11 Temmuz 2013 Perşembe

Ramazan yazıları (5) Hey sen !


Aylardır koşuyor, düşüyor, kalkıyor, adeta sürünüyordu...
Köşeye sıkışmış gibiydi,
Bir çıkmaz sokakta...
İmdat diye haykırıyordu içi,
İmdat..!

Hey sen !
Dört ay ömrün kaldı..!
Bu sonbahar senin ömrünün sonbaharı..!
Kesin olarak öleceksin..!
Hazır mısın ?
Maliyeciler defterlerini dürecek,
Mali yıl sonu işte,
Hesabını veremeyeceğim bir eylemim yok,
Hazırım diyebiliyor musun,
Gönül ferahlığı ile..?
Hayır, hayır..!
O bildik klasik, ''kul hakkı yemedim, çalmadım çırpmadım...
İnançlı biriyim, ibadetim yoksa da kalbim temiz,
İnsanlara iyi davrandım, neden çekineyim,'' tarzı aldanışı geç..!
Sakın bu, kendi vicdanını susturmak için, nefsinin sana bir oyunu olmasın..?
Hakikat, ya bu sandığın gibi değilse ?
Allah'ın razı olduğu gibi mi yaşadın..?

Aylardır koşuyor, düşüyor, kalkıyor, adeta sürünüyordu...
Köşeye sıkışmış gibiydi,
Bir çıkmaz sokakta...
İmdat diye haykırıyordu içi,
İmdat..!
Ruhunun boğulduğunu, nefes alamadığını biliyordu..!
Bir şey olmalı, mucize gibi bir şey..!
Arındırmalı beni aylardır çok kirlendim...
Dediği anda, onbir ayın sultanı ramazan-ı şerifi göndermişti Yaradan imdadına...
Son ümit mevsimi...
Boğulmakta olan ruhuna can simiti.
Kabe sınırları içinde yaşamak gibi...
Anlayana !
Saygı ile orucunu tutmaya karar verdi, olmuşken tam olsun dedi,
Namazlarını da, teravihlerini de aksatmadı.
Ömründe olmadığı kadar huzurluydu içi.
Hele iftar anında, içinden ne dualar ediyordu.
Biliyordu, Rahman duyuyordu ve kendisine şefkatle nazar ediyordu...
Bir liman, bir sığınak, hacıların ihrama bürünmesi gibi bürünmüştü Ramazan-ı şerife...
İzne de ayrılmıştı...
Cami cami, türbe türbe geziyor, ufuklardaki merhamete yelken açıyordu...
Gözleri, unuttuğu bir şeye de kavuşmuştu: Gözyaşına...
Şıpır şıpır akıyordu, akıp giden gaflet ömrüne, günahlarına damlalar...
Ama, nefes aldıkça hiç bir şey için geç değildi.
Hele tevbe, hele pişmanlık, hele dönüş...