31 Ocak 2017 Salı
5.Kat !
''Kadınların gidip kendilerine Koca seçebilecekleri Erkek Mağazası açılmıştır.
Mağaza 5 katlıdır ve her kat çıkıldıkça,erkeklerin nitelikleri de yükselmektedir.
Mağazada sadece tek bir kural geçerlidir:Herhangi bir katın kapısından içeri giren kadın,o kattan alış-veriş etmek zorundadır ve eğer bir üst kata çıkmak isterse,tekrar aşağı katlara inemez.
Bir gün bir grup kız arkadaş,kendilerine erkek seçmek için mağazaya gider,
Ve.
1.KAT:Kapıda şunlar yazılıdır:"Bu kattaki erkeklerin çalışacak bir işleri var ve çocukları da severler.
"Kızlar yazıları okur ve şöyle derler:"Eh,hiç yoktan iyidir ama bir de üst kata bakalım."
2.KAT:Kapıda yazılanlar:"Buradaki erkeklerin iyi bir işleri var,çocukları severler ve son derece yakışıklıdırlar.
"Kızlar:"Hımmmm hiç fena değil ama acaba bir üst katta ne var?"
3.KAT:"Buradaki erkeklerin çok iyi birer işleri var,çocukları severler, son derecede yakışıklıdırlar ve ev işlerine de yardım ederler.
"Kızlar:"Aman Tanrım,çok etkileyici ama yukarıda başka katlar da var."
4.KAT:"Buradaki erkeklerin işleri çok iyi,çocukları çok severler,gayet yakışıklı olup,ev işlerine yardım ederler ve ayrıca son derece romantiktirler.
"Kızlar çığlık atmaya başlarlar:"İnanılmaz,bir üst katta bizi neyin beklediğini bi düşünün!"
Ve bir kat daha çıkarlar...
5.KAT:şunlar yazmaktadır:"Bu kat boştur ve sadece kadınları memnun etmenin mümkün olmadığını kanıtlamak için konmuştur.
Çıkış soldadır...''
Gönderen dostuma sonsuz teşekkürler.😊
30 Ocak 2017 Pazartesi
yeniden yenilmek için...
‘’- şimdi sana bir aşk lazım’’ dedi.
‘’- belki de..’’ dedim önce, boşta bulundum…
sonra devam ettim;
‘’-bir aşk belki de iyi gelebilirdi,
yeniden,
yenilmek,
üzülmek için..!’’
29 Ocak 2017 Pazar
Mesnevi'den ders alsak (2)
Nitekim Adem peygamber cennetten çıkınca ona tövbe etmeyi nasip ettin de kötü şeytandan kurtuldu. Şeytan da kimdir ki Ademden üstün olsun, böyle bir düzenle oyunu kazansın, onu alt etsin. Bunların hepsi de hakikatte Adem’in faydasını temin etti. Şeytanın hilesi, düzeni, o hasetçiye lanet edilmesine sebep oldu. Şeytan, bir oyunu gördü de iki yüz oyunu göremedi. O yüzden kendi evinin direğini kendisi kesti.
Gece vakti başkalarının ekinini ateşlemek istedi, fakat yel, ateşi kendi ekinine sürdü. Lanet, Şeytana bir gözbağı oldu, bu yüzden hileyi düşmanı olan Adem’e ziyan sandı. Lanet dediğin de işte insanı böyle ters görünüşlü yapar. Hasetçi, kendini görür, beğenir, kindar bir hale gelir. Nihayet kötülüğün, sonunda dönüp kötülükte bulunana geleceğini, ona ziyan vereceğini anlamaz.
Bu nasihatlerse ebeye benzer. Ebe “ Kadının ağrısı yok, ağrı lazım, ağrı çocuğa yoldur” der.
Hulasa vakitsiz öten her horozun ibret için başını kesmek gerekir. Baş kesmek nedir? Dünyada nefsi öldürmek, nefsin dileklerini terk etmek. Bu da öldürülmekten kurtulsun diye akrebin iğnesini çıkarmak gibidir. Taşla tepelenme belasından kurtulsun diye yılanın zehirli dişini sökersin ya!
Nefsi, pirin gölgesinden başka hiçbir şey öldürmez. O nefis öldürenin eteğine sımsıkı sarıl. eteğini sıkıca tuttun mu , bu, Allah tevfikidir.
Sende beliren her kuvvet, onun seni çekişinden dileyişinden meydana gelir. “ Ma rameyte iz rameyte.” iyi bil. Canın nesi varsa canlar canındandır. Elini tutan, yükünü yüklenen odur. Her an, her nefes o anı, o nefesi ondan um! Onun feyzine geç mazhar olduysan gam yeme.
Bilirsin ki ihmal etmez, imhal eder. Allah rahmeti geç erişir ama adamakıllı erişir, seni bir an bile huzurundan ayırmaz, her an seninledir. Bu vuslatın, bu muhabbetin şerhini duymak istersen
adamakıllı düşünerek “Vedduha” suresini okuyuver! Eğe sen hayır ve şer Ondandır dersen öyledir ama bundan onun kemaline noksan mı gelir ki?
Bu kötülük ihsanı da onun kemalindendir. Dinle ulu kişi, sana bir misal getireyim: Meselâ ressam iki türlü resim yapar. Güzellerin resimleriyle,çirkin resimleri. Yusuf’un yaratılışı güzel hurinin resmini de yapar, ifritlerin, çirkinliğine delil olamaz, bilakis üstatlığına delildir. Çirkini gayet çirkin olarak yapar, o derecede ki bütün çirkinlikler, onun etrafında döner, örülür.
Bu suretle de bilgisindeki kemal meydana gelir, üstatlığını inkar eden rüsvay olur.
Eğer çirkinin resmini yapmayı bilmezse ressam, nakıstır.
İşte bu yüzden Allah hem kafirin yaratıcısıdır, hem müminin. Bu yüzden küfür de Allahlığına Şahittir, iman da. İkisi de ona secde eder. Fakat bil ki müminin secdesi dileyerektir. Çünkü mümin, Allah rızasını arar, maksadı onun rızasını almaktır.
Kafir de istemeyerek Allah'a tapar ama onun maksadı başkadır. Padişahın kalesini yapar amam beylik davasındandır. Kale, onun malı olsun diye isyan eder, fakat nihayet kale, padişahın eline geçer. Müminse o kaleyi padişah için tamir eder, makam sahibi, mevki sahibi olmak için değil. Çirkin, “ Ey çirkini de yaratan padişah, sen güzeli de yaratmaya kaadirsin, çirkini de” der. Güzel de “ Ey güzellik padişahı, beni bütün ayıplardan arıttın” der.
Peygamber, o hastaya dedi ki: “ Sen, şunu söyle; Allah, sen bize güçlükleri kolaylaştır. Dünya yurdunda bize iyilik ver, ahiret yurdunda da. Yolumuzu gül bahçesi gibi latif bir hale getir, ey yüce Allah, konağımız zaten sensin” Müminler mahşerde derler ki; “ Ey melekler, cehennem müşterek bir yol değil miydi?
Mümin de oraya uğrayacaktı, kafir de. Fakat biz bu yolda ne duman gördük, ne ateş. İşte burası cennet, emniyet yurdu. Peki o aşağılık uğrak nerede?” Melekler derler ki: “ Hani geçerken filan yerde gördüğümüz o yemyeşil bahçe vardı ya. Cehennem, o şiddetli azap yurdu, işte orasıydı. Fakat size bağlık, bahçelik, yeşillik bir yer oldu. Siz, bu cehennem huylu, kötü suratlı, ateş meşrepli nefsi çalışıp çabalayıp tertemiz bir hale getirdiniz; Allah için ateşi söndürdünüz: Şulelenip duran şehvet ateşini takva yeşilliği hidayet nuru haline soktunuz; Hırs ateşiniz hilm, bilgisizlik karanlığı ilim oldu; Hırs ateşini attınız; o ateş diken gibiydi, gül bahçesine döndü. Mademki siz kendinizdeki bütün ateşleri bizim için söndürdünüz, bu suretle de zehir, bal haline geldi.
Madem ki ateşe mensup olan nefsi bir bahçe yapıp oraya vefa tohumları ektiniz., Oradaki zikir ve tespih bülbülleri, yeşillikte, ırmak kıyısında güzel bir tarzda ötüşmeye koyuldular. Allah'a çağırana icap ettiniz, nefis cehennemine su serptiniz. Bizim cehennemimiz de size yeşillik, gül bahçesi, ağaçlık haline geldi.” Oğul ihsanın karşılığı nedir? Lütuf, ihsan ve en değerli sevap. Siz biz kurbanız, varlık, iyilik vasıflarına karşı faniyiz: Divaneysek de o sakinin, o kadehin sarhoşlarıyız; onun hükmüne, onun fermanına baş koymakta, tatlı canımızı ona peşkeş sunmaktayız. Sevgilinin hayali, gönüllerimizde oldukça işimiz, kulluk ve can vermedir demediniz mi?
Nerede bir bela çırağı uyandırdılarsa orada yüz binlerce aşığın canını yaktılar. Evin içinde ki aşıklar, sevgilinin cemali çırağına pervanedirler. Gönül, seninle nurlanan yere belalardan sana siperlerden olanların meclisine, Sana canların da yer verenlerin seni şaraplarla dopdolu bir kadeh haline getirenlerin yanına git! Onların canlarında yurt kur; Ey aydın dolunay, gökyüzünde mekan tut!
Onlar sana sırları belirtmek için Utarit gibi gönül defterini açarlar. Madem ki yerin yurdun yok,
bildiklerin yanına var, ay parçasıysan kamil ve tamam bir aya yüz vur!
Sana Padişahların sövmesi, vurması, sapıkların övmesinden daha iyidir . Padişahların tokadını ye de aşağılık kişilerin balını yeme. Bu suretle er olanların ikbali yüzünden sen de bir er ol. Çünkü onlardan hilat gelir, devlet gelir. Onlar, ruhun penahında cesedi, can haline getirirler.
Nerede bir çıplak, bir yoksul görürsen bil ki bir kamilden kaçmıştır. Gönlünün dilediğini yapmak, o kör, o kötü ve sermayesiz gönlün istediğini yerine getirmek için bir üstattan firar etmiştir. Eğer ustanın dilediğine uysaydı kendisini de bezerdi akrabasını da.
Dünyada kim ustadan kaçarsa devletten kaçar, bunu böyle bil. Ten kazancında bir sanat öğrendin, din sanatına da bir el vur!
Dünyada elbisen var, zenginleştin; fakat bu alemden gidince nasıl edeceksin? Ahiret için de bir sanat öğren ki mağfiret kazancını elde edesin. O cihan da pazarla, kazançla dolu bir şehirdir. Zannetme ki kazanma yalnız bu alemdedir ve bu kazanç kafidir! Ulu Allah “ Bu cihanın kazancı, o kazancın yanında çocuk oyuncağıdır” dedi.
Hani çocuklar, dükkancılık oynarlar ya fakat zaman geçirmeden başka ellerine bir şey girmez.
Gece gelip çatar, çocuk evine aç döner, Öbür çocuklar giderler, tek başına kalakalır. Bu alem oyun yeridir, ölüm de gece. Geri döner gidersin, fakat kese bomboş,sen de yorgun argın!
Ey serkeş herif, din kazancı, aşktır, gönül cezbesidir, hak nuruna kabiliyettir. Bu aşağılık nefis, senden fani kazanç ister. Fakat niceye bir aşağılık şeyleri kazanıp duracaksın, bırak artık, yeter.! Aşağılık nefis eğer senden yüce bir kazanç dilese bile bu dilekte hile ve düzen vardır.
Gece vakti başkalarının ekinini ateşlemek istedi, fakat yel, ateşi kendi ekinine sürdü. Lanet, Şeytana bir gözbağı oldu, bu yüzden hileyi düşmanı olan Adem’e ziyan sandı. Lanet dediğin de işte insanı böyle ters görünüşlü yapar. Hasetçi, kendini görür, beğenir, kindar bir hale gelir. Nihayet kötülüğün, sonunda dönüp kötülükte bulunana geleceğini, ona ziyan vereceğini anlamaz.
Bu nasihatlerse ebeye benzer. Ebe “ Kadının ağrısı yok, ağrı lazım, ağrı çocuğa yoldur” der.
Hulasa vakitsiz öten her horozun ibret için başını kesmek gerekir. Baş kesmek nedir? Dünyada nefsi öldürmek, nefsin dileklerini terk etmek. Bu da öldürülmekten kurtulsun diye akrebin iğnesini çıkarmak gibidir. Taşla tepelenme belasından kurtulsun diye yılanın zehirli dişini sökersin ya!
Nefsi, pirin gölgesinden başka hiçbir şey öldürmez. O nefis öldürenin eteğine sımsıkı sarıl. eteğini sıkıca tuttun mu , bu, Allah tevfikidir.
