Okur mektupları bazı okurları dellendirse de, burası, bendenizin aynı zamanda anı defteri...''kendimden kendime,kendimce'' ve ''bir yudum teselli.'' Güzel bir pazar sabahına uyanmak dua ve temennisiyle...
30 Eylül 2017 Cumartesi
Sizden gelenler (30.09.17)
''Bir kelebeğin ömrü kadar mıdır aşk ? Bir kelebeğin yükü müdür kaf dağı.. Oysa umut etmeye, kavuşmaya ihtiyacı vardı, sonsuza dek...
Benim adım Ruveyda değil bayım. Yüzünü benden yöne döndürdüğünüzden beridir ay doğdu yüzüme, gönlüme, karanlığıma... Bu yüzden Mehlika'nız oldum bayım.Ah Mehlika kalmak ne ala..!
Hatırlamazsınız yüzünüzü bana döndüğünüzde o çocuksu gülüşmeler, dudağımın kenarındaki çukurcuğa sokulmak istemeler, sığınak misali... El ele tutuşup yürüdüğümüz o yollarda kuru yaprakların çıkardığı sesler melodi gibi gelirdi sizinle olunca..
Sonra ne mi oldu..? Güneş doğdu sabah oldu. Hiç bitmeseydi o rüya...
Güneş doğsa da, Mehlika hep orada olacak...
Sizin Mehlika'nız...''
***
''Her türlü sana yazı(lı)yorum,
mümkün olsa kaderimi de yazardım...''
***
''Sevgine Hasretim,
Sana Aç,
Sana Susuz,
Hadi,
Gel,
Ateşim Ol,
Söndür İçimdeki Yangınları,
Doldur Yatağımda ki Boşluğu...
Sende Böyle Kaybolmuş,
Sende Böyle Yitmişken,
Öp Beni Doyasıya,
Keşfet Benliğimi,
Bırak Kendini Kollarıma,
Uzan Yanıma Boylu Boyunca...
Hadi,
Gel,
Doldur Yatağımda ki Boşluğu,
Ateşinde Yak,
Dudaklarımdan Kalbine İnsin Ateşim,
Sana Ömründe Hiç Tatmadığın Güzel Duygular Bahşetsin...
İstemez misin Bir Kez de Olsa Beni Hissetmeyi?
Nefesimin Boynundan Yüreğine İnişini?
Ellerimin Varlığını Keşfedişini?
Hadi,
Gel,
Azalt Özlemimi...
Boynundan Başlayayım Öpmeye,
Dudaklarında Hayat Bulayım...''
***
''Yoksun ya!
geceler kokulu diken
gündüzler zehir zemberek...
çareyi ikindi de bulayım derken,
Sığınıyorum yine geceye yokluğuna direnerek....
Yoksun ya; hiç tadı tuzu yok zaman diliminin.
Herşey batıyor
Herşey bitiyor
Her şey zehirli engerek...''
Yoksun ya!
Ben de yokum
Yaşıyorum sadece
Yaşadığımı zannederek
Yoksun ya !
Ben ölü toprağa
Ölü yaprak da bana gerek!
Yoksun ya!
Neyse hadi boş ver
Çık gel,
Koyun koyuna uyuyalım...
Bütün aksiliklere direnerek...''
***
''Arkamda Beni Yaşatacak Ne Bir Ben Varım,
Ne de Şiirlerim...
Yüreğim Sonsuz Bir Boşlukta,
Susuyorum,
Yazmıyorum,
Çünkü İçimden Geçenleri Sığdırabileceğim Hiçbir Sayfa Yok...
Ruhumda Biriken Cümlelerimi Gözyaşlarımla Birlikte İçime Akıtıyorum Sessizce...
Ne Ne Nehirlerce Yüzdürdüğüm Hayallerim Var Artık,
Ne de İçimi Coşturan Sevinçlerim...
Yüreğim Dağların Arasında Sıkışmış,
Sesi Çıkmıyor...''
***
''Ne can alıcı bir duygu bu
Tarifi yok
Telafisi yok
Sadece sana an'a odaklaşarak,
Yaşarım kendimi...''
***
''Sabırsızlık bulutları çökmüş üstüme!
İliklerime kadar korkuyorum !
Yeltendiğim şey olmayacak diye..!
Bur hayli tedirgin ve umutsuz oldum!
Sormasın bana hiç bir şeyi hiç kimse!
Ben bile neden telaşlandığımıı unuttum!
Hepi topu ben kaldım!
Kimse yok artık hiç bir şey kalmadı,
Heveslerimden geriye..!
Zor, çok zor biliyorum.
Bu enkaz bana kibrimden hediye..!
Bılınd fırim nızım ketim
Ben taş bulur muyum başımı koyacak, onu da anlamadım.''
***
Ve sen illegal sevgilim
Varım yogum butun emeğim
Konsam senin dallarına
Sakin beni kovma
Yuvasız bir kewok dersin
Mevsimsiz bir rüzgar sayarsin beni
Yuva bellerim evinin ücra bir köşesini
Sana bakar sürdürürüm
Omuzlarına dağ çökmüş
Çocuk sevinçlerimi...
Bılınd fırim nızım ketim
(Yüksek uçtum alçak düştüm)
***
Sazım, sözüm, siirim işim gücüm....
Sen değil misin beni enkazlar içinde bulup kalbinin sarayına cariye eden...
***
yalnızlığa attığınız zarfa ikimizi koyalım. Tek başına sıkılmasın yalnızligimiz.. iki lafin belini kırarlar birbirilerini tanrılar
Ve belki bir gün son rihtimda uzun bir mola verip bizden çalınan hayatları dile getirirler. Buluştuğumuz bir nokta olsun o zarf. Senden benden küçük bir hayat, sonsuz bir mutluluk doğar.
***
''Bir de babasına şımaramayan kızlar var;
Bu kızlar cancağızım, hayatları boyu soğuk bir maske takarlar.
Hiç bir erkekleri soğuk mabetlerine almaya cesaret etmezler..!
Her geçen gün kırılan heveslerinden dış cephe duvarlarını kalınlaştırıp iç duvarlarının gölgesinde üşürler...
Bu kızlar cancağızım baba tebessümü gördükleri adamlara kapı aralarlar. Elma şekeri yemediklerini ilk kez bu adamlara itiraf ederler. Komşu bahçeden vişne çaldıklarını da....
Hele bir de bunu anlattıkları adamlar buna tebessüm ederse, kapı ardına kadar açılır. Sıcak temiz ve sağlam bulur o zaman. Mesafenin bile bir anlamı kalmaz. Uzaktan uzağa yakından uzağa, uzaktan yakına bütün yolların gözü çıksın, bu kızlar uyudukları soğuk yataklarında bu koca yürekli adamların gövdelerine sarılıp uyurlar. Tatlı tatlı rüyalar görüp küçük kedilere özenirler. Nazları, tripleri kavgaları şımarmaları hep bu adamlara. Allah herkese nasip eder mi acaba.❤
***
''Çocukluğumun TRT radyosundaki arkası yarın hikayeleri bekler gibi heyecanla bekleyiş içinde Rüveyda'nın bir sonrasını okumak için çocukça sabırsızlanıyorum.''
