfalar açıp tekrar okuyorsunuz.

Yıllanıp da bitmeyecek eserlerden bu kitap. Herkese tavsiye edeceğim hatta kafasına vura vura oku bak aşk neymiş diyeceğim muhteşem kalem. Yazarımızı tebrik ediyorum. Ve bizlere emanet ettiği kelimelerinin değerini bilmemiz umuduyla. Umarım hediyelerinde cimri olmaz da bu güzel kalemden mahrum olmayız.
Murat Mesut'un yeni eserlerinde görüşmek üzere... ''


''1000 kitap sitesinde yayınlanmayan inceleme!'' diye başlık attım. Çünkü bu mail yeni. Rüveyda'ya Mektuplar'ı kitap olarak çıktıktan sonra okuyup yazan, aşk talibi dostlardan 3. inceleme yazısı ama mektup sahibi sitede yayınlamayacakmış ve ismi de mahfuz bir sır olarak yadımızda kalacak.
Hak etmediğim iltifatları içinde barındırsa da, virgülüne dokunmadan burada saklamak istedim. 
Kaleminize bereket, sonsuz teşekkürler, sevgiler.








30 Kasım 2019 Cumartesi



"Bekle,
Gelirim,
Sevdim..."
diyemiyorum artık,
çiğ tanesi gibi titreyen kalbimle,
hiç bir kadına...

28 Kasım 2019 Perşembe

''Sen benim bambaşkamsın.
Başkalarının kıymetlisi olabilirsin. 
Ama benim yerini dolduramadığımsın.
Seni haddinden fazla seviyor, özlüyor, istiyorum.'' 

https://www.youtube.com/watch?v=5dK3lgFG4Rw

''Sen benim bambaşkamsın,
Sen benim kaçamaklarım,
Sessiz ağlamaklarım,
Yangınlarca yanan akşamlarımsın.
Sen benim en güzel aldanışım,
Sen benim her nefeste hayıflanışlarımsın...''

diye düet yaparak güzel mektubunuza teşekkür etmiş olayım.

* * *

'' Murat Bey! 
Uzun zamandır sesli şiirinizi dinleyemez olduk. Bir sebebi var mı efendim?''

- Şiir yazmak, yazabilmek bir ilham meselesi, okumak, onun kadar olamasa da, zaman meselesi. Sizin mailinize geç dönebildiğim için lütfen mazur görünüz. Bu arada YouTube kurallarını değiştirmiş. İçerik çocuklara özel mi değil mi her videonun mutfak kısmında belirtmek gerekiyor. Bunu yapmayanlara yönelik kendi tedbirleri var. Ayarların neresinden bir kere de yapılıyor bulamadığım için, fırsat buldukça tek tek yapmaya çalışıyorum, bu da tatsız bir iş tabi.
İlginize çok teşekkür ediyorum, bendeniz gibi kendi çapında ruhunun saçmalıklarının sese bürünmüş halini dinleme sayınız hiç yoktan teşvik edici.


* * *

''İmam Hatip ve eğitim konusunda yazdıklarınız için ne kadar teşekkür etsem azdır Murat Mesut Bey. Eskiden bu tarz makalelerinizi daha mı çok okurduk acaba? Saygılar''

- Evet daha çok okurdunuz. Zaman içinde sanırım ruhumu bir atalet sardı. Şiirlerim bile ömrüm gibi kısaldı, azaldı. anlamlı eleştiriniz umarım beni biraz silkindirir, teşekkürler.





24 Kasım 2019 Pazar

Yeni bir Rüveyda şiiri/ sizden


Rüveyda...
Rüyalarından Uyanmak İstemediğin...
Bitmesin Diye Dua Ettiğin...
Bir Türlü Çözemediğin...
Ruhunun Derinliğinde Kaybolduğun...

Rüveyda...
Mahremindeki Ruh Tuvaline Çizdiğin Resim...
Suskun Haykırışlarında,
Gözlerinden Süzülen Damla...
Utangaç Bakışların Çoğu Zaman...

Rüveyda...
Gözlerinin Görmediği,
Ama Yüreğinin Hiç Bırakmadığı...
Her Nefeste Aklına Düşürdüğün...
Sancılarının...
Yürek Fırtınalarının...
Tutamadığın Hıçkırıklarının Şahidi...

Rüveyda...
Gönül Kumsalında ki Ayak İzi...
Gecelerinin Rüyası...
Dünün Gibi Düşündüğün,
Bugünün Gibi Hislerinde Yaşadığın,
Gözlerine,
Düşlerine Aşk Düşüren Kadın..

Çünkü Rüveyda,
Ta Şuranda ki Yangının...
Çünkü Rüveyda,
Tam da Yanıbaşında ki Sızın...
Çünkü Rüveyda,
Düşlerinin Rengi...
Adımlarının İzi...

Aşk, Umudun Diğer Yarısıdır,
Umut İse Aşkın Tek İlacıdır…
Umut,
Sevgi,
Aşk,
Yüreğinden Hiç Eksik Olmasın...
Aklından Çıkarıp Atamadığın,
Hayatın,
Umudun,
Yarınlarının Rüveyda'sı İle,
Dilerim Bir Gün Rastlaşırsınız...
Çay,
Kahve Bahane Olur...
Sen Konuşursun,
Rüveyda Gözlerinde Kaybolur...
En Güzel Nağmelerle,
Kokusunu Kokuna Katarak,
Kalbini Kalbine Gömerek,
Ömrünü Ömrüne Ekleyerek,
Yüreğinin Kokusunu,
Avuç İçlerine Bırakır...

_________________

Görseli ve şiiri gönderen çok değerli dostlarıma teşekkürler ediyorum. 



17 Kasım 2019 Pazar

Muhasebe!


Ciddi ciddi sosyal medyadan çekilmeyi düşünüyorum! İnsan ömrünü çalan bu mecra, bir yanıyla yazarak saçmalama ihtiyacıma bir çözüm, terapi olsa da, diğer yönüyle bağımlı olunan zaman hırsızı ve kontrolü elimizde değil.

Belki yalnızca bloğum kalır, kendimce burada yazar çizerim. Bunu yaparken de görev gibi değil de, yazmam gerektiği için...(Çünkü yeni bir yazı, şiir var mı diye günde kaç kez bloğuma giren güzel insanlar da var.) Yorumlara da kapalı olduğumdan, maillere de çok gerekiyorsa dönüş yaparım. Böylece kitap okuma gibi faydalı işlerimi arttırmış olurum.
Diyeceksiniz ki daha bir hafta önce instagram açtın. Çok aktif değilim orada. ''Kitabının tanıtımı için açmalısın'' diyen ısrarlar ile açıldı.

Hepsi birer aldanmaca, oyun aslında. Ömür kısacık ve kum saatinin üstünde ne kadar kum kaldı meçhul!

Eskiden cuma namazlarında herkesin elinde tespih olur, salavatlar çekilirdi, şimdi adam vaaz veren hocanın gözü önünde, elinde telefon!

Eskiden ellerimizde başta kutsal Kitabımız ve kitaplar vardı, şimdi telefonlar, tabletler, bilgisayarlar...
Değişimin farkında değiliz.
Farklı bir insan türüne mühendislik edenler, zaferlerini kim bilir nasıl kutluyorlar.

Aslında  her gece saat 23:00 olunca  haber kanalları dışında TV'ler ve İnternet kapatılsa, sabah 07'gibi yeniden aktif olsalar, en azından uyku gibi en önemli gıdamızı daha masumca almış oluruz. (Resmi kurumların bunun dışında olduğu izahtan vareste.) 

Sonuç olarak, doğru şeyi yanlış mecrada aradığımız için, her defasında ruhumuz bir yara alıyor. 





Müsaade bizim demiştim..!


Son çınar yaprağını dökmedikçe
Denizler son coşkuyla köpürmedikçe
Ayrılık ateşini söndürmek için...
Son dolu başaklara yağmadıkça
Son kar dorukları tutmadıkça
Son hüzün gözlerimin ferini tüketen kör acılar sağmadıkça
Cinânı görüp intihara kalkışan şairler kadar
Bütün korkulardan uzak
Son damla gözyaşımsız kıyısız bir limanda
Bekleyeceğim.
İptilâda sâdık
Hayal-i sefid bir kadın olarak.
Göçmen kuşlar bırakıp gitse de bu şehri
Sırtımda yoksul bir yağmurluk
İlelebed kırgın yüreğimle
Bir hançer gibi kınında, yüzüm ak
Ölebilsem müsadesiz ölürdüm.
Ilık nefesin Hızır gibi yetişsin diye.
...
Bütün şarkıların darbe-i hasarı ile
Yarın sen yeni şiirini gün doğumundan evvel hazırla.
Müsaade senin.

