31 Mart 2021 Çarşamba

sonra..!


Sonra,
Sessizlik sesimi dinlemek için kulağını kabarttı!
Ölülerin bu dünyada konuştuğu nerede görülmüş!


Çaba!


Aslında bütün bu koşturmacalar, dünyayı ve kendi konforumuzu imar etme çabaları, yaklaşmakta olan ölüm hakikatinin üzerini, gaflet perdesiyle örtme zavallılığımızdan başka bir şey değil..! 

30 Mart 2021 Salı

Seni görünce!



Seni görünce canıma taze bir bahar düşer! 
Goncalar sayısınca öpesim gelir!
Seni görünce canıma can katılır! 
İçimde beyaz kanatlı kuşlar kanatlanır!
Filiz verir bütün duygularım!
Aşk yağmurları diye gökyüzüne bakarım!
Sağanaklarca yarışırım..!
Seni görünce kendimi unuturum! 
Ezberimsin, engelimsin, eremediğimsin!
Seni görünce vurdum duymazlık sarar her yanımı!
Bunca zaman akıllı oldum ne oldu derim!
Hadi bir kere de deli ol! 
Deli ol, al eline çılgınlığı!
Yüklen sırtına papatyaları...
Ne kadar tedbir, töre varsa silk omzunu umarsızca!
Koş aşkın kırlarında, sallan salıncaklarında...
Aşık ol, aşk ol, aşka ait kal..!

29 Mart 2021 Pazartesi

Bırak anne yaramı seveyim! / Seslendirdim!

 


Tam videoları şöyle bir gözden geçirip eleyeyim azaltayım diyorum, derken bir dost isteği ile yenisi ekleniyor. Temizlik işlemini sonraya bırakayım. Umarım keyifle dinlersiniz:

https://www.youtube.com/watch?v=1kXkNXicpro


hiç geçmedi!


İnsanın yeni açan günden, alacak bir şeyleri olmadan, nefes alması, yaşamak değil, görev icabı yaşamın seni tutmasıdır!

Dikkât et kendine ruhun gibi bedenini de üşütme!




28 Mart 2021 Pazar

Bırak anne yaramı seveyim!





Reddedilmiş bir vaat gibi girdin kalbime..! 
Sonu başından belliydi.
Başının başlangıcı desem, 
Bir muammanın perdelediği, 
Kaderin cilvesine atılan o son ilmekte gizliydi..!
Annemin bana dediğiydi!
Üzüldüğünle kalırsın,
Kalırsın yavrum bu hikâyede! 
Kapılma diye tembihlediğiydi!
Tedbirin taktiri değiştirdiği nerede görülmüş annem!
Hem sevmeyi tatmamış bir kalbe ben yaşadı demem!
Visalin hayali firakın kederine bir yudum teselli!
Onaylanmamış bir vaatti, kalbe yara!
O vaade kapılıştı oradan bakınca hata!
Bırak anne, hatamı seveyim!
Yaramı seveyim, 
Bırak ben bu dert ile öleyim..!



27 Mart 2021 Cumartesi

Berat kandili 2021

 

Hiç birisi kendi tapulu malımız değil! 
Hiçbir şey bizim olmadığı gibi..! 
Hayallerimzden söz ediyorum hayallerimiz de öyle..!
Her ne ki hayalini kurmuşuz, başka bir yerde mutlaka bir karşılığı var! 
Öfkemizin, kinimizin bile! Bilginler adına misal alemi demişler. Biz şu an şehadet alemindeyiz...
Cümlemin burasında durup arama motoruna ''hayaller'' diye yazdım uygun görsel için,
karşıma şu cümle çıktı: 

"Hayal ettiğiniz her şey gerçektir."
Pablo Picasso

Bilgisayarı açmadan Berat kandili için kısa ama geçmiş yazılarımdan farklı bir şey yazayım diye tasarladığım tema tam da buydu... (Görsel aramaktan vazgeçtim:)
 
Hayallerimiz, filmlerde o bize uçuk gelen kurgular... hepsi misal aleminde karşılığı, suretleri olan şeyler. Orada olmasa, bizler burada ayna gibi yansımalarını hayal edemezdik... Malzeme, maya oradan!
Filmlerde ve romanlarda 19.yy. dan başlayan, zamanda yolculuk, mesafelerin bir hokus-pokusla kısalması aslında gerçek! Geçmişte yaşanmış ve günümüzde sessizce yaşayanlar hala var buna inanın! 

Bu gece ''Bütün hikmetli işlerin olduğu gece!'' yıllık kader programı...
Bir sene içinde kimlerin öleceği-doğacağı, rızıklarımız (zenginlik ve fakirlikte değişme ya da aynı kalma), dünya genelinde nelerin olacağı, kimlerin hayra kimlerin şerre düşeceği, o sene hac nasip olacak kişilerin sayılarına varıncaya dek...

Allah'ın ezeli ilmi, taktiri ile kader sırrı içinde ilgili meleklere görevleri verilir! 
Ama lütfen dikkat! 
Kader dairemizin rengi taktir edilecek, o dairenin içinde bizler, bize verilen irade, akıl ile özgür bırakıldık. (Kader bahsini daha önce bir iki kez işlediğim için geçelim.) 

Biz bu gece gönlümüzü agâh eder ve uykularımızdan, cep telefonlarımızdan uzak olursak, 
geceye belki bir TV kanalında sohbet ile start verir, sonrasında da kendimize çekilip, nefeslerimizde ''Hay'' esmasına kulak verebilirsek, secdegâhımızı ıslatarak dualarca aminlere karışabilirsek... Hakkımızda taktir edilecek şeyler konusunda ümitli şeyler bekleyebiliriz. 