***
Yine siz sevgili dostlarımdan, birbirinden güzel Rüveyda mektupları geldi, bir kısmına yine burada yer verdim, kalanı daha sonra nasipse. Tek bir ricam var, lütfen sanırım bazılarınız telefondan yazıyorsunuz ve Türkçe alfabeye çevirmek bana kalıyor ki, bendeniz kendi yazılarını bile tekrar okuyup redakte etmeye erinen biriyim. En çok da (i) harfini (ı) ya; (g) harfini (ğ) ye çevireceğim diye canım çıkıyor :))
Evet, şimdilik bir Rüveyda'ya mektuplar, daha taslaklarda hazır, yayınlanacağı zamanı bekliyor. İlginiz ve sizden gelenler mutluluk verici.
Güzel bir hafta sonu dileklerimle...
[objektifimden]
Benim adım Ruveyda değil bayım. Yüzünü benden yöne döndürdüğünüzden beridir ay doğdu yüzüme, gönlüme, karanlığıma... Bu yüzden Mehlika'nız oldum bayım.Ah Mehlika kalmak ne ala..!
Hatırlamazsınız yüzünüzü bana döndüğünüzde o çocuksu gülüşmeler, dudağımın kenarındaki çukurcuğa sokulmak istemeler, sığınak misali... El ele tutuşup yürüdüğümüz o yollarda kuru yaprakların çıkardığı sesler melodi gibi gelirdi sizinle olunca..
Sonra ne mi oldu..? Güneş doğdu sabah oldu. Hiç bitmeseydi o rüya...
Güneş doğsa da, Mehlika hep orada olacak...
Sizin Mehlika'nız...''
***
''Her türlü sana yazı(lı)yorum,
mümkün olsa kaderimi de yazardım...''
***
''Sevgine Hasretim,
Sana Aç,
Sana Susuz,
Hadi,
Gel,
Ateşim Ol,
Söndür İçimdeki Yangınları,
Doldur Yatağımda ki Boşluğu...
Sende Böyle Kaybolmuş,
Sende Böyle Yitmişken,
Öp Beni Doyasıya,
Keşfet Benliğimi,
Bırak Kendini Kollarıma,
Uzan Yanıma Boylu Boyunca...
Hadi,
Gel,
Doldur Yatağımda ki Boşluğu,
Ateşinde Yak,
Dudaklarımdan Kalbine İnsin Ateşim,
Sana Ömründe Hiç Tatmadığın Güzel Duygular Bahşetsin...
İstemez misin Bir Kez de Olsa Beni Hissetmeyi?
Nefesimin Boynundan Yüreğine İnişini?
Ellerimin Varlığını Keşfedişini?
Hadi,
Gel,
Azalt Özlemimi...
Boynundan Başlayayım Öpmeye,
Dudaklarında Hayat Bulayım...''
***
''Yoksun ya!
geceler kokulu diken
gündüzler zehir zemberek...
çareyi ikindi de bulayım derken,
Sığınıyorum yine geceye yokluğuna direnerek....
Yoksun ya; hiç tadı tuzu yok zaman diliminin.
Herşey batıyor
Herşey bitiyor
Her şey zehirli engerek...''
Yoksun ya!
Ben de yokum
Yaşıyorum sadece
Yaşadığımı zannederek
Yoksun ya !
Ben ölü toprağa
Ölü yaprak da bana gerek!
Yoksun ya!
Neyse hadi boş ver
Çık gel,
Koyun koyuna uyuyalım...
Bütün aksiliklere direnerek...''
***
''Arkamda Beni Yaşatacak Ne Bir Ben Varım,
Ne de Şiirlerim...
Yüreğim Sonsuz Bir Boşlukta,
Susuyorum,
Yazmıyorum,
Çünkü İçimden Geçenleri Sığdırabileceğim Hiçbir Sayfa Yok...
Ruhumda Biriken Cümlelerimi Gözyaşlarımla Birlikte İçime Akıtıyorum Sessizce...
Ne Ne Nehirlerce Yüzdürdüğüm Hayallerim Var Artık,
Ne de İçimi Coşturan Sevinçlerim...
Yüreğim Dağların Arasında Sıkışmış,
Sesi Çıkmıyor...''
***
''Ne can alıcı bir duygu bu
Tarifi yok
Telafisi yok
Sadece sana an'a odaklaşarak,
Yaşarım kendimi...''
''Sabırsızlık bulutları çökmüş üstüme!
İliklerime kadar korkuyorum !
Yeltendiğim şey olmayacak diye..!
Bur hayli tedirgin ve umutsuz oldum!
Sormasın bana hiç bir şeyi hiç kimse!
Ben bile neden telaşlandığımıı unuttum!
Hepi topu ben kaldım!
Kimse yok artık hiç bir şey kalmadı,
Heveslerimden geriye..!
Zor, çok zor biliyorum.
Bu enkaz bana kibrimden hediye..!
Bılınd fırim nızım ketim
Ben taş bulur muyum başımı koyacak, onu da anlamadım.''
***
Ve sen illegal sevgilim
Varım yogum butun emeğim
Konsam senin dallarına
Sakin beni kovma
Yuvasız bir kewok dersin
Mevsimsiz bir rüzgar sayarsin beni
Yuva bellerim evinin ücra bir köşesini
Sana bakar sürdürürüm
Omuzlarına dağ çökmüş
Çocuk sevinçlerimi...
Bılınd fırim nızım ketim
(Yüksek uçtum alçak düştüm)
***
Sazım, sözüm, siirim işim gücüm....
Sen değil misin beni enkazlar içinde bulup kalbinin sarayına cariye eden...
***
yalnızlığa attığınız zarfa ikimizi koyalım. Tek başına sıkılmasın yalnızligimiz.. iki lafin belini kırarlar birbirilerini tanrılar
Ve belki bir gün son rihtimda uzun bir mola verip bizden çalınan hayatları dile getirirler. Buluştuğumuz bir nokta olsun o zarf. Senden benden küçük bir hayat, sonsuz bir mutluluk doğar.
***
''Bir de babasına şımaramayan kızlar var;
Bu kızlar cancağızım, hayatları boyu soğuk bir maske takarlar.
Hiç bir erkekleri soğuk mabetlerine almaya cesaret etmezler..!
Her geçen gün kırılan heveslerinden dış cephe duvarlarını kalınlaştırıp iç duvarlarının gölgesinde üşürler...
Bu kızlar cancağızım baba tebessümü gördükleri adamlara kapı aralarlar. Elma şekeri yemediklerini ilk kez bu adamlara itiraf ederler. Komşu bahçeden vişne çaldıklarını da....
Hele bir de bunu anlattıkları adamlar buna tebessüm ederse, kapı ardına kadar açılır. Sıcak temiz ve sağlam bulur o zaman. Mesafenin bile bir anlamı kalmaz. Uzaktan uzağa yakından uzağa, uzaktan yakına bütün yolların gözü çıksın, bu kızlar uyudukları soğuk yataklarında bu koca yürekli adamların gövdelerine sarılıp uyurlar. Tatlı tatlı rüyalar görüp küçük kedilere özenirler. Nazları, tripleri kavgaları şımarmaları hep bu adamlara. Allah herkese nasip eder mi acaba.❤
***
''Çocukluğumun TRT radyosundaki arkası yarın hikayeleri bekler gibi heyecanla bekleyiş içinde Rüveyda'nın bir sonrasını okumak için çocukça sabırsızlanıyorum.''
***
Yine siz sevgili dostlarımdan, birbirinden güzel Rüveyda mektupları geldi, bir kısmına yine burada yer verdim, kalanı daha sonra nasipse. Tek bir ricam var, lütfen sanırım bazılarınız telefondan yazıyorsunuz ve Türkçe alfabeye çevirmek bana kalıyor ki, bendeniz kendi yazılarını bile tekrar okuyup redakte etmeye erinen biriyim. En çok da (i) harfini (ı) ya; (g) harfini (ğ) ye çevireceğim diye canım çıkıyor :))
Evet, şimdilik bir Rüveyda'ya mektuplar, daha taslaklarda hazır, yayınlanacağı zamanı bekliyor. İlginiz ve sizden gelenler mutluluk verici.