ES


16 Kasım 2019 Cumartesi

Lütfen alınma!


Şimdilerde okula devamsızlığı artmış bir çocuk gibiyim. 
Kendi melankolik dünyamda, 
ürkek zamanların koynunda, 
bir selama bile mecalim yoksa, 
lütfen alınma ve beni anla...


15 Kasım 2019 Cuma

Güzel sözler çok da...


Yavuz Bülent Bakiler, İsmet Özel...

Bu iki dev çınarın tramvayda, metrobüste ayakta çekilmiş fotoğraflarını görünce, ''ve şiir de ölür!'' diye manşet attım içimde..!

Konu tramvay ya da metrobüs ile bir yerden bir yere gitmeleri değil.

Bilakis bu taktir edilesi bir fiil.

Kaldı ki halkın içinde olmayan, yazar ve şair eksik kalır, halkın gönlünde olamaz.

Onlara ait şiirleri, sözleri sayfalarında paylaşanlar, onları bir metrobüs içinde oturdukları yerde, yok sayabilecek derekeye nasıl düşebildiler, konu bu!

''Şiirleriniz/sözleriniz bizim ağzımızda sakız, sizi tanımıyoruz!'' demekten başka nedir ki bu!

Hiç tanıyan çıkmadı denilirse, yaşı 70'i aşmış insanlar, yaşları sebebiyle bile hürmet göremeyecekler mi?

Güzel sözler, şiirler gırla gidiyor, kitap okuma oranımız da eskiye göre artarken; bunca hoyratlığı, merhametsizliği, şefkatsizliği, kabalığımızı ne ile izah edeceğiz?

Büyüklerine hürmeti, küçüklerine sevgiyi unutmuş bir topluluğun kitap okuma oranı artsa neye yarar, şiirler, sözler paylaşsa ne anlamı kalır!

Güzel sözler çok da, güzel insanlar tramvay ve metrobüslerde ayakta!





14 Kasım 2019 Perşembe

oysa ben...


Pilleri biten saatleri, 
yapraklarını koparmadığım takvim ile 
yerlerinden alıp gömsem, 
insanlar cinnetime hüküm verip, 
"şairdir ne yazsa yeridir!" derler mi? 
Oysa ben...


13 Kasım 2019 Çarşamba

ıssız akşamlar


ıssız akşamları
bana miras bıraksan da,
çok seviyorum seni...



çok özlersen


çok özlersen,
çok çok özlersen,
uzaklık nedir ki, a canım !
her gece gözlerini dünyaya kapatır,
ona açarsın...
gündüzler seni seven dostlarının,
gece onunlasın...



12 Kasım 2019 Salı

aynı şarkımızla, aynı yerinden!


kabuk tutmasına yol vermiyorum yaramın.
kuruması mümkün değil gözyaşlarımın...
izin yok deliksiz uykularda, 
mutlu rüyalarla sabahlamalara.
aynı şarkımızla, 
aynı yerinden kanatıyorum
s/aklımızda ne varsa! 


11 Kasım 2019 Pazartesi

Gülten Şahiner Hanımefendiye!

Sevgili Gülten hanım,
Rüveyda'ya Mektuplar burada yazılırken bunu göndermiştiniz. Ben de size bir gün kitabım çıkarsa, önsöz'e koyabilir miyim diye sormuştum. Siz de onur duyarım demiştiniz. Sonuçta nasip oldu.
Ne yazık ki, bendeniz gelen mailleri arşivlemediğim için, sizin mail adresinizi de kaybettim. Hem teşekkür etmek istiyorum, hem de kitabımı size hediye göndermek.
Lütfen hâlâ takip ediyorsanız, bana yazar mısınız?
Selam ve sevgilerimle.



8 Kasım 2019 Cuma

Kutsal kitabımızda Sevgili Peygamberimiz


Peygamber Efendimiz (sav)'in Kur'an'ın açıklayıcısı olduğuna dair ayetler var mıdır?

Özellikle son zamanlarda birtakım kimseler: "Bize Kur ân kâfidir. Allah bize onu göndermiş ve sadece ona dayanmamızı istemiş başka bir kaynakla bizi mesul tutmamıştır" deyip bilerek veya bilmeyerek, maksatlı veya maksatsız Allah'ın Resûlü'nün sünnetini devreden çıkarmaya çalışmakta; O'nun dinde hüccet oluşu, sıhhati ve râvîleri hususunda şüphe uyandırmaya gayret etmekte;1 birtakım kimseler de Hz. Peygamber'in sünneti karşısında gevşek davranmakta "sünnete uyulsa da olur uyulmasa da olur" gibi bir tavır sergilemekte ve herhangi bir konuda bir hadîs delil olarak zikredildiği zaman da dudak bükmektedirler. Halbuki, İslâm'ın temel kaynağı olan Kur'ân'da Yüce Allah, Hz. Peygamberi ve O'nun sünnetini çok müstesna bir yere oturtmakta ve O'na itaati kendisine olan itâatla bir tutmaktadır.

Kur'ân'da, Hz. Peygamber'in, bilhassa inananlar için Allah'ın büyük bir lütfu olduğu belirtilmekte, O'na îman, O'na itâatla irtibatlandırılmakta; yine O, insanlar için en güzel bir örnek şahsiyet olarak gösterilmekte, O'na insanlara tebliğ edip öğretmesi için Kur'ân'ın yanında çoğu yerde sünnet anlamına gelen hikmetin de verildiği tesbiti yapılmakta, vahiy sadece Kur'ân ile sınırlandırılmamakta, pek çok yerde Hz. Peygamber'e İtaat, Allah'a İtâatla birlikte zikredildiği gibi münferit olarak da O'na itâatin lüzûmu vurgulanmaktadır.

Bununla birlikte hiç şüphesiz sünnet, hiçbir zaman Kur'ân seviyesinde kabul edilmemiş, ilk sırada dâima Kur'ân yer almış, sünnete ondan sonra yer verilmiştir.

Nitekim bu durum, bizzat Hz. Peygamber tarafından Muaz b. Cebel Yemen'e vâli olarak gönderilirken verilen tâlimatta da açıkça tesbit edilmiştir.2 Ayrıca, ashâb-ı kirâmın uygulamaları da gerek Hz. Peygamberin sağlığında ve gerekse vefâtından sonra bu yönde olmuş problemlerinin çözümünde dâima, önce Kur'ân'a, ardından sünnete başvurma şeklinde olmuştur.3

Şimdi yapmış olduğumuz bu tesbitleri Kur'ân âyetlerinin nasıl ortaya koyduğunu görelim.

Hiç şüphesiz Yüce Allah'ın insan olarak bize, kendi içimizden bir kimseyi peygamber olarak seçip bizlere canlı bir hayat örneği göstermiş olması büyük bir lütuftur.

1) Hz. Peygamber’in Yüce Allah'ın İnananlar İçin Büyük Bir Lütfü Olduğunu İfâde Eden Âyetler:

"Andolsun ki Allah, müminlere büyük bir lütufta bulundu; zira daha önce açık bir sapıklık içinde bulunuyorlarken onlara, kendi içlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, kendilerini temizleyen ve kendilerine Kitap ve hikmeti Öğreten bir Peygamber gönderdi" (Âl-i İmrân, 3/164).

"Andolsun, içinizden size öyle bir Peygamber geldi ki sıkıntıya uğramanız O'na ağır gelir; size düşkün mü'minlere şefkatlidir, merhametlidir, eğer yüz çevirirlerse de ki: "Allah bana yeter! O'ndan başka Tanrı yoktur. O'na dayandım, O, büyük arşın sâhibidir." (Tevbe, 9/128-129) .4

Hiç şüphesiz, insan olarak bize düşen bu büyük lütfun kıymetini bilerek, âyet-i kerîmede 5 de işâret edildiği gibi, O'nu canımızdan da aziz bilip çok sevmek ve her işimizde bize en güzel bir örnek olarak gösterilen bu yüce şahsiyetin yolundan gitmek olacaktır.

Hz. Peygamber'e îman Müslüman olmanın önde gelen şartlarındandır. O'nun adı kelime-i şehâdette Yüce Allah'ın adı ile birlikte yer almıştır. Ayrıca O'na inanmanın lüzumu hakkında Kur'ân'da pek çok âyet-i kerîme mevcuttur.6 Hiç şüphesiz, Hz, Peygambere îman, O'nun sadece bir peygamber olduğuna inanmanın da ötesinde bir anlam ifâde etmektedir. Bu da, O'nun Allah'tan alıp bize bildiklerinin bütününü, bununla ilgili olarak, her türlü emir, yasak, öğüt, uygulama, yorum ve açıklamalarının doğruluğunun kabulünü, kısacası O'nun her bakımdan örnek alınmasını gerektirir.