Bu gece başlayacak olan ilahi taktir ve meleklerin muazzam mesaileri kadir gecesi tan yeri ağarana dek sürecek! Dua gibi bulunmaz bir nimete (jokere) sahibiz, ondan kalbimizin dilini mahrum bırakmak, yolda kalmak demektir. 

Geceye ermeden uzaktaki yakınlarımızla kandilleşip gönüllerini alabilir, geceye ermeden sadaka verebilir, yakın komşularımıza hediyeler sunabiliriz. Kuşkusuz bu, dualarımızın kabulü hususunda bize yardımcı olacaktır. 

Bu dünyada son nefesimizi verirken, beratimiz, kurtuluşumuz, yüzümüzdeki hüzünlü tebessümde açan gülistan olması dua ve temennisiyle iman kandilimiz ebedi sönmesin...

Kandinizi tebrik ediyorum dostlarım.
 

yara!


Şimdilerde 
senden kalan bir yarayı, 
saksımdaki çiçeğim, gözümdeki bebeğim gibi, 
itina ile koruyup, 
son nefesime yoldaş eyleyerek, 
günler içinde akıp gidiyorum...

25 Mart 2021 Perşembe

göç!


..bazı insanlar kendilerinden göç ettikleri için, 
kimseye 
kal diyemezler..!

24 Mart 2021 Çarşamba

23 Mart 2021 Salı

Kalbime Mektuplar [13] Huzur-mutluluk

 


''Mutluluk anlarla sınırlı geçici bir sevinçtir,  
Biz huzura talibiz!'' diye sevgili kalbim!

Huzurun membaı, kaynağı nedir peki? Pazarda satılmadığına göre..!
Ne çok felsefe, felsefeci, düşünür, bilgin bu konular etrafında fikir çilesi çekmiş, yazıp çizmişler. 

İnsan çok istediği bir şeyi almayı başarınca mutlu olur. Diyelim bu bir otomobil/araba olsun! (Söz arabadan açılmışken, aldığı araba kapısının önüne park edilince gidip motor kapağının üstünü öpenleri de gördü bu gözler!) Bu mutluluk ziyası her an kaybolan bir fener, gaz lambası, güneş gibi... Zaman geçtikçe o mutluluğu içselleştirirsin, ruhun bu sevince alışır. Bazen anda, bazen günde, bazen de günlerin yeknesaklığında ''kanıksanmış'' olağan bir hal alır. Sonra yerine yenilerine, yeni mutluluklara talip olursun! İnsan egosu mutluluğun sunduğu hazlara doymaz, arsızdır. Bu kadarını Freud bile keşfedememiştir. Onda eksik olan, antik Yunan'ı muhteşem okuyup, analiz ettikten sonra artı ve eksileriyle dünyaya tenkitnameleriyle duyuran büyük bilgin Gazali'yi okumamış olmasıdır. Malum batılı enaniyeti/kibri..! 

Felsefeci Albert Camus'un: Mutluluğun nedenini aramaya devam edersen, asla mutlu olamazsın!'' diye belki kendisinin bile niçin ortaya attığını bilmediği fikre mi saplanalım? 
Ya da Mark Manson'un kitabının bir yerinde geçtiği gibi,  Bukowski'den örneklediği kafaya takmamak için ''çabalamama prensibine'' mi sarılacak insanlar? 
Yoksa altını çizdiği, amaca ulaşırken çıkan tersliklere mi aldırmayacağız..! 
Tersliklere, aksiliklere, engellere aldırmayacağız, şayet yolumuzun doğru olduğundan emin isek!

Dünya tarihi, aslında insanın anlam arayışıdır ve Peygamberler bu anlam arayışının merkezinde, insanın buraya niçin gönderildiğini beyan etmek, ilan edip duyurmak (tebliğ) için var olageldiler. Onların ve birçok gafil Müslümanın arayıp da bulamadığı anlam arayışı, bizatihi Kur'an'ın içinde mevcuttur. 

Mutluluk mu huzur mu? 
Ben huzur derim. Huzur her şartta var olan muhteşem bir tevekküldür. Göklerde de uçsan, çamura da düşsen o huzur gönlünde varsa, kazançlı olan sensin kalbim... 

Huzur nedir peki? 
Üzerine düşen görev ve çabalarını aksatmadan yerine getiren, getirirken de gönlünden Yaratıcına muhabbet bağı ile bağlı insanların, Allah'a teslim olmuş, Allah'a yakınlaşmış, Allah'tan ümit ederek beklemiş o tarife sığmayan sürurlarıdır. Asıl sevinç, ziyası sönmeden hep ışık saçan kandil budur. 
Huzurun membaı, kaynağı ilahi kaynaklıdır ve  adına maneviyat denilmiştir. O kaynaktan susuzluklarını giderenler için bu dünyadaki şeylerin geçiciliğinden, ''hiç solmaz, pörsümez, hep yeniye'' uzanan harika bir yol vardır. O yol öyle bir yoldur ki, orada yürüyenlere gösterir ancak güzelliklerini, esrarını... Bize bahşedilen hayatın anlamı, sırları o yolda..!  

Aşk bunların içinde nerede? 
Elbette hayatta kafaya takılmayacak şeyler var ve çok, ama mutlaka takılacak, cevabı bulunması gereken şeyleri de ıskalamamak gerekir. En azından sonsuz hayata iman eden biri için... Bu da önceliklerimizi iyi bilmekten geçiyor...

Kalbim!
Hayattan beklentilerinin ne olup-olmadığını biliyoruz.
Aşk konusunda da anlaşabilirsek, inan daha iyi olacaksın!
  