Güzel bir hafta sonu dileklerimle...
[objektifimden]
29 Eylül 2017 Cuma
Üstad N.Fazıl'a göre şiir...
''Orhan Okay’ın tespitine göre, Necip Fazıl’ın (1905–1983) ilk şiiri, 1922 yılında yayımlanan “Örümcek Ağı”dır (Okay, 1991, 130). Necip Fazıl’ın şiir kitapları şunlardır: Örümcek Ağı (1925), Kaldırımlar (1928), Ben ve Ötesi (1932), 101 Hadis (1951), Sonsuzluk Kervanı (1955), Çile (1962), Şiirlerim (1969), Esselâm (1973), Çile (1974).
Necip Fazıl’ın Poetika adlı metni, tam metin olarak ilk defa, 1955 yılında yayımlanan Sonsuzluk
Kervanı’nda yer almıştır. Bu kitap Necip Fazıl’ın Çile öncesi bütün şiirlerini toplayan ilk kitaptır. Bu metin bu kitaptan itibaren Çile’nin bütün baskılarında yer almıştır. Poetikanın 1955 yılında toplu şiirlerle yayımlanması, bu metnin, Necip Fazıl’ın şiir kişiliği oluştuktan sonra kaleme alındığı anlamına gelmektedir.
Necip Fazıl’ın şiir görüşünü kavramada temel metin olan “Poetika”sının yanına, 1936 yılında çıkardığı Ağaç dergisindeki başyazılarını ve bu dergideki bazı değinilerini koymak, bunları da kendisiyle yapılan söyleşilerde beyan ettiği görüşlerle desteklemek bence en sağlam yoldur. Bu üç kaynağın işlemesi gereken zemin de Necip Fazıl şiiridir.
Necip Fazıl’ın Poetika adlı metni on dört bölümden oluşmaktadır. Bu bölümler şunlardır: 1. Şair. 2. Şiir. 3. Şiirde Usûl. 4. Şiirde Gaye. 5. Şiirin Unsurları. 6. Şiirde Kütük ve Nakış. 7. Şiirde Şekil ve Kalıp.. 8. Şiirde İç Şekil.. 9. Şiir ve Cemiyet. 10. Şiir ve Hayat. 11. Şiir ve Din. 12. Şiir ve Müspet İlimler. 13. Şiir ve Devlet. 14. Toplam.
Necip Fazıl, şiiri kavrayışını izaha, şairin hayat ve şiir karşısındaki konumunu tespit ederek başlamaktadır. Öncelikle karşı çıktığı husus şairin edilgenliğidir. Buna mukabil şairin vasfı olarak çağırdığı ilk nitelik bilinçliliktir. Hem içinden gelenler, hem de dış tesirler söz konusu olduğunda şair, bir “şuursuz âlet” (Kısakürek, 2002, 471, 496) değildir. Necip Fazıl’ın hem biçim meselesini açıklarken hem şiirimizin tarihsel çerçevesini ortaya koymayı amaçlayan yazılarında en çok vurguladığı, önemsediği hususlardan birisi, şairin şiirine şahsiyetini verebilmesidir. Şair hem vezin karşısında, hem döneminin şiir ortalamasının, klişelerinin karşısında, şahsiyetini silen edilgenliği değil, şahsiyetini öne çıkaran etkinliği esas almalıdır. Şahsiyetin Necip Fazıl’dan sonra en çok gündeme geldiği devir, İkinci Yeni devridir.
İkinci bölümün en önemli cümlesi, “Şiir, Mutlak Hakikat’i arama işidir” (473) cümlesidir. Mutlak hakikat Allah’tır (474). Necip Fazıl’ın bu önermeler çerçevesinde telâffuz ettiği kavram da “arayış” (473) kavramıdır.
Poetikanın üçüncü bölümünde Necip Fazıl şiirinin temel kurallarından biriyle karşılaşırız: Şiir, somuttan soyuta gitmelidir. Bu bölümde soyutlamak vurgulanarak öncelenmektedir.
Necip Fazıl, Poetikanın dördüncü bölümünde simgeyi ve şiirde üslûbun önemini öne çıkarmaktadır. “Şiirde, ne söyledi yok, nasıl söyledi vardır.” (476) kuralı Necip Fazıl’a göre üslûbun temel taşıdır. Bölümden anlaşılan husus, şiirin bildirdiğinin, şiirin konuşma tarzıyla (üslûp) disipline edilmesi gerektiğidir. Bu öneri, Necip Fazıl’ın iki konudaki hassasiyetinden doğmaktadır. Birincisi, şiir, bir haberin açıkça ilânı üzerine kurulmamalıdır. Bu düzyazının, dahası bilimin metodudur. Didaktik ve politik şiirlerde bu hataya düşülmektedir. İkincisi, şiir, vezin ve kafiyenin kolaylığına sığınmamalıdır. Dış yapı düzgün bile olsa, şiirin muhtevası boşsa; bir haberden yoksunsa, böyle şairler şiirde ileri gidemezler; kısa sürede devre dışı kalırlar. Necip Fazıl, kafiye ve veznin, şiiri, birtakım “adî lâf tertipleri”nden (476) ayırdığını; ama sadece bu ayrım üzerine kurulan şiirin bir sahtekârlık olduğunu belirtmektedir. Necip Fazıl’da şiir bu iki husus arasındaki sentezden, gerilimden doğmaktadır. Necip Fazıl, şiirin taşıdığı özle, bu özün sunulduğu biçim arasında, birbirini elimine etmeyen, birini öbürüyle denetleyen bir yapı kurulmasını önermektedir. Bu yapıda, şiiri dış yüzeyden ibaret görerek, sadece kafiye ve vezin üzerine kuran anlayışın farkında olmadığı bir iç yapı vardır. Bu yapı şiirin bütün kurallarından bağımsız bir şekilde oluşmuş kendine özgü bir canlılık taşımaktadır. İşte simge bu yapıdan doğar, doğmalıdır. Simgenin işlevi, şiirin iç yapısındaki “sırrı” (476) anlamı şiirin dış yüzeyine taşımaktır. Burada işçilik ayrı bir önem kazanmaktadır. Kendine özgü bir canlılık arz eden iç yapı olağanüstü derecede çeviktir; kolayca ele geçmez. Şairlik, “bu harikulâde çevik ve ince bünyenin heykeltıraşlığı”dır (477).
Beşinci bölüm şiirde duygu ve düşüncenin tek başlarına ehemmiyet kazanamayacakları hususuna ayrılmıştır. Necip Fazıl’a göre duygu ve düşünceler birbirlerine katışmalıdır. Şiir, bu katışma sürecinde, tarafların birbirlerine açıldıkları mesafe üzerinde ortaya çıkar. Eğer şiir, sadece duygu üzerine kurulursa, böyle şiirlerde insanın içini bayan abartılı romantizmden; sadece düşünce üzerine kurulursa, böyle şiirlerde de vaazdan, nutuktan, ders vermekten kurtulunamaz ki şiir bunları amaçlamaz. Böyle şiirler değersiz “birer ses”ten (478) ibarettir. Şiirde düşünce duyumsanabilir olmalıdır. Şiirde duygu düşünceyle, düşünce duyguyla değişecektir; ama bu “tagayyür ve istihale”de (479) düşüncenin değişimine daha çok emek verilmelidir; çünkü duygu, düşünceye nazaran değişime daha açık bir karaktere sahipken düşünce direşkendir. Düşüncenin direnişini kırmak için daha çok emek sarf edilmelidir.
