Sırılsıklam, yıkanmış da üstelik sağanaklarca...
Ak pak bir hikâye yazılsın,
Şu asrın telaşlarından azade,
Göçsem senin ülkene,
Vakti kaçırmış bir göçmen kuşu gibi.
‘’Uzun ve üzgün yıllardan sana geldim sevgili!’’ desem.
Kampımı ülkenin en güzel şehrindeki,
En güzel köyünün obasının orta yerine kursam…
Orada kamp kursam zamanlarca, orada!
Uyusam uyansam sana, gözlerine, dudaklarına…
Uyusam uyansam sana susamış yeni bir başlangıca!
Saçların şelale olup dökülse yüzüme…
Sarhoş olsam, şaşkın olsam, rüya sansam…
Ve ben çiçeklerini dudaklarımla koklasam, doymasam,
Koklasam doymasam, koklasam kanamasam…
Göz yaşları eşliğinde dokunsam, dokunsak…
Dokusak hikâyemizin kalan kısmını, ipek böceği gibi...
Biraz arsız, biraz da umarsızca!
Nefeslerimizden yükselse hortumlar, boranlar, fırtınalar…
Açlığımıza yetmese görüp yediklerimiz ilk defa..!
Yetmese bize ayrılan gecikmiş süre…
Bir lâhzâ da olsa yaşadık biz der miyiz?