21 Mart 2021 Pazar

Bu matematik!



Güzeldi, sevmiştik matematiksel denklemlere aldırmadan!
Toplaya toplaya onarmış, tamamlamıştı bizi bu aşk.  
Çarpmanın karşı konulmaz şiddetiyle sarhoş bile olmuştuk..!
Ne bölmenin an gelip de bizi bölüp paramparça edeceği, 
Ne de eksinin kalbimize derin bir çizgi çekip, 
Ömür boyu bu eksikliğin iziyle yaşayacağımızı, bilememiştik..!
Eşittir, sonuç mu; bu matematik bize ömür boyu kalan koca bir sancı artık!


 

 




20 Mart 2021 Cumartesi

Islak beste!


Sana söyleyebildiklerim,
Ve asla söyleyemediklerim,
Söylemek için çırpındıklarım,
Çırpınırken bocaladıklarım...
Kısacası aşk;
İçimin kelimeleri
Bu bestede saklı kaldı..!
Gelseydin güftem olsaydın,
Bestem bu kadar çok ıslak kalmazdı..!
Gelseydin,
Çöller gibi kavruk, yanmazdım...

19 Mart 2021 Cuma

Şiir kitabı meselesine cevap!



Eylül 2019!
Rüveyda'ya Mektuplar'ın görünür hale geldiği zaman...

Yazarı gibi marjinal olacağı ilk baştan belli olsa da, okura verilmiş bir sözün ifası dışında, 
hiç bir maddi ölçüye gelmeyen kitaba dönüşmüş halinin gözlerimin önündeki lezzeti çok güzel...

Çok okunsun diye sosyal medyadaki dostlarımın çırpınışları, emeklerine minnettarım.
Bu konuda da garip bir adamım!
Takipçim çok olunca, kitap diyelim binler satınca ne olacak? 
Tanınmak isteyen birisi değilim bu bir, kitabın maddi gelirine şükür ihtiyacım yok iki...
Ne imza günü ne şu bu  bana göre değil. 
Kendi dünyamda, kelimelerle gönlümü oyalıyorum!
Balık tutmasını bilmem, koleksiyon merakım yok, spor salonuna gitmem, araba istemem! 
Salgından önce arada bir kendimi zorlar, gezilere giderdim. Artık ona da bahanem var.  
Kendi karantinamda (akvaryumumda) belki tıbben sağlıksız bir ruh tanısı ile Mesut olan ironi kısmıma yaslanarak ''bir yudum teselli'' diye bir türkü tutturmuş inişe geçen anneciğimin ardı sıra gidiyorum işte..! 

Gelelim sadede; şiir kitabı çıkartmak gibi bir şey düşünmüyorum dostlarım. 
Bu konuda sağ olsunlar bir yayınevinden teklif aldım. Kendilerine teşekkür ettim. 
Şiiri şairler yazsın! Bize ruhumuzun saçmalıkları yetişir.

Aksaray'a da selamlar, sevgiler gönderiyorum.

 

17 Mart 2021 Çarşamba

Hikâye!

Salimen evine dönebildiysen..!


Ruhunu kaybetmiş şu zamanda, ruh hastalarının çokluğunun arasından, salimen evine dönebildiysen şükret!
*
Muhtarın oğlu okulda arkadaşlarıyla tartıştı diye, işbu muhtar al silahı git daha 13 yaşlarındaki iki yavrucağızı öldür!
*
Diğer bir ruh hastası, radyo programını beğenmemiş, gidip programcının canına kıymış! 
*
Ruhunu, aklını, merhametini, vicdanını kaybetmiş barbar zamanlara kaldık! 
"Kısasta sizin için hayat vardır..."  
Madem ki çağın eğitim-öğretimi, ahlâkı bu gidişatı durduramıyor, haksız yere cana kıyanlara da yaşam hakkı verilmemelidir! 
İbret için cezaları TVlerden naklen verilmelidir. "..Umulur ki sakınırsınız!"


16 Mart 2021 Salı

Nilüfer gibi...

 


Bazı kadınlar Nilüfer Çiçeği gibidir. Kendi yağıyla kavrulan insanlar gibi, yalnızlık onları asla korkutmaz, ayaklarının üzerinde durmakta zorlanmazlar... Hayatın kendilerini zorladığı şeyleri de kimselere belli etmeyi sevmezler... Şikâyetlenmeden, sessiz sevileri kalplerinde besleyip büyüterek geçip giderler, şu gidilmesi mukadder olan dünyadan... 
 
Kendi iç dünyalarında, kendi gizlerinde, kendi seslerinde, kendi derinliklerinde; incitmekten korkan, naif ruhlu kadınlardır onlar...Talep etmeden, ''seviyorum'' diyemeden, severler... Sevildiklerinden emin olduklarında da bile, ''seni çok seviyorum'' diye sesleri çığlığa dönüşemeden kararında severler...

Sularda genelde tek olsalar da çevrelerini saran yapraklardan sanki bir korunma altındadırlar. Dünya bataklığında, dünyaya aldırış etmeden, kendi güzellikleri, asaletleri ile bulundukları ortamı güzelleştirmeye devam ederler. 
Onlar güçlü kadınlardır, her türlü zorlukta dimdik ayakta durmasını bilirler. 
Hayata karşı, her şeye rağmen güzel mesajını halleriyle, duruşlarıyla söylerler.  
 