Altıncı bölüm beşinci bölümün üzerine kurulmuştur. Beşinci bölümün konusu olan duygu ve düşünce şiirin ana maddesidir. Buna şiirin özü yahut muhtevası denir. Bu muhtevanın sunumu, estetik ve fonetik yapısı şiirin biçimini oluşturur. Şiir bu unsurlardan bütünlenen bir yapıdır.
Poetikanın yedinci bölümü şiirde bütünlük bahsine ayrılmıştır. Bütünlük, şiirin iç yapısıyla dış yapısının karşılıklı olarak birbirlerinde tecelli etmelerinden oluşur. Şiirin iç yapısı (öz) mutlaka kendi biçimini (dış yapı) arayacaktır. Bu arayış özün, biçimi “fatihçe zapt etmesiyle (481) sonuçlanmalıdır.
Necip Fazıl’a göre şiirin biçimi, özün çatıldığı omurgadır. Bütün gayret, öz-biçim uygunluğu doğrultusunda şiirin tezahür etmesi, öze uygun biçimin bulunmasıdır. Biz bu çerçevede bir şiire baktığımızda, sadece biçimi yahut özü değil, şiirin bütün unsurlarının birlik arz ettiği bir bütünlüğü görmeliyiz. Bu bütünlüğü ortaya çıkarabilmenin en temel şartı da şiirde isçiliğin büyük bir önem arz ettiğinin farkına varmaktır. Bu itibarla, eğer bir şiirde kafiye ve vezin, “Ben buradayım.” diye bağırıp duruyorsa, o şiir sıradan bir “nazımcılık” (482) örneğidir. Şair, mutlaka bir vezne (bir ölçüye) bağlanan; ama aynı zamanda bu vezni asan adamdır. Bir vezne bağlanan; ama veznin bağlayıcılığı altında ezilen, vezni “sırtında bir kambur” (482) veya “bir koltuk değneği” (482) gibi taşımak zorunda kalan şairden sağlam şiir çıkmaz. Sağlam şiir, vezni “ezen” (482), “ayağının altına alıp çiğneyebilen” (482) “büyük usta”lardan (482) sâdır olur.
İşte bu aşamada, vezne diş geçiremediği için vezinden vazgeçmek işin kolayına kaçmaktır. Vezin-mizan ilişkisi gereği, ölçü şiirde esastır. Bir ölçünün kaydından kaçmak vezne bütünüyle teslim olmaktan ve şiirini sadece vezni işletmek üzerine kurmaktan daha vahim bir durumdur. “Üstün sanatkâr, sabit bir şekil ve kalıp içinde her an, her şiir, her mısra, her kelimede eski şekil ve kalıbını yenileyebilendir.” (483). Bence Necip Fazıl’ın şiir tekniği bakımından en temel düşüncesi budur. Necip Fazıl’ın daha ilk kitabının bir yenilik arz etmesinin arkasındaki sebep budur. Necip Fazıl’ın şiire başladığı, ilk kitabını çıkardığı dönemde yazılan şiir, hele ki hece şiiri eskimiş, artık bir şey ifade etmez olmuştur. Bu ortama ayak uydurmak yerine, yepyeni bir şiir davası gütmesinin sebebi şiirin tekniğine, işçiliğine, tazeliğine verdiği önemdir. Bu durum, Necip Fazıl’ın şiiri aynı zamanda bir teknik (biçim) olarak algıladığını göstermektedir.
Sekizinci bölüm şiirde biçim, vezin ve âhenk unsurlarına ayrılmıştır. Necip Fazıl’a göre serbest vezin, şiirin dışa ait biçimini ortadan kaldırarak, bunun yerine, şiirde “iç şekli billurlaştırma”yı (484) esas almaktadır. Bu tavır olumlu karşılansa da, en nihayeti, zamanla mekânın bağını koparmak cinsinden “imkânsız” (484) bir iştir. Özün dış biçim kaydı olmadan gövdeleşebilmesine imkân yoktur. Dış biçim vezindir. Vezin de aruz vezni yahut hece veznidir. Aruz vezni iki sebepten dolayı tercih edilemez. Birincisi, artık onu yaşatacak bir hayat, bir insan yoktur; aşılıp geçilmiş bir kalıptır. İkincisi, aruz vezninde âhenk yapaydır. Şiirin özünü biçimin egemenliğine maruz bırakan bir tavır esastır. Fakat bu şiirin büyük ustaları elinde bu yapaylığın aşıldığını da görmek gerekir. Fuzulî, Bâki, Nedim, Şeyh Galip bu duruma örnektir. Hece vezni, aruz veznine nazaran şaire daha geniş imkânlar
tanımaktadır. Hece vezni, yapısı gereği uzun ve kısa hecelerin harmanıyla şaire, her an değişik bir aruz kalıbını kullanmanın imtiyazına benzer bir imkân sunar. Bir şiirde sabit bir kalıba bağlı kalmak mecburiyetini ortadan kaldırır; şiirin akışı içinde an be an değişen hâlet-i ruhiyemize, şiirin iç yapısıyla dış yapısı arasındaki hareketli, değişken karakterli ilişkiye hece vezni daha uygundur. Bu vezindeki başarıya da Yunus Emre örneği verilebilir.
Necip Fazıl serbest vezni, şiirden “dış şeklin”, ölçünün, kaydın atılması olarak algılamaktadır. Buna
mukabil, şair muhakkak bir şekle bağlı kalmalıdır. Necip Fazıl’ın önerdiği şekil hece veznidir.
Necip Fazıl bu bölümde şiirde kelime seçiminin önemini de vurgulamaktadır. Şiirde her kelime, “içine renk renk, çizgi çizgi, yankı yankı cihanlar sığdırılmış birer esrarlı billur zerreleri”dir (484). Bundan dolayı şiirde kelime seçiminin, kelimeleri birbirleriyle kaynaştırıp bütünleştirmenin büyük bir önemi vardır.
“Şiir ve Cemiyet” başlıklı dokuzuncu bölümde Necip Fazıl, şiiri, vizyon (ufuk) kelimesi bağlamında toplumun “rüya”sı (486) olarak görmektedir. Necip Fazıl’a göre bir toplumun bütün devrelerinin izlenebildiği en sahici alan şiirdir. Çünkü şiir “bir milletin iç mayalaşmasını ifade eder.” (Kocahanoglu, 1983, 491). Yani, milletin özünün toplandığı, saklandığı, canlı tutulduğu, ayağa kalktığı yerdir. Özellikle toplumsal kriz dönemlerinde şiir (“cemiyetin mu’dil oluşları içinde” Kısakürek,, 2002, 486) o toplumun vücut bulmasını sağlamış köklerine sahip çıkan, içinde bulunduğu dönemi ve durumu birinci elden yansıtan, toplumun “istikbâlinden haberler getiren” (486) bir rüyadır. Bu rüyayı şair görür. Şair, toplumun zor zamanındaki “sayıklamalarını dahi zapt eder.” (486). Bu itibarla şiir, toplumun “topyekûn his ve fikir hayatını” (486) inceden inceye araştıran, gözetleyen bir “rasat merkezi”dir (486). Bundan dolayı şiir, bireycilik merkezinde gelişen, bireyle sinirli bir uğraşı olamaz. Biz, şiirdeki “tam ve müstakil bir fert”ten (486) süzülen insanda bütün toplumu okuruz, görürüz. Bunun için, “cemiyetteki tefekkür ve tahassüs hâleti”nin (486) en kıymetli örneği şiirden yansır. Bunun için şiir, toplumu, “tek fert üzerinden” (486) yansıtır.
