Aşağıya Rüveyda’ya Mektuplar kitabının ön sözünü ayniyle alıyorum. Böylelikle gelen ve gelmeye devam eden bir çok soruya toptan cevap niteliğinde olacağını umuyorum.
''Ön Söz
Rüveyda’ya Mektuplar Nasıl Başladı?
İçinde, ruhunda, kalbinde, benliğinde, genlerinde merhamet taşımayan birisinin sevgisine de aşkına da insaniyetine de insanlığına da inanamam! Sanırım aksini de kimse düşünmez.
Merhamet; insan oluşumuzdur, mayamızdır, vicdanımız gibi… Bir annenin evladına duyduğu sevginin özünde de o merhamet vardır.
Elimdeki Franz Kafka’nın, Milena’ya Mektuplar kitabının 16 ve 17.sayfasında yer alan bazı pasajları aynen aktarıyorum:
Bir adım ötesinde sırtüstü düşmüş bir böcek doğrulmak için çabalıyordu. Ona yardım etmek isterdim, bu çok kolaydı. Ayağımın ucuyla dokunsam kurtulabilirdi. Ama elimde mektubunuz vardı, ayağa kalkamazdım; böcek umurumda değildi, onu görmüyordum bile.
Etrafımla yeniden ilgilenmem, bir kertenkele yüzünden oldu. Böceğin üstünden geçmesi gerekiyordu, böceğin çırpınması durmuştu, ölüme yaklaşmıştı. Bu bir kaza değil, tersine, bir ölüm savaşıydı; doğal hayvan ölümlerinin az rastlanır acı oyunlarından birini görmüştüm. Ancak kertenkele, böceğin üstünden geçerken, onu sırtüstü yatmaktan kurtardı. Böcek iki üç saniye ölü gibi durdu, sonra birden sanki hiçbir şey olmamışcasına duvarı tırmanmaya
başladı. Bu küçük olay, bana güven vermiş olacak ki kalktım biraz süt içtim ve size yazdım.
Kafka’nın bu cümleleriyle, ister istemez merhamet ve aşk ilişkisi hakkındaki düşüncelerim tekrar tazelendi. Bu satırlardan sonra kitabı okumaktaki iştiyakım ise son derece azaldı. Üstüne bir de Milena Jesenska’nın evli biri olduğu, yani evli bir kadın ile karşılıklı yazılan yasak aşk mektupları olduğu da eklenince…
Kafka, hayatında bilinen 4 kadına mektup yazmış. Ah, erkekler mi demeliyim... Yoksa aşkı ihtiraslarına kalkan yapan insanlar mı?
Yüreğinde merhamet yoksa bu nice okuyup yazmaktır, bu nasıl yaşamaktır? Bu nasıl aşk, bu nasıl sevmektir.
Merhamet-sevgi ilişkisi üzerine yazmaya zaten hacet yok. İnsan olmanın gereğidir merhamet. Bugün bir adım ötede, sırtüstü kalmış, çaresiz çırpınan böceğe merhamet etmeyen; yarın yatağındaki kadın hastalandığında da sırtını dönmeyeceğinin garantisi yok. Küçüğümüze merhamet etmeyen… Küçük bu kez adına böcek dediğimiz can oluyor.
Kimse o başka bu başka demesin lütfen! Can, candır. Böcekte de, insanda da... Hele çaresiz, sırt üstü kurtulmak için çırpınan, göz göre göre ölüme gönderilen bir böcek, âşık bir adamın (!) gözleri önündeyse...
Yukarıdaki satırlara gelince, bu kitap bana ne verebilir diye düşünmeden edemedim. Mutlaka her olumlu ya da olumsuz şey bize bir şey öğretir. Zaman kaybı yapmadan, zamanımın en değerli kısmını harcamadan, şehirlerarası bir otobüs yolculuğuna erteledim kitabın kalan kısmını.
Neyse ki Kafka’nın gözü önünde, onu utandırması gereken hadiseye kertenkele sebebi ile böceğin de Rabbi imzasını atar ve bir böceğe, diğer böceği sebep yaparak sebepler âleminde, merhametsiz ve sadistçe olaya ayak koymayan Kafka’ya ilahi mesaj verilir ama o, bu olayı, kendisine güven(!) sebebi sayar. Ne derin adam!
Ne yapsam, ben de bir kadına, içimde yaşattığım, hasretini çektiğim, ömrüme gelmesini beklediğim bir kadına; bu kitaba öykünerek mektuplar mı yazsam, yazabilir miyim? İnsan, yüzünü görmediği bir kadına nasıl mektup yazabilir? Fiziksel olarak görmesem dahi ruhunu çok net görüyorum, en azından bu başlamamı kolaylaştırabilir belki. Ruhu ruhum, kalbi kalbim gibi… O benim; ben ise o…
Peki, o kadının adı ne olacak? Hayatımda hiç olmamış bir isim bulmalı.
Çok uzun düşünmeden Rüveyda isminde karar kılıyorum. Bendeniz de Rüveyda’ya mektuplar yazacağım.
Hoş, ince, nazik, biraz demekmiş Rüveyda’nın anlamı. Tamam, işte hayalimde hoş, nazik, naif, zarif, asil, ince bir kadın resmedip ona mektuplar yazmayı deneyeceğim.
Uzun olmayan, sıkmayan mektuplar... Edebiyat gayesi gütmeden; doğal, içimin hasretini dökebileceğim mektuplar diyerek bloğumda 40 kadar mektup yazdım. İlgi o kadar yoğun ve güzel oldu ki bitirdiğim hâlde yazmaya devam ettim ve şu an 49 mektup oldu. Okuyanlar bu defa Kitap olarak görmek isteriz. deyince, tüm mektupları yeniden içlerini biraz daha açarak elden geçirme ihtiyacı doğdu. İstedim ki daha önce mektupları okuyanlar, yeni şeyler de bulabilsin.
-elimden geldiğince tabi- 2 mektup daha ekleyerek 51. mektupla final yaptım.
Mektuplardan sonra 4 adet İzdüşümü karşılayacak sizleri. Onlar da Rüveyda’ya Mektuplar’a öykünerek yazıldığı için kitaba almamın şart olduğu mektuplardı. Rüveyda’ya Mektuplar’ı birlikte yazdık desem yanlış olmaz, bu yüzden bu kitapta da hep birlikteyiz.
Bir küçük açıklama ile bitireyim, biliyorum uzun oldu:
Denemelerden oluşan bu seride söz gelimi: Bahçesi olan müstakil bir evden, bahçe kapısındaki posta kutusundan, evinin köpeğinden bahsediyor Murat...
Gerçek hayatta bunlara sahip değil, hemen herkes gibi apartman sakini biri...
Gerçek hayatta Murat, bir kadın için acı çekmez, inlemez, hele asla yalvarmaz! Ama burada kurgu gereği bunları da yaptığına şahit oluyoruz.
Rüveyda’ya Mektuplar’ı mümkünse her güne bir mektup olarak okumanızı öneririm. Bu tarz nesir ve şiir kitaplarını diğer türlerden ayrı tutmak, duygu sancısı içinde doğmuş kelimelerden usanmamak ve keyif almak adına, başka bir kitap okurken arada mola kabilinden okunmasını tavsiye etmeme izin verin.
Ömrümün Rüveyda’sını kaçırmak üzere olduğum demlerde tren gardan kalkmak, düdüğünü çalmak üzereyken yazılan mektupları umarım yazanın hissiyatı ile okur ve bu adamı ve aşkı incitmeyen yorumlar yaparsınız.
Sevgiyle…''