Sende beliren her kuvvet, onun seni çekişinden dileyişinden meydana gelir. “ Ma rameyte iz rameyte.” iyi bil. Canın nesi varsa canlar canındandır. Elini tutan, yükünü yüklenen odur. Her an, her nefes o anı, o nefesi ondan um! Onun feyzine geç mazhar olduysan gam yeme.
Bilirsin ki ihmal etmez, imhal eder. Allah rahmeti geç erişir ama adamakıllı erişir, seni bir an bile huzurundan ayırmaz, her an seninledir. Bu vuslatın, bu muhabbetin şerhini duymak istersen
adamakıllı düşünerek “Vedduha” suresini okuyuver! Eğe sen hayır ve şer Ondandır dersen öyledir ama bundan onun kemaline noksan mı gelir ki?
Bu kötülük ihsanı da onun kemalindendir. Dinle ulu kişi, sana bir misal getireyim: Meselâ ressam iki türlü resim yapar. Güzellerin resimleriyle,çirkin resimleri. Yusuf’un yaratılışı güzel hurinin resmini de yapar, ifritlerin, çirkinliğine delil olamaz, bilakis üstatlığına delildir. Çirkini gayet çirkin olarak yapar, o derecede ki bütün çirkinlikler, onun etrafında döner, örülür.
Bu suretle de bilgisindeki kemal meydana gelir, üstatlığını inkar eden rüsvay olur.
Eğer çirkinin resmini yapmayı bilmezse ressam, nakıstır.
İşte bu yüzden Allah hem kafirin yaratıcısıdır, hem müminin. Bu yüzden küfür de Allahlığına Şahittir, iman da. İkisi de ona secde eder. Fakat bil ki müminin secdesi dileyerektir. Çünkü mümin, Allah rızasını arar, maksadı onun rızasını almaktır.
Kafir de istemeyerek Allah'a tapar ama onun maksadı başkadır. Padişahın kalesini yapar amam beylik davasındandır. Kale, onun malı olsun diye isyan eder, fakat nihayet kale, padişahın eline geçer. Müminse o kaleyi padişah için tamir eder, makam sahibi, mevki sahibi olmak için değil. Çirkin, “ Ey çirkini de yaratan padişah, sen güzeli de yaratmaya kaadirsin, çirkini de” der. Güzel de “ Ey güzellik padişahı, beni bütün ayıplardan arıttın” der.
Peygamber, o hastaya dedi ki: “ Sen, şunu söyle; Allah, sen bize güçlükleri kolaylaştır. Dünya yurdunda bize iyilik ver, ahiret yurdunda da. Yolumuzu gül bahçesi gibi latif bir hale getir, ey yüce Allah, konağımız zaten sensin” Müminler mahşerde derler ki; “ Ey melekler, cehennem müşterek bir yol değil miydi?
Mümin de oraya uğrayacaktı, kafir de. Fakat biz bu yolda ne duman gördük, ne ateş. İşte burası cennet, emniyet yurdu. Peki o aşağılık uğrak nerede?” Melekler derler ki: “ Hani geçerken filan yerde gördüğümüz o yemyeşil bahçe vardı ya. Cehennem, o şiddetli azap yurdu, işte orasıydı. Fakat size bağlık, bahçelik, yeşillik bir yer oldu. Siz, bu cehennem huylu, kötü suratlı, ateş meşrepli nefsi çalışıp çabalayıp tertemiz bir hale getirdiniz; Allah için ateşi söndürdünüz: Şulelenip duran şehvet ateşini takva yeşilliği hidayet nuru haline soktunuz; Hırs ateşiniz hilm, bilgisizlik karanlığı ilim oldu; Hırs ateşini attınız; o ateş diken gibiydi, gül bahçesine döndü. Mademki siz kendinizdeki bütün ateşleri bizim için söndürdünüz, bu suretle de zehir, bal haline geldi.
Madem ki ateşe mensup olan nefsi bir bahçe yapıp oraya vefa tohumları ektiniz., Oradaki zikir ve tespih bülbülleri, yeşillikte, ırmak kıyısında güzel bir tarzda ötüşmeye koyuldular. Allah'a çağırana icap ettiniz, nefis cehennemine su serptiniz. Bizim cehennemimiz de size yeşillik, gül bahçesi, ağaçlık haline geldi.” Oğul ihsanın karşılığı nedir? Lütuf, ihsan ve en değerli sevap. Siz biz kurbanız, varlık, iyilik vasıflarına karşı faniyiz: Divaneysek de o sakinin, o kadehin sarhoşlarıyız; onun hükmüne, onun fermanına baş koymakta, tatlı canımızı ona peşkeş sunmaktayız. Sevgilinin hayali, gönüllerimizde oldukça işimiz, kulluk ve can vermedir demediniz mi?
Nerede bir bela çırağı uyandırdılarsa orada yüz binlerce aşığın canını yaktılar. Evin içinde ki aşıklar, sevgilinin cemali çırağına pervanedirler. Gönül, seninle nurlanan yere belalardan sana siperlerden olanların meclisine, Sana canların da yer verenlerin seni şaraplarla dopdolu bir kadeh haline getirenlerin yanına git! Onların canlarında yurt kur; Ey aydın dolunay, gökyüzünde mekan tut!
bildiklerin yanına var, ay parçasıysan kamil ve tamam bir aya yüz vur!
Sana Padişahların sövmesi, vurması, sapıkların övmesinden daha iyidir . Padişahların tokadını ye de aşağılık kişilerin balını yeme. Bu suretle er olanların ikbali yüzünden sen de bir er ol. Çünkü onlardan hilat gelir, devlet gelir. Onlar, ruhun penahında cesedi, can haline getirirler.
Nerede bir çıplak, bir yoksul görürsen bil ki bir kamilden kaçmıştır. Gönlünün dilediğini yapmak, o kör, o kötü ve sermayesiz gönlün istediğini yerine getirmek için bir üstattan firar etmiştir. Eğer ustanın dilediğine uysaydı kendisini de bezerdi akrabasını da.
Dünyada kim ustadan kaçarsa devletten kaçar, bunu böyle bil. Ten kazancında bir sanat öğrendin, din sanatına da bir el vur!
Dünyada elbisen var, zenginleştin; fakat bu alemden gidince nasıl edeceksin? Ahiret için de bir sanat öğren ki mağfiret kazancını elde edesin. O cihan da pazarla, kazançla dolu bir şehirdir. Zannetme ki kazanma yalnız bu alemdedir ve bu kazanç kafidir! Ulu Allah “ Bu cihanın kazancı, o kazancın yanında çocuk oyuncağıdır” dedi.
Hani çocuklar, dükkancılık oynarlar ya fakat zaman geçirmeden başka ellerine bir şey girmez.
Gece gelip çatar, çocuk evine aç döner, Öbür çocuklar giderler, tek başına kalakalır. Bu alem oyun yeridir, ölüm de gece. Geri döner gidersin, fakat kese bomboş,sen de yorgun argın!
Ey serkeş herif, din kazancı, aşktır, gönül cezbesidir, hak nuruna kabiliyettir. Bu aşağılık nefis, senden fani kazanç ister. Fakat niceye bir aşağılık şeyleri kazanıp duracaksın, bırak artık, yeter.! Aşağılık nefis eğer senden yüce bir kazanç dilese bile bu dilekte hile ve düzen vardır.
28 Ocak 2017 Cumartesi
ötelerin türküsü...
..şimdilerde susuyorum,
kulaklarımdaki gereksiz uğultuların aksine,
kalbimle dinliyorum, kainattaki ahengi…
kuşlar mı..?
onlar gibi kim söyleyebilir
ötelerin türküsünü…
Mektuplar da ''bir yudum teselli...''
* İstihareyi selim kalp sahibi yaparsa uymak konusunda tereddüt olmaz. Biraz açalım, malum; istihare kulun bir konuda Allah'a danışmak için şartlarına uyarak iki rekat namaz kılıp yatmasıdır.
Rüyayı her şey etkileyebilir. Malum 3 çeşit rüya var; Rahmani,şeytani ve bilinçaltı...
Rahmani rüyaları selim kalp sahibi insanlar görür, Allah dostları, evliya gibi...
Senin istiharene o veli kul (evliya=çoğulu) çıksa bile hemen kapılma. Şeytan Peygamberlerin (as) suretine giremez de, acaba evliya da böyle mi ?
Ancak yaşayan bir veli senin için istihare yaparsa, ne alâ...
Bunun dışında zaman istihare değil,istişare, yani danışma zamanıdır. Bu da seni kıskanmayan, iyiliğini düşünen, tecrübeli,bilgili birileri ile...
Bak şu 38 kişinin canına kıyan cani bile istihare yapıp, eğlence merkezini taradığını görmüş..!!!
Şeytan ve bilinçaltı böyle insanla oynar ve helake götürür.
Cahil olmasa, azıcık düşünse; ben bu gece bir sürü masum cana kıyacağım. Bana bunu yaptıran fikrin/fetvanın % 100 doğru olduğundan emin miyim...ya %01 yanılma payı varsa...diye düşünmemiş bile kiralık beyin...Ya zaten böyle fetva olmaz,benim güzel dinim böyle bir şey istemez.
Sözü uzattım; en güzeli bir konuda bol bol salim duru zamanlarda Rabbe dualarla yalvarmaktır...
*
''iki şey yıkar insanı'' yazımda yer alan '' mağlup mu, mağdur mu..?'' için iki ayrı ve aynı tarz soru gelmiş. Zeki sorulara kısa cevabım :
Hem mağlubuyum sevilerimin, hem mağduruyum emeklerimin...
Olsun mağrur olmaktan iyidir.
*
Mesneviden ders alsak (2) ne zaman..?
Aslında gelecek cuma için düşünmüştüm devamını ama belki yarına, arayı soğutmadan inşallah yayınlarım. Özet hale getirmek zaman alıyor.
*
''Lütfen birileri üzülüyor diye vazgeçme yazmaktan. Üzülen okumasın, son paylaşım karlar...çok derindi...''
*
''Yok bir yere gitmek, paylaşım sayısı azaltmak ! Size kızıyorum bayım..! '' (Okurken tebessüm ettim.)
Hepinize güzel ilgi ve mektuplarınız için ne kadar teşekkür etsem azdır.
Kimbilir yine ne çok kelime hatası yaptım. Geriye dönüp kontrol etmeyi sevemedim gitti.Olsun yayınlanınca nasılsa asistanım ikaz ediyor .)
Rüyayı her şey etkileyebilir. Malum 3 çeşit rüya var; Rahmani,şeytani ve bilinçaltı...
Rahmani rüyaları selim kalp sahibi insanlar görür, Allah dostları, evliya gibi...
Senin istiharene o veli kul (evliya=çoğulu) çıksa bile hemen kapılma. Şeytan Peygamberlerin (as) suretine giremez de, acaba evliya da böyle mi ?
Ancak yaşayan bir veli senin için istihare yaparsa, ne alâ...
Bunun dışında zaman istihare değil,istişare, yani danışma zamanıdır. Bu da seni kıskanmayan, iyiliğini düşünen, tecrübeli,bilgili birileri ile...
Bak şu 38 kişinin canına kıyan cani bile istihare yapıp, eğlence merkezini taradığını görmüş..!!!
Şeytan ve bilinçaltı böyle insanla oynar ve helake götürür.
Cahil olmasa, azıcık düşünse; ben bu gece bir sürü masum cana kıyacağım. Bana bunu yaptıran fikrin/fetvanın % 100 doğru olduğundan emin miyim...ya %01 yanılma payı varsa...diye düşünmemiş bile kiralık beyin...Ya zaten böyle fetva olmaz,benim güzel dinim böyle bir şey istemez.
Sözü uzattım; en güzeli bir konuda bol bol salim duru zamanlarda Rabbe dualarla yalvarmaktır...
*
''iki şey yıkar insanı'' yazımda yer alan '' mağlup mu, mağdur mu..?'' için iki ayrı ve aynı tarz soru gelmiş. Zeki sorulara kısa cevabım :
Hem mağlubuyum sevilerimin, hem mağduruyum emeklerimin...
Olsun mağrur olmaktan iyidir.
*
Mesneviden ders alsak (2) ne zaman..?
Aslında gelecek cuma için düşünmüştüm devamını ama belki yarına, arayı soğutmadan inşallah yayınlarım. Özet hale getirmek zaman alıyor.
*
''Lütfen birileri üzülüyor diye vazgeçme yazmaktan. Üzülen okumasın, son paylaşım karlar...çok derindi...''
*
''Yok bir yere gitmek, paylaşım sayısı azaltmak ! Size kızıyorum bayım..! '' (Okurken tebessüm ettim.)
Hepinize güzel ilgi ve mektuplarınız için ne kadar teşekkür etsem azdır.
Kimbilir yine ne çok kelime hatası yaptım. Geriye dönüp kontrol etmeyi sevemedim gitti.Olsun yayınlanınca nasılsa asistanım ikaz ediyor .)
kar tanesi hikâyeler...