Necip Fazıl, Poetikanın dokuzuncu bölümünden sonraki beş bölümde, önceki bölümdeki fikirlerini tekrarlamakla yetinmiştir.
Necip Fazıl’ın poetikası, Necip Fazıl’ın şiir karşısında sistemli bir düşünceye sahip olduğunu göstermektedir. Çünkü Necip Fazıl için şiir ne bir “fantezi”, ne de geçici bir “heves”tir. “Temel”li bir uğraştır.
Poetika, Necip Fazıl’ın şiir bahsinde sistemli bir kuruluş teklifidir. Poetikanın merkezini, şiiri hem kuru fikre, hem içi boş güzelliğe teslim etmemek düşüncesi oluşturmaktadır. Necip Fazıl’a göre şiir, kuralı kaidesi olan bir sanattır. Şiir adına ortaya konan her metin, öncelikle şiirin temel kurallarını gözetmek zorundadır. Bu itibarla Necip Fazıl hem kendi şiirini kurmanın, hem de bir metnin neden ve nasıl şiir katına çıkabileceğinin farkındadır. Poetika her şeyden önce bunu göstermektedir. Necip Fazıl’ın şiirini, kronolojisine sâdik kalarak izlediğimizde Necip Fazıl’ın poetikasının, bu şiirin oluşum sürecini ve bir bütün olarak genel karakterini karşıladığını görmekteyiz.
Necip Fazıl’ın şiir görüşü bahsinde, poetikası kadar önemli bir metin de Ağaç dergisinde yazdığı başyazılardır. Necip Fazıl’ın, Ağaç dergisindeki başyazıları poetikasının altyapısı niteliğindedir. Bu yazılar her şeyden önce, Necip Fazıl’ın şiirdeki başarısının arkasında şiir üzerinde düşünmesinin yattığını göstermektedir. Necip Fazıl’ın, şiire başladığında neden bulduğu ortamı tekrarlamak yerine, yeni ve taze bir şiir için emek vermeyi seçtiğini bu yazıları okuduktan sonra daha iyi anlarız. Necip Fazıl bu yazılarda, günün şiirini gözeterek, bu şiire, onu sağlığa kavuşturacak bir istikamet teklifinde bulunmaktadır. Bu teklifin, Türk şiirinin onmaz, her ne hikmetse bir türlü kapanmaz, metafizik açlık olarak adlandırılabilecek derin yarasıyla yakından bir ilişkisi de vardır.
Necip Fazıl, 1939 yılında kendisiyle yapılan bir söyleşide, “Şiirin gayesi bence üstün idraktir. O, mutlak hakikati arar. Şiirde müzik, eda, nakış, isçilik gibi kıymetler, bütün bunlardan evvel bulunması icap eden bir cevhere bağlı olmak, iktiza eder.” (Kocahanoglu, 1983, 476) demektedir. Bu üç cümle poetikasinin veciz bir ifadesidir.
ÜSTAD’IN POETİKASI / Osman ÖZBAHÇE
_______________
KAYNAKÇA
Kısakürek, Necip Fazıl (2002). Çile, Büyük Doğu Yayınları, (46. baskı).
Kısakürek, Necip Fazıl (1932). Ben Ve Ötesi, Semih Lütfü “Suhulet” Kütüphanesi.
Kocahanoglu, Osman Selim (1983). Türk Edebiyatında Necip Fazıl Kısakürek, Ağrı Yayınları.
Okay, M., Orhan (1991). Kültür ve Edebiyatımızdan, Akçağ Yayınları.''
28 Eylül 2017 Perşembe
Rüveyda'ya mektuplar (9)
Vaktimin ikindi güneşi,
Ben geldim Murat! desen. Utanmaz bir oburlukla, koca bir Afrika kadar aç olan varlığıma, Ben geldim... desen. Kiracı gibi değil, bir yaraya, bir cana, bir yâre, bir kadere ortak olmaya geldim desen… Ev sahibi gibi, kalbimin sahibi olarak gelsen… Neden, niçin geldin, diyen mi olacak?
Sen, Rüveyda,
Gelmeyince, mayalanmıyor kelimeler, şiirler... Söküğüm dikiş tutmuyor, ekmeğime katık bulunmuyor. İçtiğim su kandırmıyor.
Hayat beni doyurmuyor. Başka insanlar ruhumu avutmuyor. Sen gülmeyince, aydınlanmıyor karanlıklar...
Sana hasret bu adama, bahar goncası yüzünle, bir lâhza görünsen, koskoca ömrüme bedel şen bir kahkaha atsan, mutluluğun huzur tahtına oturur, âlemi seyrederdim. Bu şükür makamında bir övünç olurdu.
....devamını kitabımdan okuyabilirsiniz.
26 Eylül 2017 Salı
25 Eylül 2017 Pazartesi
Rüveyda'ya mektuplar (8)
Sevgili Rüveyda,
Bilmem size de olur mu ? Ben insanların aldanıp, hazırlıksız yakalandıkları şu mevsim geçişleri zamanlarına bayılırım. Yaz ile kış arası, gelmekte olan mevsime alıştırma dönemi...
Caddelerde, yazlık giyenlerle, kışlıklar armonisi, zıtların çekimini, kesret içinde vahdeti hatırlatır. Bunun için ‘’her şey zıddı ile kaimdir’’ demişler.
Sen benim zıddım değil, varlığımsın, vardığımsın; yokluk da ben oluyorum.
Hatta deseler ki : ‘’Mektuplarda sen neredesin, kendini gizlemişsin!?’’ düşünmeden şöyle diyebilirim utana-sıkıla : ‘’Öyle sevdim ve onunla öyle hemhal oldum ki, baştan sona Rüveyda olduğum için, ortada ‘’ben’’ kalmadı.
....devamını kitabımdan okuyabilirsiniz.
24 Eylül 2017 Pazar
boynun ki...
bir kadının ülkesinde,
ruhtan sonra,
sevilesi ne çok şehir vardır.
boynun gibi,
boynun ki,
arsızlığıma sığınak,
tenin yangınlar yeri,
sımsıcak..!
orada kalsam,
zamana mekâna aldırmasam...
kokuna sarmalasan,
saklasan beni ülkende.
en dişi renklerinle örtsen ruhumu...
emsem seni, bebeklerden daha aç!
müşfik bir anneden fazlasın bana...
boynun ki,
doyumsuzluğumun zirve noktası,
oradan inerim omuzlarına,
kavisler çizer dururum şehirlerinde.
sönmemiş nefeslerimle...
daha fazla dayanamam,
yol alırım dudaklarına...
________________
[Cep telefonundan gelen dostlar, arşiv için web sürümüne geçmelisiniz.]
23 Eylül 2017 Cumartesi
Sizden gelenler (23.09.17)
Hayalini sevdiği narin sevgiliye özlem mektupları Rüveyda 7 .)
Herkesin ona yazmaktan çok yaşamak istediği kelimelerle değil bir bakışla anlaşmak ona dair anlatmak istediklerinin dile gelmesi...