Bazı kadınlar Nilüfer çiçeği gibi, suyun akışına bırakır gibi yaşamın akışına bırakırlar kendilerini...  Suyu bulandırmadan, suya varlıklarını belli etmeden duru, sakin bir adacık gibi bakanlara huzur verirler... 
Bir kadından çok daha fazlasıdırlar... 
Şefkatle sığınılan, anne göğsü gibi ruhu dinlendiren, dişiliği ile vazgeçilemeyen, hoş kokusu ile erkeğini sarhoş eden sultani bir kadındır onlar...

Eğer suyun sesini duyamıyorsanız, onları da göremezsiniz..!




15 Mart 2021 Pazartesi

Kalbime Mektuplar [12] Mahzun olma!

 

https://youtu.be/4AWQqzda0ns

Kalbim!
Sen neler ettin!?
Gittin...! 
Evet gittin!
Bu kez gittiğine inandım!
Gittin sen aşkın kapısından!
Gittin!
Dünya kokusu var dedin!
Olmaz böyle dedin!
Dünya kokan şey aşk olamaz dedin ve gittin!
Gittin sen aşkın kapısından!
Gittin!
Mecaza kırılıp aslından da mı vazgeçtin? 
Yoksa aslına da mı kendini layık görmedin?
 
Aşk seni hiç affetmeyecek biliyorsun..!
Sana hep kızacak hatta belki nefret edecek diye düşünüyorsan burada yanılıyorsun! 
Aşk sana kıyamaz ki... 
Ne gel der, ne de gelme! Belki yıpranışların, çırpınışların son bulsun diye, 
o da senden gitmiş görünür!  
Sessizliğin gölgesine bürünür...
Ne çok üzüldün ki bu her kıymetli şeye talip olanların başına gelendir.
Bu meydanda parçalanmak, paramparça olmak çoğu zaman kader olsa gerek.
Ve bazen gitmek de...
Arayanlar ancak bulanlardır ama her arayan bulacak diye bir kaide de yok kalbim!

En sevdiğimizi toprağa verir ama öldüğüne inanmak istemeyiz ya!
Bir türlü dilimiz varmaz ''gitti!'' demeye... 
 
Kırgın ve sararmış sonbahar yaprağı gibi yüzünde yorgun bir tebessümle ve sakince gitti. 
Öfkesiz, teslimiyet içinde, tevekkülle!  
Dünyaya çoktan doymuş hatta usanmıştı bile...
Sakince gitti. 
İçinden neler kopar, ne ateşler yanar...
Yok artık. Gitti...!
Yankılanır kalbinin kulaklarında zamanlarca... 
Kapanmaz bir defter, gönül yarası gibi... 

Ah visal ve firak kıskacındaki kalbim!
Sevdin mi onu, söyle bana? 
Aşkın lazımı sevmektir, kavuşmak değil, bunu unutma!
Sevdiysen güzel olan sensin, aşk sensin mahzun olma..!


14 Mart 2021 Pazar

Kalbime Mektuplar [11]



Şairin: 
''Eylül gibiyim,
Ey yüreğimde soluduğum!
Yazdan alacaklı,
Kışa borçluyum.
Güneş kadar uslu,
Gökyüzü gibi pusluyum.'' 
[Cemil Baştürk ] dediği iklimleri her ay, her an yaşayan zavallı yorgun kalbim!

''Eylül bakışlı adam'' demiştim bir gün bir fotoğrafımda bakıp dalıp, uzaklara... 
O uzaklar ki, eylüller uğramaz oralara... 
Mayıs sevinçleri yaşanır hep... 
Renkler ne ölgün ne de sarının tonlarında veda makamında yaşarlar. 

Ey ruhuma dolanan sevgili!
Ben her mevsim, her vakit,
Eylül gibiyim!
Aşktan alacaklı, 
Sana borçluyum...
Sen masumdun, 
Ben suçluydum!
Yeryüzünde görünmemeliydim.
Sesim duyulmamalı!
Adım bilinmemeliydi!

Şair olsaydım mahlasım:
''Eylül bakışlı şair'' olurdu.
Şarkılar hep seni terennüm ederken,
Şiirlerim hep sana çıkardı.
Ey canıma can sevgili!
Bil ki hasretin ilk günkü gibi,
Hiç bitmeyecek, bitmedi...

Aşk cesaret işi, delilik ister. Gözü karadır. Dağları/maniaları delmeye yeltenmek akıllı işi mi? 
Ya unutmak? O da aşk gibi kalbin işi ve akıl karşısında özerk, dokunulmaz. 
Akla-mantığa kalsa çoktan şalteri indirir, hasreti dindirirdi. 
Hatta kalbi bir de güzel paylar, ''bana mı sordun aşık olurken!'' derdi.

Ancak aşkı cesaretle, gözü kara sırtlanıp yola düşenler, aklı dumura uğratıp, 
aklın şalterini indirenlerdir ki, belki de kavuşmak, sevgilinin eşiğine, yüzüne dokunmak onların hakkı! 
Aksiyse alevin feri cılızlaşıp, sönesiye dek bedbahtlık!



13 Mart 2021 Cumartesi

bu..!


Yalnızlığın ürpertisinde üşümek bu!
Çeyrek çeyrek geçilen günler içinde eskimek bu..!
Vuslatına varılmamış aşkın hasretiyle,
Grileşmiş bir şehirde yaşamak bu..!



Görsel için teşekkürler


ihtilâl!

12 Mart 2021 Cuma

artık ben...


Uçsuz bucaksız gökyüzüsün artık sen...
Kalbimin kıyılarını döven hırçın dalgalarsın artık sen...
Umutsuz yarınlardan yüz çevirdiğimsin artık sen...
Yaşanmamış bir mazide kaybolmuşluğumsun artık sen...
Artık ben, hep artık sen..!



gidemedim!

