Adınız ile nefes aldığımı, kalbimi hissediyorum artık. Bu öyle tarifsiz bir güzellik ki hani çocukken sizi hızlıca sallar biri, içiniz hop oturur kalkar... Belki de lunaparktaki bazı oyuncakların içindeki heyecan mı desem. Nasıl anlatılır bilmiyorum ama hep yaşıyorum.'' [Rüveyda'ya mektuplar sh: 29]
İnsanın kalbini hissetmesi, farkına varması, onun kan pompalayan hayati bir organdan daha başka bir şey olduğunu bilmesi, yaşaması...
Yaşaması, evet o zaman başlar yaşamak...
Oysa, güneşe solsun diye bırakılan fotoğraflar gibi solmaya bırakılmış nice gülüşler var, güneşli günlerin bile dokunamadığı...
Çiçeklerden de uzak durmak istiyorum, kokularında sana yakalanıp yine çarpılmayayım diye, mümkün olmuyor...
Bazı acıların, hasretlerin, ayrılıkların altı çizilebilir, tırnak içine, parantez içine alınabilir ama asla üzerleri çizilemez...
Sessizlik, gitmeler hep o hasretlerin altını çizer...
Üsküdar çağırıyor epeydir benliğimi...
Otursam sahilde sakin bir yere, hava azıcık güneşli de olsa ve dalsam mavi sularında boğaza, anılara, ayrılıklara...
Hemen yukarılarda Karacaahmet'ten, Doğancılar parkından esintiler...
Ah işte çocukluğum koşturuyor Zeynep Kâmil sırtlarında!
Ne kadar masum anlatmış yazar; heyecanını, salıncaklara, lunapark oyunlarına benzeterek. Yamaç paraşütü falan da diyebilirdi ama o zaman bu kadar masum, çocukca, temiz olamazdı... Pırıl pırıl gözyaşı yağmurlarında ıslatılıp beslenen bir sevgi bu...
Çalan her şarkıda sarmaş dolaş hasret gidermek bu...
"Nasıl anlatılır bilmiyorum ama hep yaşıyorum.''
Belki de nasıl anlatılamazsan öyle anlatmadım seni, kendime bile...