Duygular ve yüreğinden gelen esintilerin kalem eşliğinde kağıda sır vermesi. Gayet güzel gidiyor azizim her defasında final kelimesi de ayrıca güzel bir detay ...
***
Bir tutam delilik, bir tutam velilik, bir tutam hissiyat, bir tutam tecrübe, bir tutam neşve ve avuç avuç şeytan tüyü...
Hülasa-i Murat
***
Seninle ruhum okşanıyor.
Rüzgar var burda; aklına eseni bırakıyor, aklına uymayanı uçurup götürüyor...
Deli hoyrat ve sıcak bir rüzgar
Nereden geldiği nereye gittiği belli değil. Sadece esip duruyor.
Tıpkı aklım gibi....
***
Rüveyda hayalimizde arzu ettiğimiz özellikleri taşıyan soyut hayali karakterin duygu hissiyat eşliğinde somuta çevrilmesi.
Herkesin yaşadığı veya yaşamayı arzu ettiği bir Rüveyda'sı veya Murat'ı olmalı ;)
Rüveyda mektuplarının sonuna bi latife de benden olsun
Sizin Rüveyda ;)
***
Sen benim adamımsın bunu hiç bir gerçekle takas etmem. Rüya ise bile gördüğüm en güzel rüya sayar seni öyle yaşarım. Aklımı kalıplara sığdımadan seninle aklımın hayalimin gidemeyeceği ötelere giderim. Sonundan korkmadığım tek yol sana yaklastığım yoldur.
***
İç seslerim çığlık çığlığa
dudağının kenarında beliren tebessüme sığındım
tut elimden...
al beni senin rengarenk coğrafyana...
sakla beni satırlarına...
***
Kelamın, kalemim, derdim meramim, bana senden öte dert senden öte şifa yoktur. Sen nasıl bir ruyasin ki uykuda olmak la ayık olmak fark etmiyor. Leylayim ben mecnun olmaya hevesliysen,bicareyim ben çarem olmaya hazirsan....
Boş masallara avuntuyum, soğuk rüzgarlara kuruntuyum,
Sirinim ben ferhat olmaya geldiysen, yolum, solum, gel sen ol.
Bir kez bana gel,
Sen neyim olmak istersen...
***
Seni yazmak,aşka dalmak
kanat çırpan yüreğimi ellerine bırakmaktır
sıcacık yanlarımla artarak,çoğalarak seviyorum seni...
***
Varlığına eşdeğer olan ömrüm, sensiz kuru bir nan olur bilesin...
***
Aşk kokuyorsun...
Yitik çocukluğumdan kalan yegâne düşüm...
Bana hiç tatmadığım elma şekeri kokuyorsun...
Memleketime deniz meltemi gibi estin.
Söyler misin?
Esip geçtiğin yerde çiçekler mi acar?
***
Zamanlı zamansız düş zihnime,
Çünkü en çok yüzün yakışıyor gözlerine…
Sizden gelenler, ''Rüveyda'ya mektuplar'' konusunda, bendenizi teşvik edeceğine; kelimelerinizin gücü karşısında acizliğimi, biçareliğimi, zayıflığımı, fakirliğimi hatırlatsa da; ''kalem eşliğinde kağıda sır vermeye'' ruhumun saçmalıklarını burada saklamaya devam etmek istiyorum. Sesli şiire gelince...içimdeki istemeden yapamıyorum...
Herkesin ona yazmaktan çok yaşamak istediği kelimelerle değil bir bakışla anlaşmak ona dair anlatmak istediklerinin dile gelmesi...
Duygular ve yüreğinden gelen esintilerin kalem eşliğinde kağıda sır vermesi. Gayet güzel gidiyor azizim her defasında final kelimesi de ayrıca güzel bir detay ...
***
Bir tutam delilik, bir tutam velilik, bir tutam hissiyat, bir tutam tecrübe, bir tutam neşve ve avuç avuç şeytan tüyü...
Hülasa-i Murat
***
Seninle ruhum okşanıyor.
Rüzgar var burda; aklına eseni bırakıyor, aklına uymayanı uçurup götürüyor...
Deli hoyrat ve sıcak bir rüzgar
Nereden geldiği nereye gittiği belli değil. Sadece esip duruyor.
Tıpkı aklım gibi....
***
Rüveyda hayalimizde arzu ettiğimiz özellikleri taşıyan soyut hayali karakterin duygu hissiyat eşliğinde somuta çevrilmesi.
Herkesin yaşadığı veya yaşamayı arzu ettiği bir Rüveyda'sı veya Murat'ı olmalı ;)
Rüveyda mektuplarının sonuna bi latife de benden olsun
Sizin Rüveyda ;)
***
Sen benim adamımsın bunu hiç bir gerçekle takas etmem. Rüya ise bile gördüğüm en güzel rüya sayar seni öyle yaşarım. Aklımı kalıplara sığdımadan seninle aklımın hayalimin gidemeyeceği ötelere giderim. Sonundan korkmadığım tek yol sana yaklastığım yoldur.
***
İç seslerim çığlık çığlığa
dudağının kenarında beliren tebessüme sığındım
tut elimden...
al beni senin rengarenk coğrafyana...
sakla beni satırlarına...
***
Kelamın, kalemim, derdim meramim, bana senden öte dert senden öte şifa yoktur. Sen nasıl bir ruyasin ki uykuda olmak la ayık olmak fark etmiyor. Leylayim ben mecnun olmaya hevesliysen,bicareyim ben çarem olmaya hazirsan....
Boş masallara avuntuyum, soğuk rüzgarlara kuruntuyum,
Sirinim ben ferhat olmaya geldiysen, yolum, solum, gel sen ol.
Bir kez bana gel,
Sen neyim olmak istersen...
***
Seni yazmak,aşka dalmak
kanat çırpan yüreğimi ellerine bırakmaktır
sıcacık yanlarımla artarak,çoğalarak seviyorum seni...
***
Varlığına eşdeğer olan ömrüm, sensiz kuru bir nan olur bilesin...
***
Aşk kokuyorsun...
Yitik çocukluğumdan kalan yegâne düşüm...
Bana hiç tatmadığım elma şekeri kokuyorsun...
Memleketime deniz meltemi gibi estin.
Söyler misin?
Esip geçtiğin yerde çiçekler mi acar?
***
Zamanlı zamansız düş zihnime,
Çünkü en çok yüzün yakışıyor gözlerine…
Sizden gelenler, ''Rüveyda'ya mektuplar'' konusunda, bendenizi teşvik edeceğine; kelimelerinizin gücü karşısında acizliğimi, biçareliğimi, zayıflığımı, fakirliğimi hatırlatsa da; ''kalem eşliğinde kağıda sır vermeye'' ruhumun saçmalıklarını burada saklamaya devam etmek istiyorum. Sesli şiire gelince...içimdeki istemeden yapamıyorum...
22 Eylül 2017 Cuma
Rüveyda'ya mektuplar (7)
Canım Rüveydam,
Nasıl güzel tebessümlerle okudum mektubunu. Hava kapalı, renkler içimin grisine benziyordu bu sabah. Ama senden gelen mektubu, kapımda görünce, zarfı nasıl açacağımı şaşırdım. Heyecandan zarfla birlikte o, gönlümün kadifelere sarılı çekmecesinde saklayacağım mektubuna, az daha zarar verecek, incitecektim.
Öyle güzel kokulara sarmalanmış ki zerre halel gelse, günlerce kederler beni kemirir, affedemezdim kendimi.