10 Mart 2021 Çarşamba

Ölüm üzerine bir kaç kelam!


 

Bir tuhaflık var bu işte!
Ölüm vak'asına inanıyoruz..!
Sıra kendi ölümümüze gelince ya inanmak istemiyoruz, 
ya da keyfimiz kaçmasın diye, düşünce dünyamızda tutmuyoruz!

Eskiden ölüme inanır, evet yine kendi öleceğimiz konusunda gafleti seçerdik ama, yakınlarımızın ölümünden -hiç değilse- bir süre etkilenir, ''lezzetimiz'' kaçar, yaşama sevincimiz mola alırdı!

Şimdilerde -ölümler çok olduğundan mı- ölenlere çok ''takılmak'' istemiyoruz. 
Açık seçik meseleye ''parmak basalım'' ve itiraf edelim; ölümler için keyfimizi kaçırıp, standartımızı bozmak istemiyoruz. 
''Ne yapalım yani, ölüm hak, sıramız gelince biz de gideceğiz!'' sanki markete gideceğiz!

Biri anlatmıştı; ''Annem ölmüş, ikindide toprağa vermişiz, akşam teyzeme gittim üzgündür teselli edeyim diye; teyzeciğim dizisini izliyordu..! ''Ne yapayım oğlum, hepimiz öleceğiz!'' demişti... Canım teyzem kendisini hiç bir şey için üzmez (!)''

Bizim zihnimizi meşgul etmek istemediğimiz ve adını anmak/duymaktan kaçındığımız ölümü; güzeller güzeli Peygamberimiz:''Lezzetleri yok eden ölümü çok hatırlayınız.'' ifadesinde bulan ihtar ile acaba hangi hikmetlerine binaen buyurmuştu?  Bahs-i diğer, arama motorlarından geniş malumata ulaşabilirsiniz, yazım uzun olmasın.

Bizi ölüm hadisesi de sirkelemezse ne, hangi şey ölmeden önce toparlayacak kendimize getirecek...diyordum aklıma kovid-19 geliverdi..!  
Bugüne kadar hep komplo teorilerinin peşine takıldık, sebepler dünyasından müsebbibül esbab'a yol açanımız pek az oldu! Yani sebeplerin Yaratıcısı ya da sebeplerin olması için iradesi ile isteyen insana (bazen razı, bazen razı olmadan, imtihan sırrı ile) izin veren Allah'tan bir sınama gözüyle, hatta ceza olarak baksak, belki de yaşam şeklimizde olumlu değişmeler olurdu!

Daha anlaşılır olsun diye tekrarlarsak; dün kabristan duvarında ''Her nefs (canlı) ölümü tadacaktır!'' ayetinin levhası niçin burada diye itiraz edenlere; ölüme, ölümlere aldırmayan bizlere, ölümü sıradan vak'ayı adiyeden sayanlara, ibret almayan insana, kendisini ölüm ve ötesine hazırlamayan dünya ehline; kovid-19, besmelenin 19 harfindeki sırlar/hikmetler adedince ölüm hakikatini kabristan duvarlarından elimizdeki telefonlara, karşımızdaki ekranlara kaydırdı! ''Öleceksin!'' 

Öldüler, ölüyorlar, öleceksin! 

Ünlüler, hocalar, proflar...derken uzaktaki akrabalar, arkadaşlar, nihayet komşular işbu salgın sebebi ile ölmeye başladı! Belki de ve muhtemelen biz dünya ehline ölüm ikazı adına uyarıların sonuncusu kovid-19'du... Besmeledeki ''bes'' yani ''yeter'' sırrı...

İnanın bu da biz dünya ehlini ihtar ve ikaz etmede atıl kalırsa; bu gazabın kovid-19 şeklinde zuhuru da bizi uslandırmaz ise... sıradaki ihtardan Allah'a daha çok sığınmak gerek!

Keşke bu yazdıklarımdan birazcık hissedar olabilsem, yani ölüm gelip çatmazdan, ''Her nefs ölümü tadacaktır'' ayetinin yazılı olduğu yeşil örtü tabutumun üzerine örtülmeden önce..!  

Miraç Kandilimiz Mübarek kılsın.



9 Mart 2021 Salı

Nokta!

 

Kendimden başka bir Allah'ın kulunu suçlamadım hayatta..!

Biri vefasızlık yapmışsa, hatta nankör gelmişse... 

Sevgimi çizmişse hatta... 

Gözbebeklerimde buğu olmuşsa, burnumda titreyiş, kalbimde sızı... 

Hepsi hak etmişliğimdendir, 

Benim suçum, benim ayıbım, benim iflah olmaz serseriliğimdendir..!

Nokta!


8 Mart 2021 Pazartesi

Gökyüzünü boşaltın!


Gökyüzünü boşaltın!
Kuşlar uçmalı..!
Denizlerde balık, martı kalmadı!
Sular sayenizde azaldı!
Aşkın bir adı kaldı!
Yağmurlar öfkeli bir kurşun gibi,
Saçaklarımıza dayandı!
Anneler susturuldu!
Çocuklar ağladı!
Mülteci bir feryat,
Meleklerin kanatlarında asılı kaldı!
Öfkelerinizle birlikte,
Gökyüzünü boşaltın!
Umut kuşlarımız yeniden havalanmalı...
Yeniden, yenilen, yeniden..!


7 Mart 2021 Pazar

Ekim ayı idi!