..hepimiz kar taneleri gibiyiz,
bakarsan, rengimiz insan...
lâkin, hiç birimizin hikâyesi,
diğerinin aynısı değil...
27 Ocak 2017 Cuma
Mesnevi'den ders alsak (1)
Bir evde Hz.Mevlana kuddise sirruhun Mesnevi-i Şerif'i mutlaka bulunmalı dostlar ve mutlaka Hz.Gazali(ks) ve Hz.Geylani (ks) kitapları gibi bir ömür döne dolana okunmalı.
Hey ! Okuduğun kitaplar ahiretine de yarasın! Gönlüne sürur, kalbine nûr olsun.Gidilecek yol uzun, zaman az ve çok azık lazım. Şimdiye kadar hiç Mesnevi okumayanlara aslı çok uzun olan bahisten Hz.Pir'in affına keremine sığınarak kısaltarak paylaşmak istedim,olur ki mübarek cum'a günü iyiliğe uğrarız. Tabi şerhsiz kim ne kadar ne anlar o da bahs-i diğer. İşte o çok lezzetli,derin kelimeler,cümleler :
''Sahabeden biri hastalandı, o hastalık yüzünden zayıfladı, iplik gibi inceldi. Mustafa (sav) halini hatırını sormaya geldi. Çünkü Peygamberin huyu tamamıyla lütuf ve keremden ibaretti. Hasta halini, hatırını sormaya gitmekte fayda vardır. Faydası da gene sanadır. Birinci faydası şudur; O hasta adam bir kutup, bir ulu şah olabilir.
Alemde hazineler var. Beyhude üzülme, yorulma yalnız hiçbir viraneyi de definesiz bilme, bir nişane buldun mu da artık onun etrafında adamakıllı dön dolaş! Mademki sende o can gözü yok, her vücutta define var san. Kutup olmasa bile belki bir yol dostudur, padişah değilse bile bir atlı askerdir. Kim olursa olsun ister yaya, ister atlı yol dostlarıyla buluşmayı, onların halini sormayı hatırlarını ele almayı lazım bil.
Hatta o adam düşman bile olsa yine iyidir. Çünkü ihsan yüzünden düşman bile adama dost olur. Dost olmasa bile hiç olmazsa kini azalır. Çünkü ihsanda bulunmak kine adeta merhemdir. Bundan başka daha nice faydaları var ama ey iyi adam, sözü uzatmadan korkuyorum.
Allah'tan Musa’ya (as) şu hitap geldi “Ey koltuğundan ayın doğduğunu gören! Seni Allahlık nurunun doğusu haline getirdiğim halde ben ki Allah'ım hastalandım da niçin halimi hatırımı sormaya gelmedin?” Musa “ Allah” sen kusurdan münezzehsin. Bu ne remiz bu ne sırdır, Yarabbi, bunu bildir” dedi. Bunun üzerine Allah, yine “ Hastalığımda kerem edip niçin halimi sormadın?” buyurdu. Musa “ Yarabbi, senin bir noksanın olamaz. Aklım şaştı, bu sözün hakikatini anlat” dedi. Allah “ Evet, has ve seçilmiş bir kulum hastalanmıştı. İyice bir bak hele o, benim.
''Onun özür serdetmesi benim özür serdetmemdir. Onun hastalığı benim hastalığımdır.''buyurdu. Allah ile oturup kalkmak isteyen kişi veliler huzurunda otursun. Velilerin huzurundan kesilirsen helak oldun gitti. Çünkü sen küllü olmayan bir cüzsün. Şeytan birisini kerem sahiplerinden ayırırsa onu kimsiz kimsesiz bir hale kor, o halde de bulununca başını yer, mahvedip gider. Topluluktan bir an bile ayrılmak bil ki şeytanın hilesinden ibarettir.
Hastanın hatırını soruş, dostluğu, birliği temin etmek içindir. Bu birlik bu dostluk da yüz türlü sevgi doğurur. Naziri olmayan Peygamber, hastayı dolaşmaya hatırını sormaya gidince o sahabeyi ölüm halinde gördü. Velilerin huzurundan uzaklaşırsan hakikatte Allah'dan uzaklaşırsın. Yoldaşlardan ayrılmanın sonu bile gam olursa padişahlardan ayrılık nasıl olur da ondan daha aşağı olur. Her an durma padişahların gölgesini ara bul ki o gölgede güneşten de iyi bir hale gelesin. Sefere çıkarsan bu niyetle çık, oturuyorsan yine bundan gafil olma!
Yeni bir mürit günün birinde bir ev yaptırdı. Pir gelip evini gördü. Şeyh, o yeni müridini, o iyi düşünceli kişiyi imtihan etmek maksadıyla dedi ki? “ Yoldaş, eve niçin pencere açtın?” o da şöyle cevap verdi “ ışık gelsin diye” şeyh “ O feridir. Şunu niyaz etmek gerek: Bu pencereden ezanı duyasın” dedi.
Peygamber(sav), o hastayı görünce halini hatırını sordu, o hakiki dosta iltifatlarda bulundu. Adam, peygamberi görünce dirildi, sanki o anda yeniden yaratılmıştı. Sahabe “ hastalık beni bu bahta eriştirdi, bu sultan sabah çağında beni dolaşmaya geldi. Bu suretle bana sıhhat erişti, saltanatına bir hudut olmayan bu padişahın kademi bereketiyle iyileştim. Ne güzel, ne mübarek ağrı sızı.
Ne mutlu, ne kutlu hastalık hararet, dert ve gece uykusuzluğu! İşte Allah bana bu kocalığımda lütuf ve kereminden böyle bir hastalık, böyle bir illet verdi. Arka ağrısı ihsan etti de her gece yarısı uykudan uyandırdı. Bütün gece manda gibi uyuyamayayım diye Hak, lütfetti, bana dertler ihsan etti. Bu sınıklıktan da padişahların merhameti coştu. Cehennem de beni tehdit etmeden vazgeçti, sukut etti” dedi.
Ağrı, sızı ve hastalık hazinedir. Rahmetler ondadır. Deri yırtıldı mı iç tazelenir. Kardeş, karanlık yere soğuğa, gama kırıklığa ve hastalığa sabretmek, Abıhayat kaynağı ve sarhoşluk kadehidir. Çünkü yücelikler, hep aşağılıktadır. Baharlar güz mevsiminde gizlidir, güz mevsimi de baharda.
Şeker kamışı, şeker kamışından kemal kazanır. Ben nefsimin hilesinden neler gördüm neler. Sihriyle akıl ve temyizi bile giderir. Sana yeniden yeniye vaitlerde bulunur da binlerce kere bozar. Ömrün, sana yüzlerce yıl mühlet verse nefis, her gün yeni bir bahane bulur, sana mani olur; soğuk vaitleri sıcak bir surette söyler.
O öyle bir sihirbazdır ki insanı kıskıvrak bağlar. Ey hak ziyası Hüsameddin, gel bu çoraklıkta sensiz ot bitmiyor. Bir velinin gönlünün kırılması yüzünden nefse uyanların önüne bir perde çekilmiştir.
Peygamber (sav), o hastayı dolaştı, o ağlayıp inleyen zavallının halini hatırını sordu. Sonra dedi ki : “ acaba sen bir çeşit dua mı ettin, bilmeyerek bir zehirli aş mı yedin? Hele bir hatırla bakayım, nefsin, hilesinden coşunca ne çeşit duada bulundun?” Hasta “ Hiç hatırıma gelmiyor. Himmet et de Hatırlayayım” dedi.
Mustafa'nın (sav) nur bağışlayan huzuru hürmetine duayı hatırladı. Her yanı aydınlatan Peygamberin himmeti, ona hatırlayamadığını hatırlattı. Hakla batıl arasını ayırt eden aydınlık, gönülden gönüle açılmış olan pencereden parladı. Dedi ki : “Ya Resulallah, bir hezeyandır ettim,daima günaha giriftar olup duruyordum. Denize düşenin yılana sarılması gibi önüme ne gelirse sarılıyordum. Sen suçluları çok şiddetli azaplarla tehdit etmiştin. Istıraba düştüm, çarem kalmadı. Bağ pek sıkı, kilit kapalıydı. Ne sabredebiliyordum. Ne kaçacak, kurtulacak yer vardı. Ne tövbe etmeye bir ümidim kalmıştı, ne dayanmama imkan. Elemden Harut!la Marut gibi ah ederek dedim ki : Ey yaratan Allah'ım Harut’la Marut tehlikesinden kurtulmak için Babil Kuyusunu dilediler.
Gürbüz, akılı, hatta sihirbaza benzer, her şeye muktedir oldukları halde onlar bile ahret azabını o kuyuda çekmek istediler. İyi de ettiler, tam yerinde bir işti. Dumandan çekilen zahmet ateşe nispetle elbette kolaydır, ehemmiyetsizdir. Ahiret azabını tarife imkan yoktur. Onun yanın da dünya azabının ehemmiyeti olamaz. Ne mutlu o kişiye ki savaşır, çabalar.
O cihanın azabından kurtulsun diye bu azap çekme ibadetine katlanır. Ben de, Yarabbi, bana o azabı hemencecik burada çektir de, O alemde rahat edeyim diye dua edip durmaktaydım. İstek kapısının halkasını bu suretle çalıyordum. Derken bu hastalığa tutuldum. Canım zahmetten aramsız bir hale düştü.
''Zikrinden, evradımdan kaldım. Kendimden de haberim yoktu, iyiden, kötüden de Yüzünü görmeseydim, ey kutlu, ey kokusu güzel ve mübarek Peygamber ; Hayat kaydından tamamıyla sıyrılacaktım. Bana padişaha lütfedip dertdaş oldun da bu gamdan kurtardın.''
Peygamber(sav) ''Ne yaptın? Sakın bir daha bu duada bulunma. Kendi kökünü kendin kazıp sökme.Ey zayıf karınca, senin ne takatin var ki böyle bir yüce dağı yüklenmeye kalkışıyorsun.'' dedi.
Adam dedi ki : “ Sultanım, tövbe ettim. Bir daha böyle bir cürette bulunmam, böyle bir laf etmem” bu cihan bir çöldür, sen Musa’sın. Biz de günahımız yüzünden çölde iptilalara uğramış kişileriz. Yıllardır yol görüyoruz, fakat sonun da yine ilk konakta esiriz. Musa’nın kavmi bir hayli yol aldıkları halde sonunda yine kendilerini ilk adım attıkları yerde buldular. Musa’nın gönlü bizden razı olsaydı, bu çöle bir yol, bir uç bulunurdu.
Fakat bizden tamamıyla usanmış olsaydı hiç yemeğimiz gökten gelir miydi? Bir taş parçasından kaynaklar coşar mıydı çölde canımızı kurtarabilir miydik? Hatta bundan vazgeçtik, yemek yerine üstümüze ateş yağar, konduğumuz bu konakta alevlenir, yanardık. Musa, bizden hem hoşnut, hem değil gah dostumuz, gah düşmanımız. Hışımı; pılımızı, pırtımızı ateşlemekte hilmi belaya siper olmakta. Nasıl olur da hem hilimle muamele eder, hem hışımla? Fakat ey aziz Allah, bu senin lütfundan, bu lütuf, az görülmüş, bir şey değil ki. Adamın karşısında bulunan kimseyi yüzüne karşı medhetmesi hoş bir şey değil. Onun için Musa’nın adını mahsus anıyorum. Yoksa değil Musa, kim olursa olsun senin karşında başka birinden bahsetmem yaraşır mı?
Bizim ahitlerimiz yüzlerce binlerce defa bozuldu. Fakat senin ahdin dağ gibi, yerinden bile oynamıyor. Bizim ahdimiz saman çöpüne benzer, her çeşit rüzgara karşı zebundur. Senin ahdinse dağ gibi, hatta yüzlerce dağdan da kuvvetli. O kuvvet hakkı için ey renklere sahip olan, bizim renkten renge girişimize bir acı!
Kendimizi de gördük, rüsvay oluşumuzu da Padişahım, bizi fazla imtihana çekme. De ey kerem sahibi ve yardımı istenen Allah, öbür ayıplarımızı, öbür kötülüklerimizi gizli bırak. Sen cemalde, kemalde sonsuzun; biz eğrilikte sapıklıkta sonsuz! Şu bir avuç aşağılık kişilerin kötülükteki sonsuz lütfunla, cemal ve kemalinle ört.