İşte, Hz. Peygamber'in dindeki bu müstesnâ yerini ortaya koyan başka bir husus da Kur'ân'da bizzat Yüce Allah tarafından O'nun bize, her yönüyle kendimize örnek olarak alacağımız bir şahsiyet olarak takdim edilmesidir.

2) Hz. Peygamberi Örnek Bir İnsan Olarak Gösteren Âyetler:

Kur'ân'da gayet açık ifâdelerle Hz. Peygamber'in Yüce Allah tarafından mü'minler için örnek alınması gereken model bir insan olarak takdim edildiğini görmekteyiz. Konu ile ilgili âyetlerde şu veya bu konuda diye bir kayıt koyulmamış olması O'nun insanlar için her yönüyle örnek olarak gösterildiği anlaşılmaktadır.

İşte bu konudaki bazı âyetler şunlardır:

"Andolsun Allah'ın Resûlünde sizin için -Allah'ı ve âhireti arzu eden ve Allah'ı çok anan kimseler için- (uyulacak) en güzel bir örnek vardır" (Ahzâb, 33/ 21).

Bu âyette, Resûlullah'ın, Allah'a ve âhiret gününe inananlar için örnek bir şahsiyet olarak ileri sürülmesi, böylece onu Örnek edinmenin Allah'a ve âhiret gününe îman hususuna bağlanması O'nun sünnetine dinde ne kadar değer verilmiş olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Kur'ân, Hz. Peygamberin mü'minler için örnek bir insan olduğunu belirtmekle kalmaz aynı zamanda onun büyük bir ahlâk üzere olduğunu da şöyle vurgular:

"Nün. Kaleme ve yazdıklarına andolsun, Sen Rabb'inin nimetiyle ünlenmiş (bir deli) değilsin. Senin için kesintisiz bir mükâfat vardır. Ve sen, büyük bir ahlâk üzeresin" (Kalem, 68/ 1-4).

Sünnetin dindeki değerini ortaya koyan unsurlardan birisi de genelde onun da bir vahiy mahsûlü oluşudur. Nitekim, Kur'ân'a baktığımız zaman vahyin sadece kendisi ile sınırlandırılmadığına, Hz. Peygamber'e Kur'ân'ın dışında da vahiy verildiğine dâir birçok işâretleri görürüz.

3) Hz. Peygamber'e Kur'ân'ın Dışında da Vahiy Geldiğini İfâde Eden Ayetler:

Kur'ân'da Yüce Allah'ın kullarına olan vahyinin genelde şu şekillerden birisi ile olduğu belirtilir:

"Allah bir insanla ancak vahiyle, yahut perde arkasından konuşur. Yahut da bir elçi gönderip izni ile dilediğini vahyeder. O çok yücedir, hâkimdir" (Şûrâ, 42/51).

Görüldüğü gibi bu âyette Yüce Allah, genel olarak dilediği kullarına bu yollardan herhangi birisi ile hitap ettiğini belirtmiş; kullarına olan hitâbını bir kitapla kayıtlamamıştır.

Bundan başka, Hz. Peygamber'e Kur'ân'ın dışında da vahiy verildiğine delâlet eden hususlardan birisi de Kur'ân'da, Hz. Peygamber'e ve diğer bazı peygamberlere7 kendilerine verilen kitapların yanında bir de "hikmet"in verildiğinin ifâde edilmiş olmasıdır. Meselâ Bakara sûresinde şöyle buyrulur:

"Nitekim, kendi içinizden size âyetlerimi okuyan, sizi (kötü inanç, fikir, söz ve fiillerden) arındıran, size Kitap ve hikmeti ve bilmediklerinizi öğreten bir peygamber gönderdik1' (Bakara, 2/151). 8

Bu ve benzeri âyetlerde, Kitab'a ilâve olarak peygamberlere verildiği zikredilen bu "hikmet", âlimlerce genelde Allah'ın elçilerine verilen "sünnet" olarak tefsir edilmiştir. Meselâ, bunlardan İmâm-ı Şâfiî bu görüşünü şöyle dile getirir:

"Allah (burada) önce Kitab'ı -ki ondan maksat Kur'ân'dır- ardından da "hikmet"i zikretmiştir. Kur'ân ilimleri sahasında ehliyetlerinden emin olduğum kişilerden işittim ki, buradaki "hikmet"ten kasıt, Resûlullah'in sünnetidir... Çünkü önce Kur'ân zikredilmiş peşinden ayrı olarak "hikmet" eklenmiştir."9 el-Evzâî (Ö. 157/774) de, Hassan b. Atıyye'nin "Cibril, Kur'ân'ı indirdiği gibi, sünneti de Peygambere getiriyordu." dediğini nakleder.10

Kur'ân'da diğer peygamberlere de kendilerine gönderilen kitapların dışında vahy gönderildiğine dâir birtakım bilgilere rastlıyoruz. Lût kavmini helâk etmekle görevli olarak Hz. İbrahîm'e ve Hz. Lût (as)'a gönderilen meleklerin ifâdeleri" hiç şüphesiz bu türden vahiylerdir. Yine, Yüce Allah (cc) kendisine bir kitap gönderilmediğini bildiğimiz Hz. Zekeriya'ya (as) oğlu olacağına dâir müjdesi12 İle bir peygamber olmadığı halde Hz. Meryem'e hitâbı13 da bu nevidendir. Bu konuda, Hz. Peygamberin de Kur'ân vahyi dışında Yüce Allah ile irtibâtı olduğunu gösteren pek çok âyet vardır.14 Meselâ bunlardan birisi:

"Namazları ve orta namazını koruyun, gönülden bağlılık ve saygı ile Allah'ın huzuruna durun. Eğer (bir tehlikeden) korkarsanız, yaya yahut binmiş olarak kılın; güvene kavuştuğunuz zaman ise bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği şekilde Allah'ı (namazınızda) anın" (Bakara, 2/238-239).

Görüldüğü gibi burada, Yüce Allah, namazların ve özellikle orta namazının (yâni Hz. Peygamberin tefsîriyle ikindi namazının) her yönüyle en güzel bir şekilde kılınmasını emrettikten sonra, yolculuk sırasında herhangi bir tehlikeden korkulduğu takdirde yaya yahut binmiş olarak namaz kılınabileceğini, ama tehlike geçtikten sonra, kendisinin öğrettiği şekilde namazın normal bir şekilde kılınmasını emretmektedir. Buradaki "size öğrettiği şekilde" ifâdesi dikkat çekicidir. Bilindiği gibi namaz Kur'ân'da tafsilâtlı olarak öğretilmemiştir. O halde, Hz. Peygamber'in bu konuda, Yüce Allah'tan Kur'ân'ın dışında da Cebrâil vasıtası ile birtakım ilâve bilgiler almış olması muhakkaktır. Nitekim rivâyetlerde Cebrâil Aleyhisselâm'ın Hz. Peygamber'e gelip beş vakit namazı her şeyiyle bizzat tatbikî olarak öğrettiği rivâyetler de mevcuttur.15 Hz. Peygamber de aynı şekilde bunu ashâbına öğretmiş ve: "Beni namaz kılarken nasıl görüyorsanız öyle kılınız." 16 buyurmuştur.

Ayrıca, Hz. Peygamber Kur'ân'da sık sık kendisine vahyolunana uymakla emrolunmaktadır17. Eğer, vahiy sadece Kur'ân'dan ibâret olmuş olsaydı, İslâm bütünüyle sâdece Kur'ân'dan ibâret olmadığı aşikâr olduğuna göre, bu durumda Hz. Peygamberin vahiy dışı birçok iş yapmış olmasının kabul edilmesi gerekirdi. Böyle olunca da Hz. Peygamber'in Allah'ın emrini yerine getirmemiş olması gibi birtakım imkânsız şeylerin kabul edilmesi lâzım gelirdi ki bunların hepsinin de Hz. Peygamber hakkında düşünülmesi mümkün değildir.18 Ve faraza böyle bir şey olsa elbette Yüce Allah duruma müdâhale ederdi.