Bu satırları okurken muzip, muzır gülüşlerini görür gibiyim. Hiç de masum değilsin böyle zamanlarda, hatta kışkırtmayı seven, o dişi Rüveyda arz-ı endam ediyor. Ne de çok yakışıyor, en çok da sana yakışıyor. Sen, kadınlık âleminin yegâne temsilcisi olarak, istesen yeryüzü fesata dûçar olurdu.
....devamını kitabımdan okuyabilirsiniz.
21 Eylül 2017 Perşembe
Rüveyda adına mektuplar almaya başladım..!
''Rüveyda serisi devam edecek mi ? Bir yazar birilerinin üzerine gelmesi ile, dip nottan : '..kimseden Rüveyda adına mektup falan gelmiyor. Bu konuda kuşkulu mailler devam ederse bu seriyi bırakacağım !' diyerek pes etmez bildiğini okur.''
Sonunda Rüveyda adına mektuplar almaya başladığımı ilan ediyorum. Fena da olmadı. Zira Murat,.Rüveyda'sının siluetini,ruh tuvaline zaten çiz(e)miyor,çizmiyordu. Soyut (müşahhas) birine atfen mektup yazmanın,güçlüğü izahtan vareste. ( Rüveyda bana, aşk dışında, kadim Türkçe kelimeleri de hatırlatmaya başladı. Kadim,eski Türkçe,Osmanlıca...demişken, meşhur şair bir kadın tanımıştım bir zamanlar, telefonla konuşmak kısmet olmuştu,bir kaç kez. Takip ediyorsa, kendisine buradan selamlar,sevgiler.
İnanın kendimi devr-i Osmanlı'da, başımda fes ile bu zengin Türkçesi ile,pek de kibar konuşan bu derin hanımefendiyle, ''Kâtibimin setresi uzun'' zamanlarda sandalda kürek çektiğimi sanmıştım.
''Eskimeyen '' ama kasıtlı eskitilen,uydurukçaya kurban edilerek, başka bir ruha maya için kullanıma sürülen günümüz Türkçesinin basitliğini bir kez daha yaşamıştım.
Oysa kullanılan lisan, ruh dünyamıza ya letafet,zenginlik,nezafet katar, ya da aksini...Konu (bahis) uzun.
Rüveyda adına gelen ve gelecek mektupları da burada saklayacak,onlardan da ilham alarak,mümkün olduğu kadar, ( ruh iklimim ile alakalı olarak) seriye devam edeceğim inşallah. Yazan, okuyan herkese bir kez daha teşekkürlerimi sunuyorum.
Gelen mektuplara geliş sırasına göre, aşağıda yer verdim. Hele Kürtçe kelimeler ile bir başka lezzetli olmuş. Ve en sonda iki okurun Rüveyda konusunda, farklı ilginç tartışması...
Bugün hicri 1 Muharrem 1439, yani biz Müslümanların yeni yılı; mübarek olsun,hayırlara vesile olsun,kutlu olsun efendim.
''Ah benim heybetli dağım!
Ben sana vurgun bir kevok, sen bana küskün bir baz... nasıl diner bu hasret, kalbim ellerine sığmaz...
Zirvende uctuğum yeter, ya beni parçala akıt kanımı, yada bu evsiz kevoku bağrına bas...
Kevok (güvercin)
Baz ( şahin) demek. ''
***
''Beni çok sevmelisin....
Ne kadar da uzaktım sevimli çocuk parklarından, içimde on çocuğu barındıracak kadar çocuktum oysa. Bir liseli edasıyla sevebilir mağrur bir aşık gibi terk edebilirdim ürkek sevgiliyi....
Görkemli aşklara inat hoyrat yaşadım aşksız, belki bundandır bu mecburiyetin, beni sevmek sana ağır gelmemeli oysaki...
Gözlerimde hiç bir şey taşımam; ne kin ne öfke nede sevgi... Düz bakarım hayata katıksız görürüm her şeyi, seni de bundan ötürü sevmedim mi?
Beni çok sev ki bedenim yaşadığını bilmeli... Sev istiyorum ışte beni, sev, ne olacak ki? ''
***
''Gecenin kasvetli karanlığını yırtarak sevdana büründum.
Usul usul dokundum bebek gözlerine.
Diplerden daha dipe, derinlerden en derine çektim yalnızlığımı...
Şimdilerde meşakkat edindim seni sevmeyi, senden yana sevilmeyi, seni çocuk gibi sevindirmeyi...
Ah iki gözüm suretin sol yanıma denk geldi.
Sensin yaralarıma ilaç, dokunuşun saçlarıma bahardır bilesin....
Bırak da nefesin bütün bedenimin coğrafyasında gezsin.
Ilık bir meltem gibi.
Denizden mi dağdan mi gelir serinliğin....
Tutamadın ellerimi, tutaydın el alem sana yandığımı nereden bilsin...
Ah iki gözüm, şimdilerde sen be de dert aynı dert de melhem gibisin
Çok gelmesin çocuk ruhuma bayramın.
En coşkulu çocuk kahkahalar karıştı kadınsı yaralarıma...
Bana sen yara bandı değil de yeni bir beden gibisin...''
***
"Ruveyda'yı yazanın ruhunu muhabbetini hissiyatını idrak ederse ne âla...
Yoksa kendi kendini imha edecektir sırça köşkten ..!'' (Bu bir okurumdan gelmişti,yayınlamıştım. Aşağıda gelen bir başka kıymetli okurumdan.)
- Adına şiirler yazılan pervâneye döndüklerimiz bunun ne kadarını bilir, bildiklerinin ne kadarını hisseder, misal bir kadın bir adamın imkansızlığını bile bile tutuldu, bunu adam belki bilmiyor bile, esasında bilmek karşılık bir duygu ve en önemlisi hak etmek, hissettiklerimizi hak ediyor terazisi ile ölçtüğümüz vakit kaburgamızda sakladığımız hisler yok olmaz mı?
Kendini imha etmek ağır bir vebaldir Rüveyda'na.''
Sonunda Rüveyda adına mektuplar almaya başladığımı ilan ediyorum. Fena da olmadı. Zira Murat,.Rüveyda'sının siluetini,ruh tuvaline zaten çiz(e)miyor,çizmiyordu. Soyut (müşahhas) birine atfen mektup yazmanın,güçlüğü izahtan vareste. ( Rüveyda bana, aşk dışında, kadim Türkçe kelimeleri de hatırlatmaya başladı. Kadim,eski Türkçe,Osmanlıca...demişken, meşhur şair bir kadın tanımıştım bir zamanlar, telefonla konuşmak kısmet olmuştu,bir kaç kez. Takip ediyorsa, kendisine buradan selamlar,sevgiler.
İnanın kendimi devr-i Osmanlı'da, başımda fes ile bu zengin Türkçesi ile,pek de kibar konuşan bu derin hanımefendiyle, ''Kâtibimin setresi uzun'' zamanlarda sandalda kürek çektiğimi sanmıştım.
''Eskimeyen '' ama kasıtlı eskitilen,uydurukçaya kurban edilerek, başka bir ruha maya için kullanıma sürülen günümüz Türkçesinin basitliğini bir kez daha yaşamıştım.
Oysa kullanılan lisan, ruh dünyamıza ya letafet,zenginlik,nezafet katar, ya da aksini...Konu (bahis) uzun.
Rüveyda adına gelen ve gelecek mektupları da burada saklayacak,onlardan da ilham alarak,mümkün olduğu kadar, ( ruh iklimim ile alakalı olarak) seriye devam edeceğim inşallah. Yazan, okuyan herkese bir kez daha teşekkürlerimi sunuyorum.