Aman elbisemizden zaten bir tek iplik kaldı. Bir şehirdik, tek bir duvarımız yerinde. Ey sahibimiz, şu kalanı koru, şu kalanı koru da Şeytan, tamamıyla sevinmesin. Bizim hatırımız için değil, suçluları yine arayıp kayırdığın o kadim lütfun hakkı için Yarabbi. Mademki kudretini gösterdin, merhametini de göster ey et ve yağ parçalarına merhametler ihsan eden Allah. Eğer bu dua gazabını arttırıyorsa ulu Allah sen bize bir dua öğret. [devamı var]
Hey ! Okuduğun kitaplar ahiretine de yarasın! Gönlüne sürur, kalbine nûr olsun.Gidilecek yol uzun, zaman az ve çok azık lazım. Şimdiye kadar hiç Mesnevi okumayanlara aslı çok uzun olan bahisten Hz.Pir'in affına keremine sığınarak kısaltarak paylaşmak istedim,olur ki mübarek cum'a günü iyiliğe uğrarız. Tabi şerhsiz kim ne kadar ne anlar o da bahs-i diğer. İşte o çok lezzetli,derin kelimeler,cümleler :
''Sahabeden biri hastalandı, o hastalık yüzünden zayıfladı, iplik gibi inceldi. Mustafa (sav) halini hatırını sormaya geldi. Çünkü Peygamberin huyu tamamıyla lütuf ve keremden ibaretti. Hasta halini, hatırını sormaya gitmekte fayda vardır. Faydası da gene sanadır. Birinci faydası şudur; O hasta adam bir kutup, bir ulu şah olabilir.
Alemde hazineler var. Beyhude üzülme, yorulma yalnız hiçbir viraneyi de definesiz bilme, bir nişane buldun mu da artık onun etrafında adamakıllı dön dolaş! Mademki sende o can gözü yok, her vücutta define var san. Kutup olmasa bile belki bir yol dostudur, padişah değilse bile bir atlı askerdir. Kim olursa olsun ister yaya, ister atlı yol dostlarıyla buluşmayı, onların halini sormayı hatırlarını ele almayı lazım bil.
Hatta o adam düşman bile olsa yine iyidir. Çünkü ihsan yüzünden düşman bile adama dost olur. Dost olmasa bile hiç olmazsa kini azalır. Çünkü ihsanda bulunmak kine adeta merhemdir. Bundan başka daha nice faydaları var ama ey iyi adam, sözü uzatmadan korkuyorum.
Allah'tan Musa’ya (as) şu hitap geldi “Ey koltuğundan ayın doğduğunu gören! Seni Allahlık nurunun doğusu haline getirdiğim halde ben ki Allah'ım hastalandım da niçin halimi hatırımı sormaya gelmedin?” Musa “ Allah” sen kusurdan münezzehsin. Bu ne remiz bu ne sırdır, Yarabbi, bunu bildir” dedi. Bunun üzerine Allah, yine “ Hastalığımda kerem edip niçin halimi sormadın?” buyurdu. Musa “ Yarabbi, senin bir noksanın olamaz. Aklım şaştı, bu sözün hakikatini anlat” dedi. Allah “ Evet, has ve seçilmiş bir kulum hastalanmıştı. İyice bir bak hele o, benim.
''Onun özür serdetmesi benim özür serdetmemdir. Onun hastalığı benim hastalığımdır.''buyurdu. Allah ile oturup kalkmak isteyen kişi veliler huzurunda otursun. Velilerin huzurundan kesilirsen helak oldun gitti. Çünkü sen küllü olmayan bir cüzsün. Şeytan birisini kerem sahiplerinden ayırırsa onu kimsiz kimsesiz bir hale kor, o halde de bulununca başını yer, mahvedip gider. Topluluktan bir an bile ayrılmak bil ki şeytanın hilesinden ibarettir.
Hastanın hatırını soruş, dostluğu, birliği temin etmek içindir. Bu birlik bu dostluk da yüz türlü sevgi doğurur. Naziri olmayan Peygamber, hastayı dolaşmaya hatırını sormaya gidince o sahabeyi ölüm halinde gördü. Velilerin huzurundan uzaklaşırsan hakikatte Allah'dan uzaklaşırsın. Yoldaşlardan ayrılmanın sonu bile gam olursa padişahlardan ayrılık nasıl olur da ondan daha aşağı olur. Her an durma padişahların gölgesini ara bul ki o gölgede güneşten de iyi bir hale gelesin. Sefere çıkarsan bu niyetle çık, oturuyorsan yine bundan gafil olma!
Yeni bir mürit günün birinde bir ev yaptırdı. Pir gelip evini gördü. Şeyh, o yeni müridini, o iyi düşünceli kişiyi imtihan etmek maksadıyla dedi ki? “ Yoldaş, eve niçin pencere açtın?” o da şöyle cevap verdi “ ışık gelsin diye” şeyh “ O feridir. Şunu niyaz etmek gerek: Bu pencereden ezanı duyasın” dedi.
Peygamber(sav), o hastayı görünce halini hatırını sordu, o hakiki dosta iltifatlarda bulundu. Adam, peygamberi görünce dirildi, sanki o anda yeniden yaratılmıştı. Sahabe “ hastalık beni bu bahta eriştirdi, bu sultan sabah çağında beni dolaşmaya geldi. Bu suretle bana sıhhat erişti, saltanatına bir hudut olmayan bu padişahın kademi bereketiyle iyileştim. Ne güzel, ne mübarek ağrı sızı.
Ne mutlu, ne kutlu hastalık hararet, dert ve gece uykusuzluğu! İşte Allah bana bu kocalığımda lütuf ve kereminden böyle bir hastalık, böyle bir illet verdi. Arka ağrısı ihsan etti de her gece yarısı uykudan uyandırdı. Bütün gece manda gibi uyuyamayayım diye Hak, lütfetti, bana dertler ihsan etti. Bu sınıklıktan da padişahların merhameti coştu. Cehennem de beni tehdit etmeden vazgeçti, sukut etti” dedi.
Ağrı, sızı ve hastalık hazinedir. Rahmetler ondadır. Deri yırtıldı mı iç tazelenir. Kardeş, karanlık yere soğuğa, gama kırıklığa ve hastalığa sabretmek, Abıhayat kaynağı ve sarhoşluk kadehidir. Çünkü yücelikler, hep aşağılıktadır. Baharlar güz mevsiminde gizlidir, güz mevsimi de baharda.
Şeker kamışı, şeker kamışından kemal kazanır. Ben nefsimin hilesinden neler gördüm neler. Sihriyle akıl ve temyizi bile giderir. Sana yeniden yeniye vaitlerde bulunur da binlerce kere bozar. Ömrün, sana yüzlerce yıl mühlet verse nefis, her gün yeni bir bahane bulur, sana mani olur; soğuk vaitleri sıcak bir surette söyler.
O öyle bir sihirbazdır ki insanı kıskıvrak bağlar. Ey hak ziyası Hüsameddin, gel bu çoraklıkta sensiz ot bitmiyor. Bir velinin gönlünün kırılması yüzünden nefse uyanların önüne bir perde çekilmiştir.
Peygamber (sav), o hastayı dolaştı, o ağlayıp inleyen zavallının halini hatırını sordu. Sonra dedi ki : “ acaba sen bir çeşit dua mı ettin, bilmeyerek bir zehirli aş mı yedin? Hele bir hatırla bakayım, nefsin, hilesinden coşunca ne çeşit duada bulundun?” Hasta “ Hiç hatırıma gelmiyor. Himmet et de Hatırlayayım” dedi.
Mustafa'nın (sav) nur bağışlayan huzuru hürmetine duayı hatırladı. Her yanı aydınlatan Peygamberin himmeti, ona hatırlayamadığını hatırlattı. Hakla batıl arasını ayırt eden aydınlık, gönülden gönüle açılmış olan pencereden parladı. Dedi ki : “Ya Resulallah, bir hezeyandır ettim,daima günaha giriftar olup duruyordum. Denize düşenin yılana sarılması gibi önüme ne gelirse sarılıyordum. Sen suçluları çok şiddetli azaplarla tehdit etmiştin. Istıraba düştüm, çarem kalmadı. Bağ pek sıkı, kilit kapalıydı. Ne sabredebiliyordum. Ne kaçacak, kurtulacak yer vardı. Ne tövbe etmeye bir ümidim kalmıştı, ne dayanmama imkan. Elemden Harut!la Marut gibi ah ederek dedim ki : Ey yaratan Allah'ım Harut’la Marut tehlikesinden kurtulmak için Babil Kuyusunu dilediler.
Gürbüz, akılı, hatta sihirbaza benzer, her şeye muktedir oldukları halde onlar bile ahret azabını o kuyuda çekmek istediler. İyi de ettiler, tam yerinde bir işti. Dumandan çekilen zahmet ateşe nispetle elbette kolaydır, ehemmiyetsizdir. Ahiret azabını tarife imkan yoktur. Onun yanın da dünya azabının ehemmiyeti olamaz. Ne mutlu o kişiye ki savaşır, çabalar.
O cihanın azabından kurtulsun diye bu azap çekme ibadetine katlanır. Ben de, Yarabbi, bana o azabı hemencecik burada çektir de, O alemde rahat edeyim diye dua edip durmaktaydım. İstek kapısının halkasını bu suretle çalıyordum. Derken bu hastalığa tutuldum. Canım zahmetten aramsız bir hale düştü.
''Zikrinden, evradımdan kaldım. Kendimden de haberim yoktu, iyiden, kötüden de Yüzünü görmeseydim, ey kutlu, ey kokusu güzel ve mübarek Peygamber ; Hayat kaydından tamamıyla sıyrılacaktım. Bana padişaha lütfedip dertdaş oldun da bu gamdan kurtardın.''
Peygamber(sav) ''Ne yaptın? Sakın bir daha bu duada bulunma. Kendi kökünü kendin kazıp sökme.Ey zayıf karınca, senin ne takatin var ki böyle bir yüce dağı yüklenmeye kalkışıyorsun.'' dedi.
Adam dedi ki : “ Sultanım, tövbe ettim. Bir daha böyle bir cürette bulunmam, böyle bir laf etmem” bu cihan bir çöldür, sen Musa’sın. Biz de günahımız yüzünden çölde iptilalara uğramış kişileriz. Yıllardır yol görüyoruz, fakat sonun da yine ilk konakta esiriz. Musa’nın kavmi bir hayli yol aldıkları halde sonunda yine kendilerini ilk adım attıkları yerde buldular. Musa’nın gönlü bizden razı olsaydı, bu çöle bir yol, bir uç bulunurdu.
Fakat bizden tamamıyla usanmış olsaydı hiç yemeğimiz gökten gelir miydi? Bir taş parçasından kaynaklar coşar mıydı çölde canımızı kurtarabilir miydik? Hatta bundan vazgeçtik, yemek yerine üstümüze ateş yağar, konduğumuz bu konakta alevlenir, yanardık. Musa, bizden hem hoşnut, hem değil gah dostumuz, gah düşmanımız. Hışımı; pılımızı, pırtımızı ateşlemekte hilmi belaya siper olmakta. Nasıl olur da hem hilimle muamele eder, hem hışımla? Fakat ey aziz Allah, bu senin lütfundan, bu lütuf, az görülmüş, bir şey değil ki. Adamın karşısında bulunan kimseyi yüzüne karşı medhetmesi hoş bir şey değil. Onun için Musa’nın adını mahsus anıyorum. Yoksa değil Musa, kim olursa olsun senin karşında başka birinden bahsetmem yaraşır mı?
Bizim ahitlerimiz yüzlerce binlerce defa bozuldu. Fakat senin ahdin dağ gibi, yerinden bile oynamıyor. Bizim ahdimiz saman çöpüne benzer, her çeşit rüzgara karşı zebundur. Senin ahdinse dağ gibi, hatta yüzlerce dağdan da kuvvetli. O kuvvet hakkı için ey renklere sahip olan, bizim renkten renge girişimize bir acı!
Kendimizi de gördük, rüsvay oluşumuzu da Padişahım, bizi fazla imtihana çekme. De ey kerem sahibi ve yardımı istenen Allah, öbür ayıplarımızı, öbür kötülüklerimizi gizli bırak. Sen cemalde, kemalde sonsuzun; biz eğrilikte sapıklıkta sonsuz! Şu bir avuç aşağılık kişilerin kötülükteki sonsuz lütfunla, cemal ve kemalinle ört.
Aman elbisemizden zaten bir tek iplik kaldı. Bir şehirdik, tek bir duvarımız yerinde. Ey sahibimiz, şu kalanı koru, şu kalanı koru da Şeytan, tamamıyla sevinmesin. Bizim hatırımız için değil, suçluları yine arayıp kayırdığın o kadim lütfun hakkı için Yarabbi. Mademki kudretini gösterdin, merhametini de göster ey et ve yağ parçalarına merhametler ihsan eden Allah. Eğer bu dua gazabını arttırıyorsa ulu Allah sen bize bir dua öğret. [devamı var]
26 Ocak 2017 Perşembe
bu bir yenilgi değil
..bu bir yenilgi değil,
koca bir yanılgı..!
Dışarıda sessizce süzülen kar taneleri,birbirine dokunmadan,birbiriyle çekişmeden,hırçınlık etmeden,bir ''bütünü'' oluşturmak gayesi ile süzülürken,ışıkları söndürüp,perdeyi açarak, yatağımda kulaklığımdaki melodilerle uyumayı hayal ediyorum.
Rahmetli dedemin kuzine tabir edilen sobası vardı.Çıtır çıtır yanardı gece tavanda dans ederdi gölgeler ile alev...