Nihâyet Yüce Allah, bu konuda Hz. Peygamberle ilgili olarak şöyle buyurur:

"O, havadan konuşmaz, O (na inen Kur'ân veya O'nun söyledikleri), kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir" (Necm, 53/ 3-4). 19

Bu âyette sözü edilen vahiyden maksat, bazı âlimlere göre sadece Kur'ân diğerlerine göre ise Kur'ân'la birlikte bir kısım sünnettir. Çünkü, hadisler bazen sırf vahiy, bazen de Resûlullah'ın içtihâdıdır. Ama o içtihâdında yanılsa bile, bu Yüce Allah tarafından düzeltilir.20 Bu bakımdan O'nun bütün sözleri ve fiilleri ve tasarrufları Yüce Allah'ın kontrolü altındadır.21 İşte bu sebeble kaynağı vahiy olmayan fakat ilâhî vahiy tarafından hilâfına bir vahiy gelmemiş olan dînî emirleri ve uygulamaları da vahiy kabul edilmiştir. Bu nevi vahiyler, Hanefîlerin cumhûrunca "batını vahiy" diye isimlendirilmiştir.22

Hz. Peygamberin Kur'ân dışında da Yüce Allah'tan vahiy aldığını gösteren delillerden birisi de hiç şüphesiz O'na Kur'ân'ı tebliğ görevi yanında bir de Kur'ân'ı açıklama görev ve yetkisinin verilmiş olmasıdır. O, bu görevi elbette sadece kendi şahsî bilgi ve içtihâdıyla değil Yüce Allah'tan aldığı ilhamla yapacaktır.

4) Hz. Peygamber'e Kur'ân'ı Açıklama Görev ve Yetkisinin Verildiğini Gösteren Âyetler:

"Biz, her peygamberi mutlaka kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara (emredildikleri şeyleri) açıklasınlar..." (İbrâhîm,14/4).

"Sana bu zikri (Kur'ân'ı) indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayâsın, tâ ki düşünüp öğüt alsınlar." (Nahl,16/ 44).

Bu âyetten anlaşıldığına göre demek ki bazı âyetlerin tefsirine Resûlü'nün izahı olmadan ulaşmak mümkün değildir.23

"Biz sana Kitâb'ı indirdik ki, hakkında ayrılığa düştükleri şeyi onlara açıklayasın ve inanan bir kavim için, (o kitap) yol gösterici ve rahmet olsun" (Nahl, 16/64).24

Hiç şüphesiz, Yüce Allah, bu âyetlerle kendisine Kur'ân'ı açıklama görev ve yetkisini verdiği peygamberini bu hususta yardımsız bırakmamış ve bu konuda Kur'ân dışı vahiylerle de O'nu beslemiştir. Nitekim şu âyet de bu hususa işâret etmektedir:

"(Ey Muhammed), onu tekrarlamak için (henüz Cebrâil, sana vahyi bitirmeden) dilini depretme, onu (senin kalbine) toplamak ve (sana) okutmak bize düşer. Sana Kur'ân'ı okuduğumuz zaman onun okunuşunu takip et. Sonra onu açıklamak da bize düşer." (Kıyâmet,75/16-19).25

Hiç şüphesiz Yüce Allah'ın vaad ettiği bu beyânını, hem bazı âyetlerin ileride inecek bazı âyetlerle daha da açılacağı, hem de izâha muhtaç bazı âyetlerin yine kendisinin vahyi ve öğretmesi ile Resûlü tarafından açıklanacağı şeklinde değerlendirmek gerekir.

Kur'ân, kendisine indirilen ve ilâhî vahyin kaynağı olan Yüce Allah ile irtibat hâlinde olan Hz. Peygamber'in, Kur'ân'ı anlama ve açıklama hususunda en yetkili kişi olduğunda ve dolayısıyla mü'minlerin O'nun sözlü ve fiili açıklamalarına sarılmaları gerektiği hususunda bir şüphe yoktur.

Hz. Peygamberin Kur'ân'ı açıklaması, mücmel olan bazı âyetleri tafsil, bazı umûmî hükümleri tahsis, anlaşılması güç bazı âyetleri açma, müphem olanı belirtme, bazı garip kelimeleri beyan etme, edebî inceliğe sâhip âyetlerin maksadını bildirme, varsa neshi işaret etme gibi şekillerde olmuştur.26 O, bu maksatla Medine Mescidi'ni bir okul hâline getirmiş, ashâbın her müşkülünü bıkmadan ve usanmadan çözmeye çalışmış ve söz ve hareketleri ile âdeta yaşayan bir Kur'ân olarak onlara örneklik etmiştir.27

Yüce Allah, Hz. Peygamber'e izâha muhtaç Kur'ân âyetlerini açıklama yetkisini verdiği gibi, aynı şekilde O'na Kur'-ân'da olmayan hususlarda hüküm koyma yetkisini de vermiştir.

5) Peygambere Hüküm Koyma Yetkisi Tanıyan Âyetler:

Hz. Peygamber, sadece Kur'ân'da mevcut hükümlerle kayıtlı olmaksızın, genel olarak hüküm koyabilme yetkisine sahiptir. Nitekim, O, bazı konularda önce vahiy beklemiş, gelmeyince kendi içtihadına göre veya Kur'ân dışında aldığı bir vahiy ile hüküm vermiştir. O'nun bu hükümleri hiç şüphesiz vahyin kontrolü altında idi. Bu sebeble zaten büyük hatalar yapması düşünülmeyecek olan Hz. Peygamberin küçük bazı hataları bile vahiy tarafından düzeltiliyordu.

Bu bakımdan O'nun her türlü hükmü, bir nevi vahyin tasdikinden geçmiş hükümler oluyordu. Şimdi, Hz. Peygamberin genel olarak hüküm verme yetkisini ifâde eden bazı âyetleri kaydedelim:

"Hayır, Rabb'in hakkı için onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan, tam anlamıyla Teslim olmadıkça inanmış olamazlar." (Nisâ, 4/65).

"Allah ve Resûlü, bir işte hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir kadın ve erkeğe, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resûlü'ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur" (Ahzâb, 33/36).

"Aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Resûlü'ne çağrıldıkları zaman inananların sözü ancak: "İşittik ve itâat ettik" demeleridir. İşte saadete eren onlardır" (Nûr, 24/51).

"Herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; -eğer gerçekten Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız- onu Allah'a ve Resûlü'ne götürün..." (Nisâ, 4/59).28

Hz. Peygamber'in Kur'ân'da olmayan hususlarda koymuş olduğu hükümlere örnek olarak, beş vakit namazın zamanı, rekatları, nasıl kılınacağı, vitir namazının vacip oluşu, namazlarda Kabe'den önce Beyt-i Makdis'e yönelme, orucu bozan ve bozmayan şeyler, kimlere zekâtın farz olduğu, şer'î boşanmanın şekli, diyetlerle ilgili birçok hükümler, içki içmenin cezası, hırsız, hangi miktarda hırsızlık yaparsa cezâlandırabileceği, hayızlı kadının namaz kılamaması, oruç tutamaması, büyükannenin mirâsı gibi hususlardır.

Bu konu ile ilgili olarak kaynaklarda şöyle bir habere rastlıyoruz:

İmrân b. el-Husayn'ın (Ö.52/672) bulunduğu bir mecliste, adamın biri: "Kur'ân'da olandan başkasından bahsetmeyin" deyince, İmrân: "Sen akılsız bir adamsın! Öğle namazının (farzının) dört rekat olduğunu, onda kırâatın açıktan olamayacağını, Allah'ın Kitabında gördün mü?" Sonra zekâtı ve benzeri hükümleri sıraladı ve şöyle ilâve etti: "Bütün bunları Allah'ın

Kitâbında açıklanmış olarak buluyor musun? Kitâbullah bunları müphem bırakmıştır. Sünnet de açıklamıştır." 29

Hz. Peygamber'e genel olarak tatbikatta ortaya çıkan bazı konularda hüküm ve karar yetkisi verildiği gibi, Kur'ân'da olmayan hususlarda O'na. haram ve helâl koyma yetkisi de verilmiştir. Nitekim aşağıdaki âyetlerde bu husus ifâde edilmektedir.

6) Hz. Peygamber'e Helâl ve Haram Kılma Yetkisini Veren Ayetler:

"Onlar ki, yanlarındaki Tevrât ve İncil'de yazılı buldukları O elçiye, O ümmî peygambere uyarlar. O Peygamber ki, kendilerine iyiliği emreder, kendilerini kötülükten meneder; onlara güzel şeyleri helâl, çirkin şeyleri haram kılar, üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar. O'na inanan, destekleyerek O'na saygı gösteren, O'na yardım eden ve O'nunla beraber indirilen nura uyanlar, işte felâha erenler onlardır" (A'râf, 7/157).

"Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve âhiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Resûlü'nün haram kıldığını haram saymayan ve hak dinini din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verecekleri zamana kadar savaşın" (Tevbe, 9/29).

