''Aşk, gökyüzünde uçmaksa, kanatlarım yok!
Bir maceraysa, o çağlar benden geçti!
Gözü kara olmak için olmalı çok genç; tedbir içinse artık çok geç!'' der durursun kalbim!
Demesine dersin de, nerede aşka ait bir çizgi, bir ses, bir söz, bir resim, bir cisim...duysan; ritmin değişir, sana bir haller olur! Bunu nasıl izah edeceksin?
Annem der: ''Gençken yaşça benden ilerde olanların kıpır kıpır genç arzu ve sevinçlerine biraz şaşırarak bakardım. Anladım ki yaşı ilerde gibi gözükmeler yalnızca fiziki özelliklermiş, insan her yaşta hep genç!''
''İnsan her yaşta hep genç!'' Yani ruhen...
Aynalar ne derse desin, bu kez tersinden ruh onu yalanlıyor ve aynaya sesleniyor:
- Hey ayna!
Senin gözüme gözüme soktuğun yalnızca bir suret! Şekli değişen, yaşlılık basamaklarının ardından,
son basamakta adımı boşlukta kalacak olan ve sonrası malum yeni bir hayata yolculuk!
Marifetin varsa ey Ayna!
Suretimi gösterdiğin gibi, siretimi de görüp göstereydin!
Yaş ne olursa olsun, insan yaşlandım demedikçe hep gençtir.
Yeter ki bu gençlikten anlaşılması gerekeni anlasın ve ona göre davransın!
İçimdeki çocuk diyerek kendisini pervasızca şımartmasın ve elbette yerinde yerine göre yaşının insanı olsun.
Öyle anlar olur ki, kendi yaşında gördüğün birisine ''yaşı ilerlemiş'' gözüyle bakarsın da, iş kendine gelince, konduramazsın! Olgunluk dediğimiz şey bu söylediklerimizin neresinde olmalı?
''İnsan her yaşta hep genç!''
Bilmem kaç bin yıllık/asırlık ruhum nasıl oluyor da, dünyada bedenime girince onca zamanlık tecrübe ve olgunluğunu unutmuş, yeniden emekleyen çocuklar gibi, bedenimle birlikte emekliyor, öğreniyor ve kimi bedenlerde olgunlaşıyor! Olgunlaşmalı mı? Nerede kime ve hangi olaylarda?
''İnsan her yaşta hep genç!'' kısmı hikâyenin neresinde başlar ve sesini çok yükseltmeden ve belki de hep sessiz, içten ve derinden hep kendine, hep kendine sır olur!
Baba olurken, koca olurken, anne, eş olurken... iş bu ruh, beden ve sosyal çevreye göre uyum sağlayan, şekil alan bir şey mi? Bütün ruhlar aynı anda mı yaratıldı, istisnaları, öncelikli olanları/olanı elbette vardı.
Ruhların aynı bedenden neşet edenlerine kardeş diyoruz. İçinden çıktıkları beden ruhuna da ''anne''. Geldikleri yerde tanışıklıklarından söz ettiğimiz ruhlardan söz ediyoruz.
Ruhun rüyada bir yere bağlanmış ama uzayan lastik gibi gezindiğini okuyoruz.
Rüyaların dünyasından, yaşadığımız dünyaya döndüğümüzde, en uzun rüya 5-6 saniye sürer tezinin aksine biz bazen uzun saatler, hatta günlerce yaşadığımızı iddia ediyoruz.
Ruhlar aleminden, dünya alemine, dünya aleminden, berzah denilen bir köprü yaşamından (ki kabir giriş kapısı) söz ederken; cennetin sonsuz ve insanın elemlerden sıyrılmış ''yaşlanma ve aciz kalmadan'' beri, her dilediğini yaşadığı yerin hasretini çekiyoruz.
Ah Kalbim!
Aşk diye açtın konuyu, gençlikten girip, ruhtan çıktın. Merak ediyorum sonunu nereye bağlayacaksın! Sahi bağlayabilecek misin?
Bazı şeyler aşk gibi sonu bir yere bağlanamaz ki...
Bir yâre bağlar, visali beklemeksizin aşkla yaşarsın!
Kalbim senin işin sevmek!
Kavuşmak mı, o kaderin takdiri...
Hadi daha fazla yorulma ve bizi de üzme!