Neyse yazmaya devam ederek daha fazla saçmalamayayım.
İyi kal, iyilikleri azalmış dünya, ben yatıyorum...
25 Ocak 2017 Çarşamba
Bu güller size
''Bir yudum teselli'' 14 şubat 2012'de başlamış, geç kalınmış hikâyelerin başkahramanı olarak, bakkal defterinde, ruhunun saçmalıklarını biriktirmeye...
Buraya da blogcu'dan gelmiştik bir grup arkadaş.
1004. paylaşım bu, rakamlarla aram iyi olmadığı için, anca görebildim. Fark etseydim, 1000. yazı olurdu bu sizlerle birlikte paylaşılan...
Güzel dostlarım oldu,biliyorum mail yazanlardan çok, yazmadan sessizce takip edenleriniz daha çok.
Dönen dünyadan belli. (Yazılarımın yorum kısmını şahsi sebeplerden açmıyorum, mazur görün.)
Blogumu ve sizleri seviyorum. Nefes aldığım sürece devam edeceğimi sandığım, sığınağım, günlüğüm, terapi merkezim;içimin kuşlarını özgür bıraktığım gökyüzüm burası.
Uzun süre yazmıyorsam iki şeyden biri olmuştur : Ya blog çalınmıştır (ki o zaman yayınlardan bunu anlarsınız) ya da bendeniz Hakkın rahmetine kavuşmuşumdur.
Sadede geleyim : Değer verip takip eden; arada mail yazan,yazmayan tüm dostlara bu güzel güller...
En kalbi duygularımla teşekkür etmek istedim.
İçinizdeki gökkuşağının renkleri hiç solmasın...
dokunmayın gri'ye...
mavi bana hiç uğramadı
ben de başka renkler yerine
gride karar kıldım...
gri, hem beyaza hem siyaha meyyaldir,
ikisinden de alır, ikisini de bilir,
ikisinin de halini anlar,
anlaşılması zor olan gri'dir...
onu anlamak için,
hissetmek lazım,
ruhu,köşe bucak gezip dolaşmak
ve akmak zamanda...
gri iyidir,
kendine mahsus bir uyumu vardır...
hüzünle sarmaş dolaş olurken,
neş'e ile de çılgınca danslar edebilir...
dokunmayın griye..
üzmeyin onu...
bırakın kendi haline,
bırakın kendi içinde çürüsün...
güzel olurdu...
Çok zaman oldu İstanbul'da nefeslenmeyeli. Şu sıralar sokağa çıkmamak için bahaneler arıyorum sanki...Neredeyse pencereden bile bakarken, birisi beni görmesin gayreti...Zorunlu ihtiyaç varsa, tezce alış ve hızla eve kaçış...Böyleyim bugünlerde, böyle tuhaf,böyle garip...Ya bir film izleyesim, ya uyuyasım var, ya da unutasım...
*
Sevgili Hanımefendi sesli şiir yayınladım, görmemeniz normal, çünkü ocak ayı dün itibariyle 60 sayfa...Bazen günde 3-4 paylaşım ard arda... Malum facem olmayınca, ruhumun atıklarına blogum katlanmak zorunda kalıyor. İlginize teşekkürlerimle...
*
Pırıl pırıl bir gün,herkese günaydın...
24 Ocak 2017 Salı
aya düşsün zülfün...
aya düşsün zülfün,
aya düşsün gözlerin,
ben her gece özlediğimde,
hasret dolu gönlümü,
gökyüzüne çevireyim,
yalnız gecelerde...
aya düşsün zülfün,
aya düşsün sedan,
kulaklarım şenlensin,
düğünler, telli duvaklar,
ırmak gibi aksın ömrümün hülyasında.
ömrüm koparken takvim yapraklarından,
ay yüzün tesellim olsun,
bir şiir bırak geceye,
ya da bir melodi...
hani şair demişti ya:
''biten bir aşk için söylenecek söz şu olmalı:
güzeldi yine de.''
ya sevdası hep yürekte
kor gibi kalan bir aşk için ne derdi acaba..?
aya düşsün zülfün,
boş ver aldırma,yorma gönlünü,
böyle gelmiş,böyle gider...
Bakış açısı..!
Bilinen örneklerdendir;adamın biri Washington metro istasyonunda Bach'tan parçalar çalarken önünden 1100 kişi geçer ve sadece yedi kişi duraklayıp, bir kaç dakika dinler gibi yapıp giderler. Yaklaşık bir saatlik konserin sonunda, toplanan bahşiş,32 dolardır. 6 klasik esere ödenen..
Adam taksiye biner, Washington'ın en ünlü konser salonuna gidip, sahneye çıkar..! En ucuz biletin 85 dolar olduğu salon, tıka-basa doludur. Çünkü bu kişi Grammy ödüllü Joshua Bell'den başkası değildir. Kemanı da 300 senelik 3.5 milyon dolarlık Stradivarius'tu.
Neredeyse genel geçer kaidedir. Kabiliyetler, özellikler içinde bulunulan ailede,çevrede hak ettiği değeri bulmaz,bulamaz...En yakınlarınız sizi çok yakından gördükleri için göremezler. Deneyin, bir objeye,cisme çok yakın bakarsanız,asla bütünü göremediğiniz gibi, gördüğünüzden de bir şey anlamazsınız. Hani fil örneği gibi. Karanlıkta filin uzuvlarını tutan adamların fil tarifleri gibi bir şey.
Yine hemen hiç bir Peygamber, hepsine selamların en güzeli olsun; yaşadıkları kasabada,şehirde genel kabul görmemişlerdir. O mu, o bizim okuma yazma bilmez, bazen çobanlık yapan,bazen birisi için ticarete giden falancamız, iyidir, emin kimsedir ama hepsi bu..!
.
Yıllar geçer, o falancamız denilen, ''Ben Allah'ın elçisiyim'' diyerek bu sözünü mucizelerle desteklese de; inananları ilk başta fakir,köle ve toplumun ezilen hor görülen kesimidir.
İmaj denilen, algı denilen şartlanmışlık prangası...
.
Okulda,eğitim adına ne öğretilmişse onlar doğrudur (mu?) Bize öğretilenlerden zerre kuşku duymak aklımızdan geçmez nedense. Çünkü adı okuldur,kitaptır,hocadır...
Kimse temel eğitimin zıddı fikirleri dinlemek,kafa konforunu tekrar dizayn etmek istemez. Geçenlerde bir kanalda Darwin teorisinin okul kitaplarından çıkarılacağı tartışılıyordu da, biri çıkıp destekliyorum dedikten sonra; ''çünkü iman ettiğimiz Allah'ın kitabı bize, bütün insanların Hz.Adem (as) ve Hz.Havva'dan geldiğini'' yani maymunlukla bir alakamızın olmadığını, böyle inanmayan birisinin imanını kaybedeceğini söyleyemedi. Üstelik dayatılan şey ispat bile edilmemiş, edilemeyecek olan ''teori''den başka bir şey değilken...
Sorgulamıyoruz, ilk başta kendimizi, hayatı,bilgilerimizi.
İki içiçe konu bir yazıda, Joshua Bell ile giriş yaptık. İmaj ve algı üzerine.
Son örnekle sözü uzatmayayım : Evlilikler de böyle. O ilk aşkın gönle düştüğü sevgili dönemlerindeki bakışımız ne çabuk ölüyor da;tartışmalar hakarete hatta cinayetlere evriliyor!
Çok hızlı yaşıyoruz ve Halil Cibran'ın :
“Yalnız açığa çıkan ışığı görebiliyorsan… Yalnız söylenen sesi duyabiliyorsan… Ne görebiliyorsun, ne duyabiliyorsun.” noktasını aşamadığımızı da göremiyoruz.
Kimbilir çevremizde ünlü olmadan yaşayan nice kabiliyetler, değerler var.
Bir de bu değerlerin, bu kalp sahiplerinin Allah'ın en kıymetlileri içinde yer aldığını düşünebilsek,işin rengi,mihengi,nirengi noktası daha da değişecek!
Sevdiklerinize, bilgilerinize,her nefeste nefeslerinize ve hayata imaj ve dikte edilenlerden sıyrılarak bir daha bakmaya ne dersiniz ?
Adam taksiye biner, Washington'ın en ünlü konser salonuna gidip, sahneye çıkar..! En ucuz biletin 85 dolar olduğu salon, tıka-basa doludur. Çünkü bu kişi Grammy ödüllü Joshua Bell'den başkası değildir. Kemanı da 300 senelik 3.5 milyon dolarlık Stradivarius'tu.
Neredeyse genel geçer kaidedir. Kabiliyetler, özellikler içinde bulunulan ailede,çevrede hak ettiği değeri bulmaz,bulamaz...En yakınlarınız sizi çok yakından gördükleri için göremezler. Deneyin, bir objeye,cisme çok yakın bakarsanız,asla bütünü göremediğiniz gibi, gördüğünüzden de bir şey anlamazsınız. Hani fil örneği gibi. Karanlıkta filin uzuvlarını tutan adamların fil tarifleri gibi bir şey.
Yine hemen hiç bir Peygamber, hepsine selamların en güzeli olsun; yaşadıkları kasabada,şehirde genel kabul görmemişlerdir. O mu, o bizim okuma yazma bilmez, bazen çobanlık yapan,bazen birisi için ticarete giden falancamız, iyidir, emin kimsedir ama hepsi bu..!
.
Yıllar geçer, o falancamız denilen, ''Ben Allah'ın elçisiyim'' diyerek bu sözünü mucizelerle desteklese de; inananları ilk başta fakir,köle ve toplumun ezilen hor görülen kesimidir.
İmaj denilen, algı denilen şartlanmışlık prangası...
Okulda,eğitim adına ne öğretilmişse onlar doğrudur (mu?) Bize öğretilenlerden zerre kuşku duymak aklımızdan geçmez nedense. Çünkü adı okuldur,kitaptır,hocadır...
Kimse temel eğitimin zıddı fikirleri dinlemek,kafa konforunu tekrar dizayn etmek istemez. Geçenlerde bir kanalda Darwin teorisinin okul kitaplarından çıkarılacağı tartışılıyordu da, biri çıkıp destekliyorum dedikten sonra; ''çünkü iman ettiğimiz Allah'ın kitabı bize, bütün insanların Hz.Adem (as) ve Hz.Havva'dan geldiğini'' yani maymunlukla bir alakamızın olmadığını, böyle inanmayan birisinin imanını kaybedeceğini söyleyemedi. Üstelik dayatılan şey ispat bile edilmemiş, edilemeyecek olan ''teori''den başka bir şey değilken...
Sorgulamıyoruz, ilk başta kendimizi, hayatı,bilgilerimizi.
İki içiçe konu bir yazıda, Joshua Bell ile giriş yaptık. İmaj ve algı üzerine.
Son örnekle sözü uzatmayayım : Evlilikler de böyle. O ilk aşkın gönle düştüğü sevgili dönemlerindeki bakışımız ne çabuk ölüyor da;tartışmalar hakarete hatta cinayetlere evriliyor!
Çok hızlı yaşıyoruz ve Halil Cibran'ın :
“Yalnız açığa çıkan ışığı görebiliyorsan… Yalnız söylenen sesi duyabiliyorsan… Ne görebiliyorsun, ne duyabiliyorsun.” noktasını aşamadığımızı da göremiyoruz.
Kimbilir çevremizde ünlü olmadan yaşayan nice kabiliyetler, değerler var.
Bir de bu değerlerin, bu kalp sahiplerinin Allah'ın en kıymetlileri içinde yer aldığını düşünebilsek,işin rengi,mihengi,nirengi noktası daha da değişecek!
Sevdiklerinize, bilgilerinize,her nefeste nefeslerinize ve hayata imaj ve dikte edilenlerden sıyrılarak bir daha bakmaya ne dersiniz ?
''bir adam seni seviyorsa...'' videosu
''Bir kadın seni seviyorsa'' elbette ''bir adam seni seviyorsa'' da kaleme alındıktan sonra videosu yapılır.
23 Ocak 2017 Pazartesi
bir adam seni seviyorsa...(2)
bir adam seni seviyorsa,sana aittir
mutlaka bir fotoğrafın vardır kalbinin en üst çekmecesinde
onu oradan çıkarttırma..!
bir adam seni seviyorsa,uyumadan önce de adını sayıklıyordur,
iki dünyan için, dualarla;
onu bundan vazgeçirip,
dualarını,beddua hükmünde sessiz gözyaşlarına çevirtme !
bir adam seni seviyorsa,
sana zarar vermek aklının ucundan bile geçmez,
gitmiş olsa bile senden,
her daim iyiliğini düşünür,
seni düşünür...
bir adam seni seviyorsa,
içine çekerek kokunu, öper seni, en koyusundan...
sen de anlarsın ki, onun gibi annen bile öpemez seni...
bir adam seni seviyorsa,
onun sevgisinin kıymetini bil,yanındayken, senin iken..!
sana olan çocuksu saçmalıklarıyla,
şen şakrak cıvıltılarıyla...