 

"Sizin hiç babanız öldü mü? 
Benim bir kere öldü kör oldum!"
Cemal Süreya

*

Ölür, herkes an gelir ölür!
Ölüm dedikleri, yok olmak değil, 
Ayrılıksa geçici, daha çok özleyip, daha çok kıymet bilelim diye...
Ölür, her can taşıyan an gelir, mutlaka perdenin ötesine geçer! 
Gidenleri kucaklar, dünyadakilerden haberler götürürler...
Ölür, her nefs an gelir, mutlaka o kapıdan geçip gider! 

Karacaahmet'te babam ve annesi...
Seneler öncesi seksenyedi idi son güncesi!
En sevdiğim hazan mevsimiydi,
Toprağa verdiğimizde ikindiydi!
Dökülen sarı yapraklara karışıp gitmişti! 
Babam öldü diye, kör ve nankör olmadım!
Gelen giderdi, unutmadım!
Sitem edip de Hakkı darıltmadım!
Islanmış dualarla, tevekkülle uğurladım.

Sözün özü, kural böyle, düzen öyle! 
Yaradanın takdiri böyle!
Asıl yurdumuz biraz ötede!
Gidenler sırasını savdı bir kerede!
Unutmayın sıra bizlerde! 


görüp göreceğin!



Seni gördüm, dokunduk ruhlarımıza!
Uzakları yakın eyleyip, kaldık avuntularımızla..!
Sonra, sesim yankılandı içimin avlusunda;
"Görüp göreceğin bu kadarcık aşk meydanında..!"

6 Mart 2021 Cumartesi

Ey Şair! [9]

 


Ey Şair!

Yine ruhumun kelimeleri ile dayandım kapınıza... Size ulaşmak adına dağları aştım, sellerden geçtim, demek isterdim ancak ruhumun kapılarını aralayıp iki kelam etmek düştü payıma. Bir söz vardır ya: 

" Aramakla bulunmaz lakin bulanlar arayanlardır. " ( Yunus Emre ) , diye. Ne hoş bir sözdür, oysa benim işim bulmak değildi ki arayayım Şair...O zaman niçin ettiniz bu kelamı derseniz, meramımı anlatırken birden beliren bir sözdü kağıtta. Bulmaktan öte ruhun lahzasında konuşmaktı, kavuşmadan öte varlığınıza sarılmaktı kelimelerle... 

Ah Şair!

Ruha hüzün çöktü, gölgeniz belirdi bir anda karanlık odada... Hüznü seviyorum iyi geliyor sanki bana, gelin oturun gölgenizle de edelim biraz sohbet. Nedir bu hal Şair, nasıl başladı diye mi başlamalı sohbet bilmem ama susmak demişti birçok Şair susmak gerekti biraz anlamaya, anlatmaya... Şimdi susmalı mi yoksa bakışlarla mı anlatmalıyız her şeyi... Şair! Ne kadar sürecek bu peki ruhların çağlayışı... Sessiz çığlıklar işte bir tek ruhlar arasında köprü olanların duyduğu... Ne kadar sürer bilmem ama az kaldı Şair çok az kaldı bir gün geç olacak düşmediğim yollar için... Bir gün, geç olmadan geldiğimde ilk Kent Park'a uğramalı geçtiğiniz yollardan geçmeli, soluduğunuz havayı solumalı,  Rüveyda'yı beklediğiniz parkta bu kez ben sizi beklemeliyim gelmeyecek olsanız da... Beklediğim esnada kulağımda sesinizin hoş tınısı olmalı, hafif hüzünlenmeliyim, gözlerimden bir yaş olarak akarken dokunmalısınız yüzüme... Ah yine hayaller silsilesi, bir anda canlandı gözümde bir de tek tek... 

Ah Şair!

Yine yazıp duruyorum da sanki yetmiyor gibi bire bir aktaramıyorum kendimi  ve kısa olacak gibi mektup. Devam edeyim ve neler dökülecek kağıda görelim. Kağıdın bittiği ruhun bir anlık rahatlatığı âna kadar yazalım o halde... 

Ey Şair!

Tam da gece yarısında uykumun kalemimden öteye geçemediği bir andayım. Bir anda gelişti size yazma isteği de, genelde bir süre karalayıp dururum ve sonrasında birleşir her bir cümle. Bu kez öyle olmadı sanki bir acelesi varmış gibi dökülüyor kelimeler, belki de hasret bu kadar dayanabildi bir şeyleri ifade etmek adına... O bu değilde Şair, her bir kelamdan çıkıp gelmeler, rüyanın bir anında gelip bulmanız beni daha çok özletiyor olsa gerek... Kelimelerimde varlığınızı hissetmek adına düştüm yollara... Sessiz sedasız ruhun köprüsünden bakıp bakıp gitmeler de saklı kalmasın o halde...

İlkbahar da geldi Şair, sevdiğimiz mevsime ulaştık da doğada oluşan yalancı bahar gibi ruhlar da... Hazanın gölgesinden bir türlü kurtulamıyoruz ki hala kara bulutlar geziyor güneşten öteye... Sanki hiç geçmeyecek gibi ama geçecek biliyorum, her karanlığın bir aydınlığı vardır... Her aşılmaz sandığımız sorunlar pamuk ipliğine bağlıdır belki de  bir anda hiç olmamış hale gelebilir... Bunu psikolojik açıdan açmak istesem de çok uzatmak istemiyorum... Sizi yormak değil az ve öz meramımı anlatmak amacım... Ruhunuzdan huzur edinmek, kelimelerimde sizi anmak...

Mart ayına da ulaştık Şair, toprağa son cemre düşmeden kan düştü, şehitlerimiz var... Hüzün var, gözyaşı var gözlerde, ağıtlar var gökyüzünde... Dualarimizlardalar, tüm Türkiye'nin başı sağ olsun...