Bu konuya örnek verecek olursak, meselâ Hz. Peygamber ölü hayvan etinin haram olmasına rağmen30 deniz hayvanlarının bunun dışında olduğunu belirtmiş ve bunu "Denizin suyu temiz, ölüsü helâldir";31 helâl olduğunu da şöyle belirtmiştir: "İki ölü ve iki kan bizlere helâl kılınmıştır. İki ölü, çekirge ve balık; iki kan da ciğer ve dalaktır." 32

Bundan başka Hz. Peygamber, âyette nikâhı haram kılınanlar arasında sayılmamasına rağmen33 bunlara bir kadının halası, teyzesi, kızkardeşi, kızı ve erkek kardeşinin kızı üzerine de nikahlanamayacağını ilâve etmiştir.34

Yine, Kur'ân'da geçmeyen, katır, merkep, aslan, kaplan, fil, kurt, kirpi,35 maymun ve köpek gibi hayvanlarla, kartal, atmaca, şâhin ve doğan gibi yırtıcı kuşların etlerinin haramlığı da hadîslerle sâbit olmuştur.36 Erkeklere altın takmanın ve ipek giymenin haramlığı da yine hadîslerle sâbittir. Nesep ile haram olanların süt yoluyla da haram olacağı prensibi de bu cümledendir.

Hiç şüphesiz, Hz. Peygamber'in bu yetkisini Yüce Allah'tan tamamen bağımsız olarak değerlendirmemek gerekir. Elbette O, bu nevi hükümleri Yüce Allah'ın kendisine verdiği yetki ve O'nun kontrolü altında vermektedir. Zâten genelde, Hz. Peygamber, bu hükümleri verirken dâimâ Kur'ân'daki umumî bir prensibe dayanmıştır. Meselâ, ehlî merkeplerin ve yırtıcı kuşların etinin haram olduğunu belirten Hz. Peygamber'in bu hükmü, "O, size temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar" 37 âyetine râcîdir. Bu bakımdan asıl Şâri' yani kanun koyucu Allah'tır, Resûlü'ne de O'ndan aldığı bu yetkiye dayanarak mecâzen "Şâri" sıfatı verilmiştir.

Bu konuda Hz. Peygamber de bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır: "Şunu kesin olarak biliniz ki, bana Kur'ân ve onun bir misli daha verilmiştir. Karnı tok bir halde, rahat koltuğuna oturarak: 'Şu Kur'ân'a sarılınız; onda helâl olarak neyi görüyorsanız onu helâl kabul ediniz, neyi de haram olarak görüyorsanız onu haram biliniz.' diyecek bazı kimseler gelmek üzeredir. İyi bilin ki, Allah Resûlü'nün haram kıldığı şeyler de Allah'ın haram kıldıkları gibi-

Bundan başka, Kur'ân'da bize örnek olarak gösterilen büyük bir ahlâk üzere olduğu belirtilen bu yüksek şahsiyete itâat etmemiz emredilmiş ve itâat pek çok yerde Allah'a itâatla birlikte zikredilmiştir; böylece, Hz. Peygamber'e itâatin Allah'a itâat demek olduğu defâatle vurgulanmıştır. Hiç şüphesiz, Resûle itâat hayâtında olduğu gibi, Ölümünden sonra da farzdır. Bu itâat da elbette O'nun sünnetine uyularak gerçekleştirilecektir.19 Nitekim, Hz. Peygamber de bir hadîsinde şöyle buyurmaktadır: "Bana itâat eden Allah'a itâat etmiş, bana isyan eden de Allah'a isyan etmiş demektir. Bana itâat eden benim emrime uyan kimsedir." 40

7) Hz. Peygambere İtaati Emreden Ayetler:

"Kim, Peygamber' e itâat ederse Allah'a itâat etmiş olur..." (Nisâ, 4/80).

"... Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakla-dıysa ondan da sakının..." (Haşr, 59/7).

Şu âyette de Allah sevgisinin Hz. Peygamber'e itâata bağlanmış olması çok dikkat çekicidir:

"Deki: 'Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın Allah çok merhametli ve bağışlayıcıdır.' De ki: 'Allah'a ve Peygamber'e itâat edin!' Eğer dönerlerse muhakkak ki Allah, kâfirleri sevmez" (Âl-i İmrân, 3/31-32).

Âyetteki hitap, sebeb-i nüzulünden de anlaşıldığı gibi özellikle inanmayanlara olduğuna göre,41 Resûlüne îman ve itâat olmadan Allah'a îman, O'nu sevme ve O'na itâat iddiâsı geçerli bir iddiâ olarak kabul edilmemektedir.

"Biz hiçbir peygamberi, Allah'ın izniyle itâat edilmekten başka bir amaçla göndermedik..." (Nisâ, 4/64).42

Hiç şüphesiz bu âyetlerde sözü edilen itâat sâdece, Yüce Allah'ın O'na indirdiği Kur'ân emirlerine itâat değildir. Çünkü bu durumda Kur'ân'ın pek çok yerinde peygambere itâatin Allah'a itâatla birlikte zikredilmesinin bir anlamı kalmazdı. Bu sebeble, hadîsler de alelâde bir insan sözü değil, Yüce Allah'ın emri ile kendisine itâat etmekle yükümlü olduğumuz bir Zât'ın sözleridir. Nitekim, Kur'ân'ın ilk muhâtapları olan ashâb da bunu böyle anlamış ve Hz. Peygamberin bütün emirlerini titizlikle uygulamaya, bilmedikleri her hususu ondan sorup öğrenmeye çalışmışlardır. 43

Yüce Allah, Kur'ân'da Hz. Peygamber'e itâati emrettiği gibi, O'na yapılabilecek her türlü isyânı da yasaklamaktadır.

8) Hz. Peygamber'e İsyan Etmeyi Yasaklayan Ayetler:

"Kim, Allah'a ve O'nun elçisine karşı gelir ve O'nun sınırlarını aşarsa, Allah onu ebedî kalacağı ateşe sokar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır" (Nisâ, 4/14).

"Kim de kendisine doğru yol belli olduktan sonra Peygamber'e karşı gelir ve müminlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir gidiş yeridir orası!" (Nisâ, 4/115).

"Bu böyledir. Çünkü onlar, Allah ve Resûlüne karşı çıktılar. Allah ve Resûlüne de kim karşı çıkarsa muhakkak ki, Allah'ın cezası çetin olur" (Enfal, 8/13).44

Hz. Peygambere itâati emreden ve O'na karşı gelmeyi yasaklayan bu âyetler, O'na itâatin isteğe bağlı değil, zorunlu olduğunu kesin olarak ortaya koymaktadır. Bu O'na inanmanın tabiî bir sonucudur.

Yüce Allah Kur'ân'da Hz. Peygamber'e kuru bir itâatin ve O'na karşı gelmemenin de ötesinde O'na karşı derin bir saygı ve sevgi duymamızı da istemektedir. Bu âyetler hiç şüphesiz Yüce Allah'ın Resûlullah'a verdiği şerefi ve değeri de açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

9) Hz. Peygamber'e Saygıyı ve Sevgiyi Emreden Ayetler:

"Peygamber müminler için kendi canlarından ileridir. O'nun eşleri de onların anneleridir..." (Ahzâb, 33/6).45

"Şüphesiz ki Allah ve melekleri, Peygamber'e salât etmekte (yani, O'nun şerefini gözetmekte ve şanını yüceltmekte) dirler; o halde siz de îman edenler O'na salât edin (yani, O'nun şanını yüceltmeye özen gösterin); O'na içtenlikle selâm edin (esenlik dileyin) (Ahzâb, 33/56).

"Ey îman edenler! Allah ve Resûlü'nün önüne geçmeyin, Allah'dan korkun. Şüphesiz ki Allah her şeyi işiten ve her şeyi bilendir. Ey iman edenler, seslerinizi, Peygamber'in sesinden fazla yükseltmeyin, birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi O'nunla da öyle yüksek sesle konuşmayın. Yoksa siz farkında olmadan amelleriniz boşa gider" (Hucurât, 49/1-2)46.

Son olarak, Hz.Peygamber'e itâat eden ve O'nun yolunda gidenleri O, doğru yola götürür. Bu hususu Yüce Allah pek çok âyette ifâde etmiştir:

10) Hz. Peygamber'in İnsanları Doğru Yola Götürdüğüne Dâir Âyetler:

"... Şâyet O'na itâat ederseniz doğru yolu bulursunuz..." (Nûr, 24/54).

"... Şüphesiz ki Sen (sana inananları) mutlaka doğru yola, göklerde ve yerde bulunan herşeyin sâhibi Allah'ın yoluna götürürsün" (Şûrâ, 42/52-53).

