3 Ağustos 2022 Çarşamba

İzahat vermeye mecburuz efendim!

Sabahattin Ali, kitaplığımda da olan ve şahsen zorla bitirdiğim Kürk Mantolu Madonna'sında: "Onların beni anlamalarına imkan yoktu. İzahat vermeye de asla mecbur değildim!"der. Bu cümleyi kitapta bulmak ve bağlamına bakmak emek ve zaman işi!

Kelamın kifayetsiz kaldığı yerde susar insan. Eskiler bu sebeple "Fazladan izahat, lisanen kabahattir."demişlerdir. 

Kuşkusuz S.Ali bir romanda kahramanı konuşturuyor ve bu genel kabul görmüş bir sosyal gerçeklik değil. (Derin mevzu ve işte böyle anlarda PC başînda on parmak klavye arıyorum. Telefonda kalemle yorucu!)

Toplumu gelenekler, ahlâk ve yasalar şekillendirip yoğurur. Hiç kimse bunların dinlerden bağımsız ve etkilenmediğini söyleyemez! Örneğin benim dinim -ilk aklıma gelen Hucurat suresi- zan yapmayı ki çoğu sui zandır, çirkin görür, yine gıybet denen kişinin gıyabında kötülennesini de..! Ama yine aynı din bana "töhmet yerlerinden uzak durmamı" yani insanları şüphe ve zanna düşürecek davranış ve yerlerden kaçınmamı da öğütler!
İmam Gazali hazretleri (ks) bunu ‘kalp ile gıybet’ şeklinde tanımlamıştır.

Konumuza ışık tutması açısından şu nakli okuyalım:

Peygamberimizin hanımlarından Safiye annemiz anlatıyor: "Peygamber (s.a.v) mescidde itikafa girmişti. Geceleyin onu ziyarete gittim ve konuştum. (Konuşmamız bittikten) sonra kalktım, o da beni uğurlamak için kalktı. O sırada ensardan iki adam oradan geçtiler, Resulallahı görünce hızlandılar. Peygamber (s.a.v) onlara hitaben “Yavaş olunuz! Bu benim zevcem Huyey kızı Safiyedir” dedi. Onlar da “Sübhanallah! Ya Resulallah (biz sana sui zan edecek değiliz) dediler.

Sevgili Peygamberimiz (sav):“Şeytan insanın damarlarında kanın akışı gibi akar, (kalplere çok kolay vesvese verir). Ben şeytanın sizin kalbinize kötü bir şey atmasından korktum” buyurdu. (Buhari, Müslim, Ebu Davud)

Şu inceliği, hassasiyeti ve konunun nezaketini çok iyi kavramak durumundayız.

Yalnızca sui zan, gıybet yapan değil, buna sebebiyet verenler de mesuldür! 

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri de: 
"Eski zaman peygamberleri ümmetlerine Kur'an gibi izahat vermemelerinin sebebi, o devirler beşerin bedeviyet ve tufûliyet devri olmasıdır iptidai derslerde izah az olur." (Asa-yı Musa)  buyurarak İslâmın insanları, başta gıybet ve sui zanna düşmelerini önlemek için bulunulan durumu izah ederek kalplerde maraza sebep olmamayı prensip edindiğine işaret etmiştir. 

Günümüzde sosyal medyada çok yaygın olan, ünlü bir yazarın (Sabahattin Ali romanında olduğu gibi) sözünü genel geçer tek doğru gibi kabulle yaygınlaştırma hatasıdır! Özellikle yabancı yazar ve düşünürler de buna çok sık rastlıyoruz! Söyleyen ünlü biriyse, sözünü tartmak aklımıza gelmiyor! Ucu itikadımıza dokunsa bile..!

Yukarıda da değindiğim üzere mevzu tek makaleye sığmayacak kadar geniş. Benim sevgili okurlarım arif/e olduklarından uzunca tarife gerek yok. (Zaten kalemle telefona yaza yaza bu saatte canım çıktı!) 

Sonuç olarak gerektiği yerde, durumdan, hadiseden ilgililerine elbette ve mutlaka yeterli izahat, malumat vermek dini, insani, ahlâki, toplumsal bir mecburiyet olarak, sorumluluğumuz hatta vebalimizdir! 
Bundan:"Onların beni anlamalarına imkan yoktu. İzahat vermeye de asla mecbur değildim!"diyerek kaçma lüksü ancak belli ve yeterli çaba ile izaha rağmen, hâlâ anlamıyor ya da anlamak istemiyorlarsa o zaman geçerlidir.

Birbirimizi doğru anlamak için izaha mecburuz! Bu, insana saygının gereğidir.