çok sev ki, sevdiğine pişman olmasın,
çocuk gibi dudaklarını büktürme böyle bir adama,ağlatma..!
ve asla ve asla,onu yalanlarınla kandırma..!
bir anlamazdan gelir, bir inanmış gibi yapar,bir kanmış gibi..!
sonra kanan da, yanan da,aldanan da sen olursun..!
bak canım..!
çok paran olabilir,hayatı ondan önce dolu dolu yaşamış olabilir,
uzak şehirler, ülkeler görmüş gezmiş olabilirsin...
böyle bir adamın ülkesi gibisini bulamazsın..!
anlarsın ki, en güzel yer onunla bir çatı altı, isterse minicik kulübe olsun...
bir adam seni seviyorsa, bunu en büyük hazinen bil,
sakın sevgi dolu bakışlarını ondan bir an olsun esirgeme!
söylenme,incitme,üzme,küstürme..!
öyle adamlar vardır ki, dilin kımıldamasa da,
bakışlarını görmese dahi,
seni ruhundan kavrar ve hiç bir halin ona meçhul kalmaz...
seni seven bir adama iki kişilik yalnızlık yaşatma !
onun gönlüne ''hata mı yaptım!'' kezzabından damlatma..!
öyle adamlar vardır ki, şu kısacık hayatta istedikleri yalnızca huzurdur.
huzur dolu, sevgi ve saygı dolu sadık bakışlar,dokunuşlar...
böyle adamlar mahrumluğa katlanamazlar !
sevgisiz,ilgisiz,susuz ve güneşsiz çiçek gibi solarlar...
dokunarak severler,hem ruha hem tene...
bazen ihtirasla, bazen çocukça kaprislerle...
kızmaları bile saman alevi gibi,içinde büyümemiş bir naz taşır.
büyümeyen adamlar aslında adam gibi adamlardır,
ne oyun bilirler, ne de sinsi, planlı söz çıkar dillerinden,
oldukları gibi yalın ve dürüst...
bir adam seni seviyorsa, zamanında bunun değerini bil
ve sakın onu elinden kaçırma..!
bilirsin;
kadınlar susarak,
adamlar o kadına susayarak giderler..!
Bir kadın seni seviyorsa (1)
Bir şiir videosu gelmiş. Bendeniz de hemen anında karşılık verdim şiire; ''Bir adam seni seviyorsa'' diyerek. Bundan sonraki paylaşımda okursunuz nasipse, işte o gelen şiir :
Bir kadın seni seviyorsa sana aittir.
Mutlaka bir fotoğrafın vardır bir yerinde odasının onu kaldırtma!
Bir kadın seni seviyorsa uyumadan önce dua ediyordur senin adınla başlayan dualar ve biten senin adınla onu susturma!
Bir kadın seni seviyorsa sana zarar veremez yalnız genç adam kadınlar vazgeçtikleri adamlara da acımayı beceremez bu da kalsın aklında..
Bir kadın seni seviyorsa koklayarak öper seni,
Seni seven bir kadın sevdiği kadar sarılabilirse kemiklerin kırılır.
Ve bir kadın seni seviyorsa sen ne kadar güçlüysen o kadar güçlü hisseder kendini onu yanıltma.
İlk darbede yere çakılma oğlum,
İlk imtihanda sınıfta kalma!
Ve asla,
Ama asla!
Araya umutsuzluğu sokma.
Orasıdır kadının şah damarı, umudu..
Kesildiği an, vazgeçer kadın.
Sevmekten,
Beklemekten,
Özlemekten,
Hatta dua etmekten…
Can havliyle, kaçar.
Yakalayamazsın.
Artık o kadını üstüne alınamazsın.
Sahip çıkamadığın kadına hesapta soramazsın.
Kadınları bomba gibi düşün genç adam yanlış kabloyu kesersen onunla birlikte sende patlarsın.
Bak oğlum!
Bu hayatta her şeyi alırsın yalnız seni seven kadının yoktur fiyatı.
Seni her şeye rağmen sevebilen kadını satın alamazsın,
Cüzdanın kilo kaybettikçe, sevgileri eksilen sevgililerin olur en fazla..
Falan filan sonra,
Bilirsin ya..
Sen sen ol o kadını satma!
Bir kadın seni seviyorsa kavga eder.
Hem birazdan boğazına yapışacak sanırsın, hem görürsün gözlerindeki korkuyu.
Kadınlar susmaz genç adam, susmuş kadın gitmiş kadındır.
Susmuş bir kadın için bitmiş bir adamsındır.
Bu kadınların değişmez ve değiştirilmesi teklif bile edinilemez olan maddelerinden biridir.
Kadın olmanın kuralıdır..
Bir şey daha vardır ki,
Kuştur kadın,
Ve bir gökyüzü vardır her kadının.
Öyle bir havan olmalı ki adamım,
Senden göçmediği için, onu dondurmamalısın.
Bunu bir zamanlar seni gökyüzü ilan etmiş kadının, başka bir gökyüzünde kahkaha atışını duyunca anlarsın…
Bir kadın seni seviyorsa fotoğrafını görmediği gün olmaz.
Bir kadın seni seviyorsa kokuna doyamayacagini bile bile koklayarak omzundan öpmustur seni.. sana zarar vermez, en büyük zararı kendinedir.. umutsuzluktan bile umut yaratır..
Bir kadın seni seviyorsa tartışır, niyeti kavga çıkarmak degildir ne kadar ileri gidebileceğini ölçer. Oysa ki sımsıkı sarılmani bekler.
Bir kadın seni seviyorsa üç beş kilo fazla ya da eksiğine bakmaz, yemek yediğin anı da seviyordur seviyordur her halini..
Bir kadın seni seviyorsa kalp atışına dayanamaz beste bile çıkarir.. kokun var diye bluzunu yıkamaz koyar kenara gider gelir koklar onu.. yerine kimseyi koyamaz.. sana zaten hayrandir.. hoslanmadigi huylari senle sever, seni sende sever. Uzakta da olsan yine sever.
Bir kadın seni seviyorsa ayda değil her gün rüyasında görmek ister.. çocuk gibidir.
Bir kadın seni seviyorsa yaş aldığında olgunlastigina inanir içindeki çocuğu da asla öldürmez.
Bir kadın seni seviyorsa senin gibi bebeği olsun da ister.. en çok babaligi sana yakıştirir.. senle uyanmak ister.
Bir kadin seni seviyorsa tuzsuz yumurtayi tuzlu, şekersiz çayı sekerliymis gibi içer.
Bir kadın seni seviyorsa senin ondan vazgecmedigini görmek ister..sevilmedigini hissettiği an gitmek ister ama kolay kolay yapamaz emin olmayı bekler.
Bir kadın seni seviyorsa her şeyi göze alır ama onu görmezden geldiğini asla.. senden nefret etmek için kalbini kırmana izin verir..
Bir kadın seni seviyorsa bittiği an yemin eder bi daha asla sana dokunmayacagina.. ve bi gün der.. ya bi gün.
Bir kadın seni seviyorsa kimseyi öyle sevmemistir.
Bir kadın seni seviyorsa kendini önemli biri sanma önemli olan kadının yaşadığı duygu yoğunluğudur, sende ortaya çıkmıştır sende onu sevdiysen o zaman şanslı hisset kendini..
Bir kadın seni sevdiyse yollarınız ayrı olsa da tek duası “iyi ki seni sevmişim” dir.
(Yazarını bulamadım)
Bir kadın seni seviyorsa sana aittir.
Mutlaka bir fotoğrafın vardır bir yerinde odasının onu kaldırtma!
Bir kadın seni seviyorsa uyumadan önce dua ediyordur senin adınla başlayan dualar ve biten senin adınla onu susturma!
Bir kadın seni seviyorsa sana zarar veremez yalnız genç adam kadınlar vazgeçtikleri adamlara da acımayı beceremez bu da kalsın aklında..
Bir kadın seni seviyorsa koklayarak öper seni,
Seni seven bir kadın sevdiği kadar sarılabilirse kemiklerin kırılır.
Ve bir kadın seni seviyorsa sen ne kadar güçlüysen o kadar güçlü hisseder kendini onu yanıltma.
İlk darbede yere çakılma oğlum,
İlk imtihanda sınıfta kalma!
Ve asla,
Ama asla!
Araya umutsuzluğu sokma.
Orasıdır kadının şah damarı, umudu..
Kesildiği an, vazgeçer kadın.
Sevmekten,
Beklemekten,
Özlemekten,
Hatta dua etmekten…
Can havliyle, kaçar.
Yakalayamazsın.
Artık o kadını üstüne alınamazsın.
Sahip çıkamadığın kadına hesapta soramazsın.
Kadınları bomba gibi düşün genç adam yanlış kabloyu kesersen onunla birlikte sende patlarsın.
Bak oğlum!
Bu hayatta her şeyi alırsın yalnız seni seven kadının yoktur fiyatı.
Seni her şeye rağmen sevebilen kadını satın alamazsın,
Cüzdanın kilo kaybettikçe, sevgileri eksilen sevgililerin olur en fazla..
Falan filan sonra,
Bilirsin ya..
Sen sen ol o kadını satma!
Bir kadın seni seviyorsa kavga eder.
Hem birazdan boğazına yapışacak sanırsın, hem görürsün gözlerindeki korkuyu.
Kadınlar susmaz genç adam, susmuş kadın gitmiş kadındır.
Susmuş bir kadın için bitmiş bir adamsındır.
Bu kadınların değişmez ve değiştirilmesi teklif bile edinilemez olan maddelerinden biridir.
Kadın olmanın kuralıdır..
Bir şey daha vardır ki,
Kuştur kadın,
Ve bir gökyüzü vardır her kadının.
Öyle bir havan olmalı ki adamım,
Senden göçmediği için, onu dondurmamalısın.
Bunu bir zamanlar seni gökyüzü ilan etmiş kadının, başka bir gökyüzünde kahkaha atışını duyunca anlarsın…
Bir kadın seni seviyorsa fotoğrafını görmediği gün olmaz.
Bir kadın seni seviyorsa kokuna doyamayacagini bile bile koklayarak omzundan öpmustur seni.. sana zarar vermez, en büyük zararı kendinedir.. umutsuzluktan bile umut yaratır..
Bir kadın seni seviyorsa tartışır, niyeti kavga çıkarmak degildir ne kadar ileri gidebileceğini ölçer. Oysa ki sımsıkı sarılmani bekler.
Bir kadın seni seviyorsa üç beş kilo fazla ya da eksiğine bakmaz, yemek yediğin anı da seviyordur seviyordur her halini..
Bir kadın seni seviyorsa kalp atışına dayanamaz beste bile çıkarir.. kokun var diye bluzunu yıkamaz koyar kenara gider gelir koklar onu.. yerine kimseyi koyamaz.. sana zaten hayrandir.. hoslanmadigi huylari senle sever, seni sende sever. Uzakta da olsan yine sever.
Bir kadın seni seviyorsa ayda değil her gün rüyasında görmek ister.. çocuk gibidir.
Bir kadın seni seviyorsa yaş aldığında olgunlastigina inanir içindeki çocuğu da asla öldürmez.
Bir kadın seni seviyorsa senin gibi bebeği olsun da ister.. en çok babaligi sana yakıştirir.. senle uyanmak ister.
Bir kadin seni seviyorsa tuzsuz yumurtayi tuzlu, şekersiz çayı sekerliymis gibi içer.
Bir kadın seni seviyorsa senin ondan vazgecmedigini görmek ister..sevilmedigini hissettiği an gitmek ister ama kolay kolay yapamaz emin olmayı bekler.
Bir kadın seni seviyorsa her şeyi göze alır ama onu görmezden geldiğini asla.. senden nefret etmek için kalbini kırmana izin verir..
Bir kadın seni seviyorsa bittiği an yemin eder bi daha asla sana dokunmayacagina.. ve bi gün der.. ya bi gün.
Bir kadın seni seviyorsa kimseyi öyle sevmemistir.
Bir kadın seni seviyorsa kendini önemli biri sanma önemli olan kadının yaşadığı duygu yoğunluğudur, sende ortaya çıkmıştır sende onu sevdiysen o zaman şanslı hisset kendini..
Bir kadın seni sevdiyse yollarınız ayrı olsa da tek duası “iyi ki seni sevmişim” dir.
(Yazarını bulamadım)
4 güzel insandan 4 soru ile haftaya bismillah diyelim.
''- uzun zamandır şiir seslendirmiyorsunuz,hatırlatmak istedim.''
''- referandumda evet mi diyeceğiz..?''
''- niçin fotoğrafınızı paylaşmıyorsunuz bu ne gizem böyle üstad..''
''- lütfen blog dışında başka bir sosyal ağda olursanız bilelim,teşekkürler,sevgiler..''
- Şiir seslendirmek, evet belki bir ara...