"Şüphesiz ki sen, onları doğru yola çağırıyorsun" (Mu'minûn, 23/73).47

Bu âyetlerden bizzat Yüce Allah'ın garantisi ve şahitliği ile anlaşılıyor ki, Hz. Peygamber bütün sözleri, fiileri ve takrirleriyle doğru yoldadır ve insanları doğruya götürmektedir. Böyle bir şeyin mümkün olmaması ile birlikte şâyet O, kendisine uyanları doğru yoldan ayırmış veya Yüce Allah adına Kur'ân veya hadîs olarak (haşa, böyle bir ifadenin O'nun için zikri bile hoş değil!) bir söz uydurmuş olsaydı elbette Cenâb-ı Allah, bir âyet-i kerîmede48 işaret ettiği gibi buna en ağır bir şekilde müdâhale ederdi. Bu da Kur'ân'ın ve O'nunla birlikte sünnetin sağlamlığını bağlayıcılığını açıkça ortaya koymaktadır.

NETİCE

Netice olarak diyebiliriz ki: Yüce Allah'ın beşere kendi içinden birisini örnek seçerek bir peygamber göndermiş olması insanlık için en büyük bir lütuftur. O'na inanmak sadece O'nun peygamber olduğunu tasdik etmek demek olmayıp, O'na itâat etmeyi de gerektirir.

Yüce Allah O'nu bizzat kendisi terbiye etmiş, kitabında O'nun üstün bir ahlâk sahibi olduğunu ve örnek olarak alınması gerektiğini ifâde etmiştir.

Ayrıca O'na indirilen vahiy sâdece Kur'ân'dan ibâret olmayıp, âyetlerde Kitab'ın yanında kendisine verildiği bildirilen ve sünnet anlamına gelen "hikmet" de vahiy kaynaklıdır. Kaldı ki, O'nun kendi içtihâdıyla yapmış olduğu işler ve söylemiş olduğu sözler de yine vahyin kontrolü altında olduğundan "zelle" tabir edilen küçük hataları bile vahiyle düzeltilmiş ve böylece O'nun yapmış olduğu fiiller ve söylemiş olduğu sözler her türlü hatadan arındırılmıştır. Bu husus da O'nun sünnetinin sağlamlığını ve O'na uymanın gerekliliğini ortaya koymaktadır.

Hz. Peygamber'e bizzat Yüce Allah tarafından âyetleri açıklama yetkisi verildiğini görmemiz de O'nun sünnetinin, inananları bağladığını açıkça göstermektedir.

Yine âyetlerde, Hz. Peygamber'e itâatin Allah'a itâatle birlikte zikredilmesi de Hz. Peygamber'in sünnetine verilen değeri açıkça ifâde etmektedir. Bu itâat de elbette sağlığındayken bizzat şahsına, vefâtından sonra da sünnetine uymakla gerçekleşecektir.

Bundan başka, Kur'ân'da olmayan hususlarda, hüküm koyma, haram ve helâl tayin etme yetkisi bizzat Yüce Allah tarafından Hz. Peygamber'e verilmiştir. Bu itibarla Kur'ân'da bulunmayan hususlarda Hz. Peygamber'in sünneti şer'î bir kaynaktır. Son olarak diyebiliriz ki: İslâm dininin gerek ibâdet, ahlâk ve gerekse sosyal hayata geçirilmesi hususunda, Hz. Peygamber'in, O'nun sözlerinin ve uygulamalarının önemli bir yeri olduğunu gayet iyi bilen din düşmanları, doğrudan doğruya Kur'ân'a saldıramadıkları için Hz. Peygamber'in ve O'nun sünnetinin dindeki yerini sarsmaya, hadîsler üzerinde şüphe uyandırmaya çalışmaktadırlar. İnananların bu oyuna gelmemeleri, Hz. Peygamber'in önderliğine ve O'nun sünnetinin rehberliğine sımsıkı sarılmaları gerekir.

DİPNOTLAR:

1) Gerçi bu tip gayretler yeni değildir. Temeli ilk devirlere kadar uzanmaktadır. Fakat biz bu ifâdemizle, dikkatleri özellikle günümüze çekmek istedik. Bu konuda bkz. Ebû Zahv, el-Hadîs vel-Muhaddisûn, Mısır, 1378/1958, s.21; es-Sibâî, es-Sünnetü ve Mekânetühâ fî't- Teşrî'ıl-İslâmî, Kâhire, 1966, s.11-14; Abdulğaniy Abdulhâlık, Hucciyyetu's-Sünne, Beyrût, 1407/1986, s.278; KIRBAŞOĞLU, M.Hayri, Kur'ân'a Göre Sünnetin Konumu, (Basılmamış makale), s.1-3.

2) Tirmizî, Ahkâm, 3; Müsned, V, 230; Ebû Dâvûd, Akdiye, 11.

3) Bu konudaki geniş örnekler için bkz. Hucciyyetü's-Sünne, s.283-291.

4) Bu konuda bir başka âyet de bkz. Bakara, 151; Tevbc, 61; Enbiyâ, 107: Cuma, 2-4.

5) Ahzâb, 6.

6) Bkz. A'râf, 158; Nisâ, 136; Tevbe, 91: Nûr, 62; Fetih, 8-9, 13; Hucurât,15; Teğâbün, 8.

7) Bkz. Bakara, 251; Âl-i İmrân, 48; Nisâ, 54; Sâd, 20; Zuhruf, 63.

8) Benzeri âyetler için bkz. Bakara, 129,231; Âl-i İmrân, 164; Nisâ, 113; Ahzâb, 34; Cum'a, 2

9) eş-Şâfıî, er-Risâle, s.78.

10) Dârimî, I. cilt, 117; Te'vilü Muhtelifi'l-Hadîs, s.166; Kurtubî, I.33.

11) Bkz.Ankebût, 31-32; Hicr, 52-77.

12) Âl-i İmrân. 38-40.

13) Âl-i İmrân, 42-45.

14) Bunlardan iki örnek için bkz. Enfâl, 9-10; Tahrîm, 3; Bakara, 142-144.

15) Bkz. Buhâri Bed'ü'l-Halk, 6; Müslim, Mesâcid, 166; Ebû Dâvûd, Salât, 2; İbnu Mâce, Salât, 1; Müsned, I, 333, 111, 30.

16) Buhârî, Ezân, 18.

17) Bkz. Nisâ, 105; Mâide, 48-49,67; En'âm. 106; Ahzâb. 1-2;Câsiye, 18.

18) Çünkü Yüce Pcygamber'ini övmüş, O'ndan razı olduğunu belirtmiş ve O'nu ümmetine şâhit yapmıştır. Bkz. meselâ Enbiyâ, 107; Ahzâb, 45-46; Bakara. 143.

19) Benzeri âyetler için bkz. Yûnus, 15; Ahkâf, 9; Bakara, 142-144.

20) Bu konuda örnekler için bkz. Tevbe, 43, 84; Enfâl,67; İsrâ, 74; Ahzâb, 2,37; Abese, 1-10; Yûnus, 94; En'âm, 35,52; Tahrîm, 1; Nisâ, 105; Münâfıkun, 6. Bu konuda ayrıca bkz. el-Matrafî, Âyâtu'l tâbi'l-Mustafa (sav), Kâhire, 1977.

21) Bu konuda bkz. Şâtıbî, el-muvâfakât, IV.15; Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, İstanbul, 1935-1939, VI.4571

22) Hucciyyetu's-Sünne. s.340.

23) Bkz. Taberî, 74.

24) Şu âyetlere de bkz. Bakara, 151: Nisâ, 105: Mâide, 67; Kıyâmet, 19.

25) Benzeri bir âyet. Nisâ,l 13.

26) Bu konuda geniş bilgi ve örnekler için bkz. Suat Yıldırım, Peygamberimizin Kur'ân Tefsiri, İstanbul, 1983.

27) Bu durumu en güzel bir şekilde Hz. Âişe'nin (r.anha) şu sözleri ifâde eder: "O'nun ahlâkı Kur'ân idi." Yani O, söz ve davranışları ile tamâmen Kur'ân'ı yaşayan bir insan örneği veriyordu. Bu rivâyet için bkz. Müslim, 6, Salâtu'l-müsâfırîn, 18, no:139.

28) Benzeri âyetler için bkz. Nûr, 47-52.

29) Şâtıbî, el-Muvâtakât, IV.19; İbn Abdiberr, Câmiu Beyâni'l-İlm ve Fadlih, Medine, 1388/1968, II.234.

30) Mâide. 3; En'âm, 145.

31) Ebâ Dâvûd, c.I, s.54.

32) Bkz. İbn Mâce, Sayd, 9; Etımme, 31; Ebû Dâvûd, Etımme, 34; Muvatta, Sıfatu'n-Nebiy, 30. Müsned, II.97; es-San'ânî, Sübülüs-Selâm, IV.76.