Şairim, sanırım sonlandırmalı sözleri nasıl devam etmeli bilmiyorum çünkü... Zaten kelimeler çoğaldıkça hüzün artıyor ne kadar sevsem de bir yandan acıtıyor. Sözlerimi okurken sizi yormak istemesem de bir şekilde bu kadar oldu ve içimde kalsın istemedim... Ve her şey için teşekkür ederim. 

Sessizliğin içinden bir fısıltı... Sizi sevmek çok güzel...

Sevgiler...

______________

Edebi yönü ile çok kıymetli mektupların devam edeceğini bilseydim  ilk baştan seri olarak numaralandırırdım ki bu ilk fırsatta geriye dönük yapacağım inşallah... Kaleminize bereket. (MM)



4 Mart 2021 Perşembe

Özlemek değil bu!

 



Özlemek değil bu!
Öyle olsa bir yerden sonra,
Baş edilebilirdi belki..!
Lügatlerde tanımı yok!
Şiirlerde izi çok!
Romanlara sinmiş!
Şarkılarda boy gösterir!
Duvarlarda avaz avaz!
Hayır, hayır!
Özlemek değil bu!
Daha derin,
Daha yakıcı!
Daha sarsıcı!
Özlemek olsa, 
Zamanı yarana tuz gibi basar!
Ardına bakmaz,
Kalabalıklara karışırdın..!
Oysa karışıksın zaten!
Karma karışık!
İçinin çıkmazlarında, 
Kendi ayazlarında...
Kendi gecelerinde,
Öylesine sessiz
Öylesine kimsesiz
Ve 
Öylesine çaresiz..!



 

neyse-keşke; keşke-neyse! [1093]

 


Şiir üzerine bir kaç kelam!



Şiir en zor yazılan edebi eserlerin başında gelir desem sanırım pek itiraz eden olmaz! Tamam roman, hikâye yazmak çok zordur, ama onlarda bilgi birikimi dışında hayal/kurgu kabiliyeti de gerekir ve bunu hiç denemedim, başarabileceğimi de sanmam! Sanmam çünkü çocuk sayılacak yaşlarımda roman okuyabiliyordum. Zamanla uzun tasvirler, detaylar, çizgiler ve betimlemelerle dolu romanları okumaya hiç tahammül edemez oldum. Okumam gereken roman olursa sesli kitaplarla hem zamandan tasarruf, hem de dinlerken gözlerimi kapatıp terapi gibi romanı içselleştirmek ve bazen de ki bunu hanımlara öneririm yemek yaparken dinlemeye/okumaya devam...

Tekrar şiir üzerine düşüncelerime dönersek:
Şiir anlık duyguların, kaleme havale edilişidir. 
''Anlık'' gibi görünse de, içeride pişer, yağmur bulutları toplanır birikir, sonra, bir şimşek çakmasına kalır! Dökülür sağanaklar gibi kelimeler, cümle olur, dize olur, mısra olur, derken şiir...

Ülkemizde -belki de dünyada da öyledir bilmiyorum- en az satılan en kolay sanılan, anlık şöyle bir okunup geçilen, hak ettiği değeri görmeyen edebi bir türdür şiir. (En ünlü şairlerin bile kitaplarının çok satmamasının aksine, sosyal medyada şiirleri ve özellikle kısa dize ve aforizmaları/özlü sözleri havada uçuşur. Çoğunu ezber bildiğimiz ve çok sık karşımıza geldiği için etkisini de yitirmiş olur.)  

Oysa çok şair, çok şiirini kanlı göz ya da gönül yaşları dökerek yazmıştır, yazar...
Bir kadının doğum sancısı, bir insanından canlı canlı ilkel şartlarda çıkartılan kurşun gibidir şiir yazmak..!

Şiir diyorum, kafiye, uyak, hece ölçüsü telaşından azade; süslü kelimeler lügatinde olmadığı halde 
bulup yazdıklarına monte etme cambazlığından söz etmiyorum! 

Şiir derken; ruhumuzun en çıplak, en gizemli, en korunmasız; zaafların, saplantıların, tutkuların, tutulmaların, arzuların ve nihayet aşkın ifşa makamında cür'etli sunumundan söz ediyorum. 

Duygu çilesi ile, bir arının bal yapmak için sarf ettiği mısralara saygı duymaktan, önemsemekten, 
her kelimesini, hedeflediği anlam buudunu görebilme hikmet ve gayretiyle okunmasından söz ediyor ve diyorum ki, kimsenin gönül heybesinin mahsulünü lütfen çalmayınız! 
Başkasının duygusunu, gönül emeğini/ekmeğini isminin yerine kendi isminizi yazma asaletsizliğine düşmeyin. Başkasının göz yaşlarından mürekkep kelimeleri yağmalamayın! Saygı duyun, sevin, içselleştirin ve şiire sevginiz varsa, sahibinin ismiyle paylaşın. Bunun kul hakkı ve hukuken de suç olduğunu hatırlayın!   

Şiir kitabı çıkarmaya hevesli ve niyetli -bu konuda çok soru alıyorum- dostlara da tavsiyem; kitabınızın satılmayacağını bilin! Ahmet Telli gibi usta bir şair bile bu konudan yakınırken, bizim gibi amatör ve aslında şairlik vasfından uzak kalem erbabını varın siz düşünün! Eşe-dosta hediye, sizden sonra çocuklarınıza hatıra kabilinde ve en az sayıda çıkartın olsun bitsin.  