- Referandum konusu, henüz şahsen bir karara varmış değilim, bu ara güncele dair yazasım da yok sanki...Arada yandaş ve candaş medyayı takip ediyorum. Şimdilik şunu söylemekle yetineyim: En cahil biri bile, şu mecliste ana muhalefetin sergilediği saldırgan tutumu ve liderinin ''bu iş kan dökmeden olmaz'' gibi kışkırtıcı açıklamalarını görünce inadına ''evet'' der.
- Yazdıklarımda varım, fotomu görüp de ne olacak, ahı gitmiş vahı bile kalmamış bir enkaz sonuçta. Gizemli olmak gibi bir derdim yok. Enkaz demişken, hüznün gölgesinde saçmalayan bir adamı ben olsam takip edip okumam bile. Yine de blogumun alt sağ köşesine gölgemi bıraktım.
- Henüz başka bir sosyal ağda yokum. Böyle iyiyim. Bazı mailler, bir isim gönderip bu siz misiniz diye soruyorlar. Yalanı ve yalancıları sevmiyorum, blog dışında yokum sevgili dostlar.
Güzel huzurlu bir hafta olur inşallah, sevdiğim kareler eşliğinde ben teşekkür ediyorum maillerinize.
''- referandumda evet mi diyeceğiz..?''
''- niçin fotoğrafınızı paylaşmıyorsunuz bu ne gizem böyle üstad..''
''- lütfen blog dışında başka bir sosyal ağda olursanız bilelim,teşekkürler,sevgiler..''
- Şiir seslendirmek, evet belki bir ara...
- Referandum konusu, henüz şahsen bir karara varmış değilim, bu ara güncele dair yazasım da yok sanki...Arada yandaş ve candaş medyayı takip ediyorum. Şimdilik şunu söylemekle yetineyim: En cahil biri bile, şu mecliste ana muhalefetin sergilediği saldırgan tutumu ve liderinin ''bu iş kan dökmeden olmaz'' gibi kışkırtıcı açıklamalarını görünce inadına ''evet'' der.
- Yazdıklarımda varım, fotomu görüp de ne olacak, ahı gitmiş vahı bile kalmamış bir enkaz sonuçta. Gizemli olmak gibi bir derdim yok. Enkaz demişken, hüznün gölgesinde saçmalayan bir adamı ben olsam takip edip okumam bile. Yine de blogumun alt sağ köşesine gölgemi bıraktım.
- Henüz başka bir sosyal ağda yokum. Böyle iyiyim. Bazı mailler, bir isim gönderip bu siz misiniz diye soruyorlar. Yalanı ve yalancıları sevmiyorum, blog dışında yokum sevgili dostlar.
Güzel huzurlu bir hafta olur inşallah, sevdiğim kareler eşliğinde ben teşekkür ediyorum maillerinize.
22 Ocak 2017 Pazar
güzel kokular
zaaflarımdandır güzel kokular,
ruhun lezzeti belki de...
insana haz veren ne çok güzel koku var kainatta...
şiir gibi başlamadım biliyorum,
zaten ben hiç şiir yazamadım ki,
kendimin tekrarı olacak yine kelimeler de şarkı da.
sözlerine takılma konuyla ilgisi yok,
neyse, kokularda dolaşalım azıcık;
yeni doğmuş bebeğin cennet kokusu,
dayanamam ağlarım...
mum kokusuna ne dersin
gül,ıhlamur ya da yasemin gibi kokmasa da,
garip bir hüzün yayar varlığımda.
mum mudur eriyen, kalbim mi, bilemedim...
mesela kar kokusunu çekeceksin,
gece el ayak çekilip,
şehir uyuduğu zaman,
ta iliklerine kadar...
ve sonra ilkbahara hasret çekeceksin,
hafifçe üşüdüğünde...
o ilk damlaları hayal et nisan da,
yağmurun toprakla buluşmasını,
var mı böylesi güzel bir koku ?
işte yaşamak bu...
hissedilmesi gerekenleri hissetmek.
ıskalamamak derinleri...
evet biliyorum
bir kadının parfümden daha güzel
ten kokusunda tecelli etmiş ruh kokusundan
damla sakızı nefesinden söz etmedim,
etmeyeyim de,kalsın,
içimde yeterince keder birikti zaten...
bana aldırma da
çalan melodinin kokusunu duymaya bak...
inan ki,benden b'aşka...
..inan ki benden b'aşka
hiç kimse yok içimde...
ben demek şeytan işi;
ben diyorsam,
sessizliğim,
sessiz aldanışlarımdan,
kurulu bir kulübeciktir söz konusu olan...
ben diyorsam,
vefası olmayan dünyada,
sefasını kaybetmiş yalnızlığımdır...
benden b'aşka kimse yok içimde diyorsam
inan.
inanmıyorsan da,
o da senin inançsızlığın,
beni kendin gibi s'anmaklığındır.
ne kendimi sana,
ne de seni kendime ikna etmeye çabalamak,
şöyle dursun,
dilimi bile kımıldatmayacağım..!
sen de sonunda anlayacaksın,
ümitsiz bir vak'a olduğumu!
ve daha fazla geç kalmadan,
düşeceksin, benim içinde olmayacağım,
kendi hikâyene,
ardına bile b'akmadan...
21 Ocak 2017 Cumartesi
teğet geçer ömründen ömür...
..bazen
bir yerde
birisiyle karşılaşırsın,
onun, aradığın can olduğu,
aklından bile geçmez...
ne göz g'öze ne söz s'öze gelirsiniz.
teğet geçer aşk,
teğet geçer huzur,
geçer gider,
ömründen,
ömür...
20 Ocak 2017 Cuma
''Allah'ın mührü!''
Bu cuma sizlere geçmişte olmuş bir kıssayı aynen naklettikten sonra; kıssada dikkatimi çeken bir başka nükte için kısa yorum yapmak istiyorum. Önce kıssayı okuyalım :
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Sizden önce yaşayanlardan üç kişi yola çıktılar. (Akşam olunca) geceleme ihtiyacı onları bir mağaraya sığındırdı ve içine girdiler. Dağdan (kayan) bir taş yuvarlanıp, mağaranın ağzını üzerlerine kapadı. Aralarında:
"Sizi bu kayadan, salih amellerinizi şefaatçi kılarak Allah'a yapacağınız dualar kurtarabilir!" dediler. Bunun üzerine birincisi şöyle dedi:
"Benim yaşlı, ihtiyar iki ebeveynim vardı. Ben onları çok kollar, akşam olunca onlardan önce ne ailemden ne de hayvanlarımdan hiçbirine yedirip içirmezdim. Bir gün ağaç arama işi beni uzaklara attı. Eve döndüğümde ikisi de uyumuştu. Onlar için sütlerini sağdım. Hâlâ uyumakta idiler. Onlardan önce aileme ve hayvanlarıma yiyecek vermeyi uygun bulmadım, onları uyandırmaya da kıyamadım. Ben ise süt kapları elimde, onların uyanmalarını bekliyordum. Derken şafak söktü:
" Ey Allah'ım! Bunu senin rızan için yaptığımı biliyorsan, bizim yolumuzu kapayan şu taştan bizi kurtar!"
Taş bir miktar açıldı. Ama çıkacakları kadar değildi.
İkinci şahıs şöyle dedi:
"Ey Allahım! Benim bir amca kızım vardı. Onu herkesten çok seviyordum. Ondan kâm almak istedim. Ama bana yüz vermedi. Fakat gün geldi kıtlığa uğradı, bana başvurmak zorunda kaldı. Ona, kendisini bana teslim etmesi mukabilinde yüz yirmi dinar verdim; kabul etti. Arzuma nail olacağım sırada:
"Allah'ın mührünü, gayr-ı meşru olarak bozman sana haramdır!" dedi.Ben de ona temasta bulunmaktan kaçındım ve insanlar arasında en çok sevdiğim kimse olduğu halde onu bıraktım, verdiğim altınları da terkettim.
Ey Allah'ım, eğer bunları senin rızayı şerifin için yapmışsam, bizi bu sıkıntıdan kurtar."
Kaya biraz daha açıldı. Ancak onlar çıkabilecek kadar açılmadı.
Üçüncü şahıs dedi ki:
"Ey Allah'ım, ben işçiler çalıştırıyordum. Ücretlerini de derhal veriyordum. Ancak bir tanesi [bir farak pirinçten ibaret olan] ücretini almadan gitti. Ben de onun parasını onun adına işletip kâr ettirdim. Öyle ki çok malı oldu. Derken (yıllar sonra) çıkageldi ve:
"Ey Abdullah! Bana olan borcunu öde!" dedi. Ben de:
"Bütün şu gördüğün sığır, davar, deve, köleler senindir. Git bunları al götür!" dedim. Adam:
"Ey Abdullah, benimle alay etme!" dedi. Ben tekrar:
"Ben kesinlikle seninle alay etmiyorum. Git hepsini al götür!" diye tekrar ettim. Adam hepsini aldı götürdü.
"Ey Allah'ım, eğer bunu senin rızan için yaptıysam, bize şu halden kurtuluş nasip et!" dedi. Kaya açıldı, çıkıp yollarına devam ettiler."
[Buhârî, Enbiya 50, Büyû 98, İcâre 12, Hars 13, Edeb 5; Müslim, Zikr 100, (2743); Ebu Davud, Büyû' 29, (3387).]
*Hadis, günahı bir noktada terketmenin, o noktaya kadar olan evveliyatını affettireceğini de ifade eder; amcasının kızına, son anda teması terketmesi, o ana kadarki günahlarını affettirdi ki, bu "terk"le yaptığı dua makbul oldu.
*Tevbenin makbul olması halinde, geçmişi affettireceği de hadiste ifade edilmektedir.
*Geçmiş milletlerde cereyan eden hadiseler, dinleyenlerin ibret almaları için anlatılabilir.
ALLAH'IN MÜHRÜ
"Allah'ın mührünü, gayr-ı meşru olarak bozman sana haramdır!"
İbretlerle dolu kıssadan alınacak çok hisse,dersler olduğu aşikâr. ''Allah'ın mührü'' tabirine takıldım.
Muazzam,sarsıcı ve ne kadar zarif bir tanımlama...
Kızlık,bakirelik zarı diye bilinen olguya ''Allah'ın mührü'' tanımlaması...
''Allah'ın mührü'' ancak Onun izni ve gösterdiği usul ile açılabiliyor : Dini nikah ile tarafların
karşılıklı rızaları.
''Allah'ın mührü'' iki çeşittir. Yok bazılarının sandığı şeyi demeyeceğim. Gayr-i meşru açılan zarın, evlilik öncesi yakın tarihte doktor tarafından sun'i olarak dikilerek erkeğin aldatıldığı,sahtekârlığı değil !
''Allah'ın mührü'' derken, birincisi doğal,zahiren mevcut olan bakirelik zarı...Üzerinden evlilik geçiren bir kadında tabiatıyla bu zar artık yok.(Nadiren doğuma kadar kalanları da mevcut) Yani evlenip boşanmış bir kadının, görünüşte bakirelik zarı meselesi yok!
Bu zar, zahiri olanı, somut...Bir de batıni,soyut zar/perde var. Bu tıbben görülmese de, manen hep vardır ve yine nikahsız o geçit haram kılınmıştır.
''Allah'ın mührü'' rahimlerde de vardır, kalplerde de...Rahimlerdeki Ondan izinsiz tahrif edildiğinde, iman eden bilir ki, büyük günahkar olur, şer'an (yani din hukukunda) cezası çok ağırdır.
Kalplerdeki mühür ise daha büyük beladır. Kul, Allah'ın,yaratıcısının, sebepler halk ederek,yaratarak,kendisini imana çağırışına baş gözleri kör, baş kulakları sağır kalmayı seçerse, ilmi ezelde de bu bilindiğinden; gelecekte de kendi cüz'i iradesiyle asla iman etmeyeceği,iman davetini umursamayacağı bilindiğinden, kalbine de mühür vurularak Allah korusun cehennem halkından olur!
Hududullah, yani Allah'ın hududu,çizdiği sınırlar.
Aynı amaca giden iki farklı yol. Ya nikah yaparak,nefsinin emellerine ulaşır,tatmin olmak; ya da aynı amaca, ''Allah'ın mührü'' Onun rızası dışında, tahrip edilerek ilahi gazaba uğramak !
Olmak ya da olmamak..! Cennette ya da cehennemde..!
Cum'a hürmetine bizleri ve sevdiklerimizi Cennet ehlinden eyle Allah'ım;amin.