33) Nisâ, 23.

34) Buhârî, Nikâh, 27.

35) Kirpi etinin haramlığı konusunda bkz. el-Muvâfakât, IV.23.

36) Bkz. Müslim. 34. es-Saydu ve'z-Zebâîh, 3, no:12.

37) Arâf, 157.

38) Hadisin muhtelit varyantları için bkz. Ebû Dâvûd. es-Sünne, 6.bab, no:4604, 4605; Tirmizi, 42, İlm, 10; İbn-i Mâce, Mukaddime, 2; Darimî, es-Sünnetü Kâdıyetun ale'l-Kitâb, 49; Müsned, IV.131: el-Müstedrek, I.109 Ayrıca bkz. Kenzu'l-Ummâl, I.173-174; Mukaddimetân. s.195; Hatib Bağdâdî. Kitâbu'l-Kifâye fi İlmi'r-Rivâye. s.8.10, 12: el-Muvâfakât, IV.10-11.

39) Bkz. Taberî, V.147; Râzî. III.357: Tûsî. Tibyân, III. 235-236; İbn-i Hazm, el-İhkâm, I.97-98.

40) Buhâri, Cihâd, IV.8; İ'tisâm, VIII. 139-140; Ahkâm, VIII, 104; Müslim, İmâre. III. 1466. 41)Taberî, III. 143; Râzî, II. 650.

42) Bu konudaki başka âyetler için bkz. Âl-i İmrân, 132,172: Nisâ. 13, 59, 61, 65, 69; Mâide, 92; Arâf, 157,158; Enfâl, 1, 20, 24, 46; Tevbe,. 62, 71, 91; Nûr, 51-54, 56; Ahzâb. 33, 36, 37, 64-66, 71: Muhammed, 33; Fetih, 17-18; Hucurât, 14; Mücâdele, 13; Teğâbün, 12.

43) Bir örnek olarak bkz. Hz.Ebû Bekr'in bir uygulaması, Zehebî, Tezkim, I, 2.

44) Bu konuda başka âyetler için bkz. Nisâ. 42,80-81: Enfâl, 13.27; Tevbe, 61, 63, 120; Nûr. 47-50, 63; Ahzâb, 36, 57; Muhammed, 32; Fetih, 10, 17; Hucurât, 1-3; Mücâdele,9; Cin, 23.

45) Bu âyeti şu hadîs-i şerif ne güzel açıklamaktadır: "Hiç biriniz ben, kendisine, babasından, evlâdından ve bütün insanlardan da daha sevgili olmadıkça îman etmiş olmaz." Bkz. Buhârî, Îmân, 8; Müslim, Îmân, 70; Nesâî, Îman, 29; İbn Mâce, Mukaddime, 9: Dârimî, Rikâk,29.

46) Benzeri âyetler için bkz. Nûr, 62-63: Hucurât, 3-5.

47) Benzeri âyetler için bkz. Nisâ, 83: A'râf, 158; Yûsuf, 108; Neml, 79; Ahzâb, 45-46; Yâsîn, 1-5.

48) Hakka, 44-47: "Şayet O, bazı sözler uydurup bize iftira etseydi, elbette onun sağ elinden yakalar, sonra da onun can damarını keserdik. Sizden hiç kimse de buna engel olamazdı."

Doç. Dr. Mevlüt Güngör Yeni Ümit, Temmuz-Ağustos-Eylül-Sayı :21, Ekim-Kasım-Aralık 1993 Sayı :22 Yıl :1993

Kur'an-ı Kerim'in apaçık olarak indirilmesi nasıl anlaşılmalıdır?

Soru
Bizler acizane günahkar insanlarız. Bazen anlamadığımız meseleleri saygı değer hocalarımıza soruyoruz. Ama bazı kardeşler Kur'an'dan ayetler getirerek, Kur'an'da her şeyin anlaşılır olduğunu kimsenin fikrine bakılmaksızın anlaşılacağına dair ayetler söylüyorlar. Bu tip insanlara karşı alimlerin her şeyi bildği bizlerin bu kıt zihinle bu ayetleri anlayamadığımızı anlatacak bir yazı istiyorum sizlerden.

Cevabımız

Değerli Kardeşimiz;

Kur’an bitmez ve tükenmez bir denizdir. Bir derya gibidir. Gördüğümüz de deniz olduğunu anlarsınız. Bu denizin içerisinde dalgaları ve balıkları müşahede edersiniz. Ve hatta kıyısında yüzebilirsiniz. Fakat herkes denizin içerisinde ne var ne yok aynı derecede anlamaz. Nasıl ki denizin kıyısında yüzme bilmeyenler yüzer. Daha derin yerlerde daha iyi yüzücüler yüzer.

Fakat bu yüzücülerinde yüzemedikleri derinlikte yerlerde var. Buralarda artık bir gemiyle gitmeniz gerekecektir. Hatta bazı yerler var ki deryalarda en büyük transatlantik gemiler bile zorla yüzebilir. İşte kur’an apaçık bir kitaptır. ( denizi deniz olarak görülmesi gibi) Ama bunda en ami ve cahil insanlardan tutun en büyük alimlere kadar herkesin anlayacağı ilim vardır. İşte müteşabih ayetler de bunlardandır. Hadisler içinde aynı şeyi söylemek mümkündür.

Üstat Bediüzzaman hazretleri, sözler adlı eserinde, Kur’an’ın, “yetmiş bin perdelerden geçerek” “fehm ve zekâca muhtelif binler tabaka muhatablara feyzini dağıttığını ve nurunu neşrettiğini” ifade eder.

Bu kâinat kitabı gibi kuran-ı kerim de perde perde mânâlarla sarılı, iç içe nice sırlar ve hikmetlerle dolu. Bir perde seyredilmeden ikincisine geçilemiyor. O ilâhî fermanın menbaı olan kelam sıfatına gerçek mânâda muhatap olmak için, beşerin önünde sayılamayacak kadar perdeler var.

Sahabeleri, müçtehitleri, mücedditleri, bütün evliya ve asfiyayı ve nihayet tüm müminleri aynı kur’an’ın terbiye ettiği düşünülürse o kelam-ı rabbanî ile aramızda yetmiş bin perde olduğu açıkça görülür. Bütün bitkiler aynı güneşe yüzlerini dönerler, ama her biri kendi kabiliyetine göre ondan istifade eder ve feyiz alırlar. Bir bahçedeki her ağaç aynı toprağa dikilmiş, aynı su ile sulanmıştır ama, her birinin başında ayrı meyveler boy göstermiştir.

Kâinat kitabı ve Kur’an-ı Kerim... Her ikisinde de yetmiş bin perde var. İnsanoğlu kalp, ruh ve akıl sahasında mesafe kat ettikçe farklı tecellilere mazhar olacak ve rabbini tanıma vadisinde her an biraz daha yol alacaktır.

Bu perdelerin aşılması, öncelikle nefisteki engellerin kalkmasına bağlı. Tembelliğimizi ne ölçüde yenersek, gayret vadisinde o kadar ileri gideriz. Cehlimizi ne kadar alt edersek, ilimde terakkimiz o nispette fazla olur. Ve gafletten uzaklaştıkça huzura yaklaşırız.

Cenâb-ı hakkın, yetmiş bin perde arkasında olması bize şu dersi de vermiş oluyor:
İnsanoğlunun aczi, fakrı, kusuru, cehli, kısacası bütün noksan sıfatları da yetmiş bin perde.

Kur’an ve hadisteki hükümler aklımıza ters düştüğünde nasıl davranmalıyız?

Önce şunu önemle belirleyelim: Akılla naklin tearuz etmesi halinde, nakli tevile yetkili olan akıl, söz konusu meselede mütehassıs olan, sözü ve reyi geçerli bir akıldır. Konu âyet ise, tevile yetkili şahıs, sahasında söz sahibi bir tefsir âlimidir. Âyet fıkhî bir hüküm ihtiva ediyorsa, söz hakkı, fıkıh âlimlerine, müçtehitlere ait olur. Bahse konu olan bir hadis-i şerif ise, bu defa vazife, hadis ilminin mütehassıslarına düşer. Yoksa, ilimden nasipsiz, sadece kendi hevesini ve nefsini ölçü tutan insanların aklı, bu konuda söz hakkına sahip olamaz.

Önce naklin birinci şubesi olan âyet-i kerimelerden bir misâl verelim.
Fetih suresinin onuncu âyetinde, “Allah’ın eli, onların ellerinin üzerindedir” buyrulur. Akıl, bütün madde ve mânâ âlemlerinin yaratıcısı olan Allah’ın, el sahibi olmaktan münezzeh olduğuna hükmeder. Nakilde ise elden söz edilmektedir. İşte burada akıl ile nakil tearuz etmişlerdir. Bu durumda, akıl esas alınarak naklin tevili cihetine gidilecektir.