Kuşkusuz şiir üzerine yazılması gerekenler bunlardan ibaret değil, belki aklıma geldikçe makalemi güncelleyebileceğimi ifade ederken, son olarak tekrar altını çizeyim:
 
Şiir bir ruhun ağlaması, bir kalbin sancısı, bir insandan duyguların doğmasıdır. Şiir bir insanın çocuğu gibidir. emeğidir, geceleridir, sevdasıdır, içinde yaşattığı hüznüdür. Kitaplaşamasa da, yazanın canıdır. O cana kıymayın, ihanet etmeyin, çalmayın!  

Herkes şair olup şiir yazacak diye bir kural da yok! Ve bununla beğeni sayısı elde etmek marifet değil, bilakis beğeni sayısı kadar insanı aldatıp ''aptal'' yerine koyma saygısızlığıdır..! İnsanları kandırmaktır! İnsan onuruna saygı göstermemektir. Bu basitliği yapmak yerine ismiyle seçip paylaştığınız her şiir sizin seçimleriniz, ruhunuza ayna olarak sizin kalitenizi, kişiliğinizi yansıtır. Ve şair olmadığı halde, enfes şiirlerle beni tanıştıran güzel insanlar biliyorum. 
 


3 Mart 2021 Çarşamba

2 Mart 2021 Salı

Kalbime Mektuplar [10]



''Aşk, gökyüzünde uçmaksa, kanatlarım yok!
Bir maceraysa, o çağlar benden geçti!
Gözü kara olmak için olmalı çok genç; tedbir içinse artık çok geç!'' der durursun kalbim!

Demesine dersin de, nerede aşka ait bir çizgi, bir ses, bir söz, bir resim, bir cisim...duysan; ritmin değişir, sana bir haller olur! Bunu nasıl izah edeceksin? 

Annem der: ''Gençken yaşça benden ilerde olanların kıpır kıpır genç arzu ve sevinçlerine biraz şaşırarak bakardım. Anladım ki yaşı ilerde gibi gözükmeler yalnızca fiziki özelliklermiş, insan her yaşta hep genç!''

''İnsan her yaşta hep genç!'' Yani ruhen... 

Aynalar ne derse desin, bu kez tersinden ruh onu yalanlıyor ve aynaya sesleniyor: 

- Hey ayna! 
Senin gözüme gözüme soktuğun yalnızca bir suret! Şekli değişen, yaşlılık basamaklarının ardından, 
son basamakta adımı boşlukta kalacak olan ve sonrası malum yeni bir hayata yolculuk! 
Marifetin varsa ey Ayna! 
Suretimi gösterdiğin gibi, siretimi de görüp göstereydin!  
Yaş ne olursa olsun, insan yaşlandım demedikçe hep gençtir. 
Yeter ki bu gençlikten anlaşılması gerekeni anlasın ve ona göre davransın! 
İçimdeki çocuk diyerek kendisini pervasızca şımartmasın ve elbette yerinde yerine göre yaşının insanı olsun. 
Öyle anlar olur ki, kendi yaşında gördüğün birisine ''yaşı ilerlemiş'' gözüyle bakarsın da, iş kendine gelince, konduramazsın! Olgunluk dediğimiz şey bu söylediklerimizin neresinde olmalı? 

 ''İnsan her yaşta hep genç!''

Bilmem kaç bin yıllık/asırlık ruhum nasıl oluyor da, dünyada bedenime girince onca zamanlık tecrübe ve olgunluğunu unutmuş, yeniden emekleyen çocuklar gibi, bedenimle birlikte emekliyor, öğreniyor ve kimi bedenlerde olgunlaşıyor!  Olgunlaşmalı mı? Nerede kime ve hangi olaylarda? 

''İnsan her yaşta hep genç!'' kısmı hikâyenin neresinde başlar ve sesini çok yükseltmeden ve belki de hep sessiz, içten ve derinden hep kendine, hep kendine sır olur!

Baba olurken, koca olurken, anne, eş olurken... iş bu ruh, beden ve sosyal çevreye göre uyum sağlayan, şekil alan bir şey mi? Bütün ruhlar aynı anda mı yaratıldı, istisnaları, öncelikli olanları/olanı elbette vardı. 
Ruhların aynı bedenden neşet edenlerine kardeş diyoruz. İçinden çıktıkları beden ruhuna da ''anne''. Geldikleri yerde tanışıklıklarından söz ettiğimiz ruhlardan söz ediyoruz. 
Ruhun rüyada bir yere bağlanmış ama uzayan lastik gibi gezindiğini okuyoruz. 
Rüyaların dünyasından, yaşadığımız dünyaya döndüğümüzde, en uzun rüya 5-6 saniye sürer tezinin aksine biz bazen uzun saatler, hatta günlerce yaşadığımızı iddia ediyoruz. 
Ruhlar aleminden, dünya alemine, dünya aleminden, berzah denilen bir köprü yaşamından (ki kabir giriş kapısı) söz ederken; cennetin sonsuz ve insanın elemlerden sıyrılmış ''yaşlanma ve aciz kalmadan'' beri, her dilediğini yaşadığı yerin hasretini çekiyoruz. 

Ah Kalbim! 
Aşk diye açtın konuyu, gençlikten girip, ruhtan çıktın. Merak ediyorum sonunu nereye bağlayacaksın! Sahi bağlayabilecek misin?  
Bazı şeyler aşk gibi sonu bir yere bağlanamaz ki... 
Bir yâre bağlar, visali beklemeksizin aşkla yaşarsın! 
Kalbim senin işin sevmek! 
Kavuşmak mı, o kaderin takdiri... 
Hadi daha fazla yorulma ve bizi de üzme!