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Sizden önce yaşayanlardan üç kişi yola çıktılar. (Akşam olunca) geceleme ihtiyacı onları bir mağaraya sığındırdı ve içine girdiler. Dağdan (kayan) bir taş yuvarlanıp, mağaranın ağzını üzerlerine kapadı. Aralarında:
"Sizi bu kayadan, salih amellerinizi şefaatçi kılarak Allah'a yapacağınız dualar kurtarabilir!" dediler. Bunun üzerine birincisi şöyle dedi:
"Benim yaşlı, ihtiyar iki ebeveynim vardı. Ben onları çok kollar, akşam olunca onlardan önce ne ailemden ne de hayvanlarımdan hiçbirine yedirip içirmezdim. Bir gün ağaç arama işi beni uzaklara attı. Eve döndüğümde ikisi de uyumuştu. Onlar için sütlerini sağdım. Hâlâ uyumakta idiler. Onlardan önce aileme ve hayvanlarıma yiyecek vermeyi uygun bulmadım, onları uyandırmaya da kıyamadım. Ben ise süt kapları elimde, onların uyanmalarını bekliyordum. Derken şafak söktü:
" Ey Allah'ım! Bunu senin rızan için yaptığımı biliyorsan, bizim yolumuzu kapayan şu taştan bizi kurtar!"
Taş bir miktar açıldı. Ama çıkacakları kadar değildi.
İkinci şahıs şöyle dedi:
"Ey Allahım! Benim bir amca kızım vardı. Onu herkesten çok seviyordum. Ondan kâm almak istedim. Ama bana yüz vermedi. Fakat gün geldi kıtlığa uğradı, bana başvurmak zorunda kaldı. Ona, kendisini bana teslim etmesi mukabilinde yüz yirmi dinar verdim; kabul etti. Arzuma nail olacağım sırada:
"Allah'ın mührünü, gayr-ı meşru olarak bozman sana haramdır!" dedi.Ben de ona temasta bulunmaktan kaçındım ve insanlar arasında en çok sevdiğim kimse olduğu halde onu bıraktım, verdiğim altınları da terkettim.
Ey Allah'ım, eğer bunları senin rızayı şerifin için yapmışsam, bizi bu sıkıntıdan kurtar."
Kaya biraz daha açıldı. Ancak onlar çıkabilecek kadar açılmadı.
Üçüncü şahıs dedi ki:
"Ey Allah'ım, ben işçiler çalıştırıyordum. Ücretlerini de derhal veriyordum. Ancak bir tanesi [bir farak pirinçten ibaret olan] ücretini almadan gitti. Ben de onun parasını onun adına işletip kâr ettirdim. Öyle ki çok malı oldu. Derken (yıllar sonra) çıkageldi ve:
"Ey Abdullah! Bana olan borcunu öde!" dedi. Ben de:
"Bütün şu gördüğün sığır, davar, deve, köleler senindir. Git bunları al götür!" dedim. Adam:
"Ey Abdullah, benimle alay etme!" dedi. Ben tekrar:
"Ben kesinlikle seninle alay etmiyorum. Git hepsini al götür!" diye tekrar ettim. Adam hepsini aldı götürdü.
"Ey Allah'ım, eğer bunu senin rızan için yaptıysam, bize şu halden kurtuluş nasip et!" dedi. Kaya açıldı, çıkıp yollarına devam ettiler."
[Buhârî, Enbiya 50, Büyû 98, İcâre 12, Hars 13, Edeb 5; Müslim, Zikr 100, (2743); Ebu Davud, Büyû' 29, (3387).]
*Hadis, günahı bir noktada terketmenin, o noktaya kadar olan evveliyatını affettireceğini de ifade eder; amcasının kızına, son anda teması terketmesi, o ana kadarki günahlarını affettirdi ki, bu "terk"le yaptığı dua makbul oldu.
*Tevbenin makbul olması halinde, geçmişi affettireceği de hadiste ifade edilmektedir.
*Geçmiş milletlerde cereyan eden hadiseler, dinleyenlerin ibret almaları için anlatılabilir.
ALLAH'IN MÜHRÜ
"Allah'ın mührünü, gayr-ı meşru olarak bozman sana haramdır!"
İbretlerle dolu kıssadan alınacak çok hisse,dersler olduğu aşikâr. ''Allah'ın mührü'' tabirine takıldım.
Muazzam,sarsıcı ve ne kadar zarif bir tanımlama...
Kızlık,bakirelik zarı diye bilinen olguya ''Allah'ın mührü'' tanımlaması...
''Allah'ın mührü'' ancak Onun izni ve gösterdiği usul ile açılabiliyor : Dini nikah ile tarafların
karşılıklı rızaları.
''Allah'ın mührü'' iki çeşittir. Yok bazılarının sandığı şeyi demeyeceğim. Gayr-i meşru açılan zarın, evlilik öncesi yakın tarihte doktor tarafından sun'i olarak dikilerek erkeğin aldatıldığı,sahtekârlığı değil !
''Allah'ın mührü'' derken, birincisi doğal,zahiren mevcut olan bakirelik zarı...Üzerinden evlilik geçiren bir kadında tabiatıyla bu zar artık yok.(Nadiren doğuma kadar kalanları da mevcut) Yani evlenip boşanmış bir kadının, görünüşte bakirelik zarı meselesi yok!
Bu zar, zahiri olanı, somut...Bir de batıni,soyut zar/perde var. Bu tıbben görülmese de, manen hep vardır ve yine nikahsız o geçit haram kılınmıştır.
''Allah'ın mührü'' rahimlerde de vardır, kalplerde de...Rahimlerdeki Ondan izinsiz tahrif edildiğinde, iman eden bilir ki, büyük günahkar olur, şer'an (yani din hukukunda) cezası çok ağırdır.
Kalplerdeki mühür ise daha büyük beladır. Kul, Allah'ın,yaratıcısının, sebepler halk ederek,yaratarak,kendisini imana çağırışına baş gözleri kör, baş kulakları sağır kalmayı seçerse, ilmi ezelde de bu bilindiğinden; gelecekte de kendi cüz'i iradesiyle asla iman etmeyeceği,iman davetini umursamayacağı bilindiğinden, kalbine de mühür vurularak Allah korusun cehennem halkından olur!
Hududullah, yani Allah'ın hududu,çizdiği sınırlar.
Aynı amaca giden iki farklı yol. Ya nikah yaparak,nefsinin emellerine ulaşır,tatmin olmak; ya da aynı amaca, ''Allah'ın mührü'' Onun rızası dışında, tahrip edilerek ilahi gazaba uğramak !
Olmak ya da olmamak..! Cennette ya da cehennemde..!
Cum'a hürmetine bizleri ve sevdiklerimizi Cennet ehlinden eyle Allah'ım;amin.
19 Ocak 2017 Perşembe
aldığım her nefes...
Şems-i Tebrizi : ''Hüzün taze tutar aşk yarasını
Yaramdan da hoşum, yârimden de...'' derken nasıl bir derde duçar olmuştu da, derdinin müptelası,divanesi olmuştu acaba..?
Bizim kısacık ömürde kaçırdığımız şey, adını dilimizden düşürmediğimiz, lâkin gönlümüzün kapısında beklettiğimiz ''aşk'' nasıl bir tutulma ki,vah bize; o kapıdan içeri buyur edemeden mi geçip gideceğiz şu sahneden..?
Ne zaman takvimden pazartesi sayfasını, ruhumu bedenimden sıyırır gibi çekip alsam, yarın cum'a derim... Yarın cuma..Hayal gibi, rüya gibi hayat,işte yarın bir nefeste cum'a...
''İnsan, aşkı bırakınca yaşlanır...''
Gabriel Garcia Marquez :
''İnsan, aşkı bırakınca yaşlanır...'' demiş.
Evet insan aşka 'inanmayınca' yaşlanır...
Aşk ile ömründe bir kez bile karşılaşamayan, bir kez bile ona dokunamayan, bir kez bile kokusunu ruhunun derununa çekemeyen, bir kez bile, bir kez bile aşk girdabında tiril tiril titremeyen, bedeninden önce yaşlanır. Hatta yaşamamıştır ki, yaşlansın...
En azından ben böyle tefsir ettim...
''İnsan, aşkı bırakınca yaşlanır...'' demiş.
Evet insan aşka 'inanmayınca' yaşlanır...
Aşk ile ömründe bir kez bile karşılaşamayan, bir kez bile ona dokunamayan, bir kez bile kokusunu ruhunun derununa çekemeyen, bir kez bile, bir kez bile aşk girdabında tiril tiril titremeyen, bedeninden önce yaşlanır. Hatta yaşamamıştır ki, yaşlansın...
En azından ben böyle tefsir ettim...
18 Ocak 2017 Çarşamba
17 Ocak 2017 Salı
İşte bu !
ÖNCEKİ ŞİİRE GELEN GÜLDÜRDÜ
''Kelimelerle dans/ tango mu demeeliyim
Heyy Dostum kalem ve sen güzel ikili :))''
Sanki yabancı film izliyorum sandım tebessüm ettirdi, teşekkür ederim. Evet güzel ve yeterli mi bilemem ama yazarak saçmalamak, birileri ile konuşarak saçmalamaktan daha pratik geliyor bana.
İnsan saçmalayacak birisini arar elbette ama arayışın da bir süresi,zamanı vardır, mevsim geçince; alışır insan ''bir yudum teselli'' adına kelimelerin ardına düşmeye...
ÇOK ŞEY
''Çok şey istememiştim ben bu yalan dünyadan...'' cümlesine harika foto ekleyerek gönderen dosta da teşekkürler. Ne masum uyuyorlar.
MASUM DEDİM DE..!
İşte gerçek masum ve mazlum halklar.
Gitmeyin Müslümanlar Avrupa'ya,gevuristana gitmeyin Allah aşkına..! Refahtan pay almak hayali ile bu sefalete, rezilliğe, onursuzluğa nasıl razı olursunuz ?
Şu hale bakın ! Kara kışta sokakta bir varil içinde temizlik çabası..! Tabii bu onursuzluk öncelikle Avrupa'nın boynuna...Sonra izzetini kaybetmiş sizlere/bizlere!
Şayet Obama denen kişilik -Rusya inmeden-Suriye krizine ilk anda müdahil olsaydı; ne mülteci akını olacaktı, ne de 500 milyon insan ölecekti.
Seven huzur verendir. Üzmeyendir. Güven verendir. Sizi, siz olduğunuz için sever,sizin mutlu olmanızdan başka bir şey istemez. Karşılıksız sever. Yüreğinize bahar olur düşer. Yüzünüzde tebessüm,yaşam sevinci...
''İyi kal,iyilikleri azalmış dünya''diyerek sözü fazla uzatmış olduğunu fark ederek gitti adam...
''Kelimelerle dans/ tango mu demeeliyim
Heyy Dostum kalem ve sen güzel ikili :))''
Sanki yabancı film izliyorum sandım tebessüm ettirdi, teşekkür ederim. Evet güzel ve yeterli mi bilemem ama yazarak saçmalamak, birileri ile konuşarak saçmalamaktan daha pratik geliyor bana.
İnsan saçmalayacak birisini arar elbette ama arayışın da bir süresi,zamanı vardır, mevsim geçince; alışır insan ''bir yudum teselli'' adına kelimelerin ardına düşmeye...
ÇOK ŞEY
''Çok şey istememiştim ben bu yalan dünyadan...'' cümlesine harika foto ekleyerek gönderen dosta da teşekkürler. Ne masum uyuyorlar.
MASUM DEDİM DE..!
İşte gerçek masum ve mazlum halklar.
Gitmeyin Müslümanlar Avrupa'ya,gevuristana gitmeyin Allah aşkına..! Refahtan pay almak hayali ile bu sefalete, rezilliğe, onursuzluğa nasıl razı olursunuz ?
Şu hale bakın ! Kara kışta sokakta bir varil içinde temizlik çabası..! Tabii bu onursuzluk öncelikle Avrupa'nın boynuna...Sonra izzetini kaybetmiş sizlere/bizlere!
Şayet Obama denen kişilik -Rusya inmeden-Suriye krizine ilk anda müdahil olsaydı; ne mülteci akını olacaktı, ne de 500 milyon insan ölecekti.
Seven huzur verendir. Üzmeyendir. Güven verendir. Sizi, siz olduğunuz için sever,sizin mutlu olmanızdan başka bir şey istemez. Karşılıksız sever. Yüreğinize bahar olur düşer. Yüzünüzde tebessüm,yaşam sevinci...
''İyi kal,iyilikleri azalmış dünya''diyerek sözü fazla uzatmış olduğunu fark ederek gitti adam...
16 Ocak 2017 Pazartesi
ıslak harfler
Sinan Yağmur :''Islak harflerle konuş benimle sevdiğim.
Ben sen de en çok hüznü sevdim.''
Islak harflerdir şiir...
Islanmış,sırılsıklam ve sarhoş.
Bazen yönsüz, boşlukta adım atar gibi...
Bilinen bir sonu bilmezden gelip,
Yine de merak eder gibi...
Hüznün rengidir ıslak harfler,
Gâh bir şarkıya güfte,
Gâh gözlerden akan inci tanesi...
Susarak,susayarak haykırmaktır ıslak harfler,
Ayaz gecelerin avazı,
Üşüyen kış kedilerinin titremesi,
Tek girilen yatağın,isli griliği...
Gönle düşen yasın,
Bir sigarayla bastırılması...
Islak harflerdir keşkelerin ruha dolandığı...
Harcanmış heba bir hayattır ıslak harfler...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)