Tefsir âlimleri bu gibi müteşabih âyetlerin tevili konusunda iki guruba ayrılmışlardır. Mütekaddimîn denilen önceki müfessirler, müteşabih âyetleri tevil etmemiş, “bununla ne murat edildiğini en iyi bilen Allah’tır” diyerek susmayı tercih etmişlerdir. Müteahhirîn üleması ise, “akıl ve nakil tearuz ettikleri vakitte, akıl asıl itibar ve nakil tevil olunur.” Kaidesinden hareketle, bu gibi âyetlerin tevili yoluna gitmişler ve “el”den maksadın “kudret” olduğunu ifade etmişlerdir. Bu bir tevildir ve bu tevili yapmaya da tefsir âlimleri yetkilidir. Bir başka misâl: Bakara suresinin 154 üncü âyetinde “Allah yolunda öldürülmüş olanlara ‘ölüler’ demeyiniz. Hayır onlar diridirler, fakat siz bilmezsiniz” buyrulur.

Akıl, o insanların öldüğüne hükmetmekte, nakil ise “onlara ölü demeyiniz” buyurmaktadır. İşte burada da, akıl esas alınmış, “her nefis ölümü tadıcıdır” âyeti gereğince, şehitlerin de ölümü tattıklarına hükmedilmiş, onların cenaze namazları kılınmıştır. Ama kabir âleminde, bu iman kahramanlarının kendilerini ölmüş bilmedikleri ve diğer ölülerden çok daha farklı bir kabir hayatı sürdükleri kanaatine varılmıştır.

Bir başka âyet-i kerime: “Onun kürsisi, bütün gökleri ve yeri kuşatmıştır.” (Bakara , 255)
Cenâb-ı hakk hakında maddî bir kürsi ve taht düşünülemeyeceği için bu âyette geçen “kürsi” kelimesi, “Allah’ın saltanat ve kudreti”, “ilâhî azamet ve kibriyanın bir tasviri” olarak tevil edilmiştir.

Bu kaide hadis-i şerifler için de aynen uygulanır.

“Dünyanın Cenâb-ı Hakk’ın yanında bir sinek kanadı kadar kıymeti olsa idi, kâfirler bir yudum suyu ondan içmeyecek idiler” hadis-i şerifini düşünelim.

İlâhî isimlerin tecelligâhı ve ahiretin tarlası olan bu dünyanın bir sinek kanadı kadar kıymeti olmadığına akıl ihtimal vermediğinden, akıl ile nakil tearuz etmiş oluyor. Burada akıl esas alınır ve “dünya ehemmiyetsiz değildir” hükmünden hareketle, nakil tevil edilir.

Üstad bediüzzaman hazretlerinin bu konudaki açıklaması aynen şöyledir: “hakikatı şudur ki: ‘İndallah’ tabiri, âlem-i bekadan demektir. Evet âlem-i bekadan bir sinek kanadı kadar bir nur madem ebedîdir, yeryüzünü dolduracak muvakkat bir nurdan daha çoktur. Demek koca dünyayı bir sinek kanadıyla müvazene değil, belki herkesin kısacık ömrüne yerleşen hususî dünyasını âlem-i bekadan bir sinek kanadı kadar daimî bir feyz-i ilâhîye ve bir ihsan-ı ilâhîye müvazeneye gelmediği demektir.” Sözler

Bir başka misâl: Allah resulü (a.s.m.) Bir tesbih hakkında, “Onu okuyanlara Musa (a.s.) ve Harun (a.s.) kadar sevap verileceğini” müjdeler. Bir müminin, bir tek tespih ile bir peygamber kadar sevap kazanmasını akıl almaz. Ve bu noktada akıl ile nakil yine tearuz ederler. Burada da akıl esas alınarak, bir müminin peygamber kadar sevap alamayacağına hükmedilir ve nakil, yani hadis-i şerif tevil edilir.

Nur müellifinin bu konudaki harika tahlilinden iki bölümü nakledeceğiz:

“Hakikatı şudur ki: Dünyada dar nazarımızla, kısacık fikrimizle Musa ve Harun aleyhisselâmların sevablarını ne derece tasavvur ediyoruz, biliyoruz. Âlem-i ebediyette rahîm-i mutlak, saadet-i ebedîde nihayetsiz ihtiyaç içinde bir abdine bir tek virde mukabil vereceği hakikat-ı sevab, o iki zâtın sevablarına -fakat daire-i ilmimize ve tahminimize giren sevablarına- müsavi olabilir.” Sözler

“Hazret-i Musa (a.s.) ve Harun’un (a.s.) meçhulümüz olan hakikî sevabları ile müvazene değil, -çünki teşbih kaidesi, meçhulü malûma kıyas eder- belki müvazene edilen ve malûmumuz olan ve tahminimize giren sevablarıyla bir abd-i mü’minin bir virdine mukabil meçhulümüz olan hakikî sevabıdır. Hem de deniz yüzü ile katrenin gözbebeği, güneşin tamam aksini tutmakta müsavidirler. Fark, keyfiyettedir. Hazret-i Musa (a.s.) ve Harun’un (a.s.) Deniz-misâl âyine-i ruhlarına in’ikas eden mahiyet-i sevab, bir katre hükmünde bir abd-i mü’minin bir âyetten aldığı aynı mahiyet-i sevaptır. Mahiyetçe, kemmiyetçe birdirler. Keyfiyet ise, kabiliyete tabidir.” Sözler

Üçüncü misâl: “Arzın öküz ve balık üzerinde olduğuna” dair hadis-i şerif hakkında da akılla nakil tearuz etmişlerdir. Akıl, dünyanın öküz ve balık üzerinde olmadığını bilmektedir. O halde, miraç mucizesine mazhar olmuş o en büyük elçinin (a.s.m.) Bu hadis-i şerifi elbette tevil edilecektir.

Nur külliyatında bunun mecazi bir mânâ olduğu beyan edilerek çok güzel açıklamalar getirilir.

Özet olarak arz edelim: devletin kılıç ve kalem, yani ilim ve kuvvet üzerinde olması gibi, insanların büyük çoğunluğunun geçimleri de deniz hayvanları ve ziraat üzerindedir. Bu hakikat, “arzın öküz ve balık özerinde olması” şeklinde ifade edilmiştir. Ayrıca, bir rivayete göre, bu hadisin tümü birden söylenmemiş, bir defasında “arz balık üzerindedir”, bir başka seferinde de “öküz üzerindedir” buyrulmuştur. Bunlar ise öküz ve balık burçları mânâsınadır.

Sözün özü: Akıl mahlûktur. İnsanın madde âleminde yapacağı incelemeler, araştırmalar için önemli bir âlettir. Ama Allah’ın isim ve sıfatları, insanın yaratılış gayesi, ilâhî emir ve yasaklar, hangi ibadetin ne zaman ve ne şekilde yapılacağı, kabir ve ahiret âlemleri gibi metafizik sahalarda akla düşen vazife nakle tâbi olmaktır.

Akıl, hakkın mahlûku ve nakil, onun fermanı olduğuna göre, hak din ile akıl arasında bir çelişki düşünülemez. Bazı mecazi mânâlarda böyle bir ayrılığın görülmesi hâlinde, sözünü ettiğimiz kaide uygulanacak ve konunun ehli olan mütehassıs kişiler aklı esas tutarak nakli tevil edecekledir.

Aklın böyle bir tevilde bulunması onun için ayrı bir şeref, ayrı bir ibadettir. Cenâb-ı hakk dileseydi bütün hükümleri tevile gerek kalmayacak şekilde vaz’ ederdi ve akla fazla bir iş düşmezdi. İlâhî hikmet ve rahmet akla da bir şeref hissesi ayırmış ve az sayıdaki bir kısım âyet-i kerimelerde ve hadis-i şeriflerde insan aklını tevil etmeye ve içtihat yapmaya sevk etmiştir.

İslâm âlimleri meseleyi böyle değerlendirmişlerdir. Yoksa, söz konusu kaideyi, kişinin aklına uygun düşmeyen dinî hükümlerin değiştirilmesine yahut reddedilmesine açık kabul etmek, elbette, doğru değildir. Çünkü, bu durumda, kişiler adedince farklı görüşler ortaya çıkar. Ve hak dinin izi, görünmez olur.

Selam ve dua ile...

https://www.zehirli.org/konu/peygamber-efendimiz-sav-in-kur-an-in-aciklayicisi-olduguna-dair-ayetler-var-midir.html