Gelen mektuplara geliş sırasına göre, aşağıda yer verdim. Hele Kürtçe kelimeler ile bir başka lezzetli olmuş. Ve en sonda iki okurun Rüveyda konusunda, farklı ilginç tartışması...
Bugün hicri 1 Muharrem 1439, yani biz Müslümanların yeni yılı; mübarek olsun,hayırlara vesile olsun,kutlu olsun efendim.
''Ah benim heybetli dağım!
Ben sana vurgun bir kevok, sen bana küskün bir baz... nasıl diner bu hasret, kalbim ellerine sığmaz...
Zirvende uctuğum yeter, ya beni parçala akıt kanımı, yada bu evsiz kevoku bağrına bas...
Kevok (güvercin)
Baz ( şahin) demek. ''
***
''Beni çok sevmelisin....
Ne kadar da uzaktım sevimli çocuk parklarından, içimde on çocuğu barındıracak kadar çocuktum oysa. Bir liseli edasıyla sevebilir mağrur bir aşık gibi terk edebilirdim ürkek sevgiliyi....
Görkemli aşklara inat hoyrat yaşadım aşksız, belki bundandır bu mecburiyetin, beni sevmek sana ağır gelmemeli oysaki...
Gözlerimde hiç bir şey taşımam; ne kin ne öfke nede sevgi... Düz bakarım hayata katıksız görürüm her şeyi, seni de bundan ötürü sevmedim mi?
Beni çok sev ki bedenim yaşadığını bilmeli... Sev istiyorum ışte beni, sev, ne olacak ki? ''
***
''Gecenin kasvetli karanlığını yırtarak sevdana büründum.
Usul usul dokundum bebek gözlerine.
Diplerden daha dipe, derinlerden en derine çektim yalnızlığımı...
Şimdilerde meşakkat edindim seni sevmeyi, senden yana sevilmeyi, seni çocuk gibi sevindirmeyi...
Ah iki gözüm suretin sol yanıma denk geldi.
Sensin yaralarıma ilaç, dokunuşun saçlarıma bahardır bilesin....
Bırak da nefesin bütün bedenimin coğrafyasında gezsin.
Ilık bir meltem gibi.
Denizden mi dağdan mi gelir serinliğin....
Tutamadın ellerimi, tutaydın el alem sana yandığımı nereden bilsin...
Ah iki gözüm, şimdilerde sen be de dert aynı dert de melhem gibisin
Çok gelmesin çocuk ruhuma bayramın.
En coşkulu çocuk kahkahalar karıştı kadınsı yaralarıma...
Bana sen yara bandı değil de yeni bir beden gibisin...''
***
"Ruveyda'yı yazanın ruhunu muhabbetini hissiyatını idrak ederse ne âla...
Yoksa kendi kendini imha edecektir sırça köşkten ..!'' (Bu bir okurumdan gelmişti,yayınlamıştım. Aşağıda gelen bir başka kıymetli okurumdan.)
- Adına şiirler yazılan pervâneye döndüklerimiz bunun ne kadarını bilir, bildiklerinin ne kadarını hisseder, misal bir kadın bir adamın imkansızlığını bile bile tutuldu, bunu adam belki bilmiyor bile, esasında bilmek karşılık bir duygu ve en önemlisi hak etmek, hissettiklerimizi hak ediyor terazisi ile ölçtüğümüz vakit kaburgamızda sakladığımız hisler yok olmaz mı?
Kendini imha etmek ağır bir vebaldir Rüveyda'na.''
19 Eylül 2017 Salı
Rüveyda'ya mektuplar (6)
Eylül’ü de yarıladık. Her yürüyüşe çıktığımda ağaçları, dallardaki sarının tonlarını, hüzünlü bir hayranlıkla temaşa ediyorum. Veda mevsiminin giriş kapısı sonbahar. Şen şakrak bir yaza daha el sallıyoruz. Bu mevsimde Kent Park öylesine güzel ki eski kalabalıklarından sıyrılmış, okullar açılmış ve park sanki bana kalmış. İçinde bir ben varım bir de sen bir banka oturmuş sohbet ediyoruz. Dere, yakında yağmur ve kar sularıyla yeniden canlanır, şimdilerde cılız bir serçe gibi…
Sevgili Rüveyda,
Bugünüm de avare bir serkeşlikle geçti. Annem de olmasa, hepten bir köşede donar kalır, ruhumda saklı Rüveyda’yı resmetmeye adapte olurdum. İyi ki annem var da gerçekliği olan bir kadın’a dokunup, işlerini görerek, hiç değilse ömrümde bir kadını mutlu edebiliyor, duasını alıyor ve bir işe yarıyorum, sanırım!
....devamını kitabımdan okuyabilirsiniz.
18 Eylül 2017 Pazartesi
Belki
Belki yarın mucize gibi bir şey olur, sana kalbinin var olduğunu hatırlatan...
Belki yarım bir şey olur ama tadı ruhunda bir ömür kalır...
Belki, belkiler ihtimaller zincirini aşarak, gönlüne bir yaşam sevinci olur...
Ah kalbim...
17 Eylül 2017 Pazar
ilk düğme
Baştan ilk düğmeyi yanlış iliklettirdi hayat!
Umutla koştuğum her caddenin vardığı yerdi çıkmaz sokaklar!...
Olmayınca olmuyorların orada dünyaya gelmişim.
Sonraki bütün çabalamalar çırpınışlar beyhude!
16 Eylül 2017 Cumartesi
Sizden gelenler (16.09.17)
''Ruveyda'yı okuyan her kadın kıskanacaktır
Sevilmek isteyecektir tarafından...''
***
''Ruveyda'yı yazanın ruhunu muhabbetini hissiyatını idrak ederse ne âla...
Yoksa kendi kendini imha edecektir sırça köşkten ..!''
***
"Her kadının içinde bir erkeğin kölesi olma isteği vardır"
***
''İnsanın ruhunda aşk sevgi yoksa ne yapsanız enjekte edemezsiniz
Bir kelime = 55 anlam mâna içermiş hepsi birbirinden güzel özel, kalem ile adeta raks edilmiş.''
***
''Kimselerim yok,
hiç kimselerim yok kırık kemikli saatlerinde içimin.
Ellerim ufalanıyor, korkuyorum altlarında ezilmenden.
Kıyamadığımdan seslenemiyorum, dokunamıyorum boynuna, boynun ki doyumsuzluk, aç bir edepsizlik.
Utanmıyorum.
En güzel bu olmalı.
Kokunun ucu uçurum, uçurum ben.
Karanlık diplerde açıyor tenim, bin ton renk içinde.
Kimseler yok, hiç kimselerim yok kızıl gölgesinde nefesimin.
Eğilirsem yüzün batar ciğerime.
Dudaklarında birikir nehirlere dönüşürüm.
Kanatlı bir göğüs.
Parmaklarımın uçlarından tutunuyorum sana, emiyorum güzelliğini.
Kendimi geçtim, uyanmandan endişeli, düşüyorum usulca boynuna.
Bu işte, kimsesizlik bu.
Var oluşum tek sana.
Öpsem, düşman kesilirim kendime.
Öpmemeliyim, daha değil, şimdi değil.
Uyanma!
Ağzında başlıyor gök.
Kuşlar ne güzel.''
16 eylül/ Su
***
''Gözlerine yakalanmaktan korktukça
ismini tutuşturuyorsun dudaklarıma.
yaprak yaprak düşerken sana
usul usul işliyorsun kanıma...''
***
'' Özledim seni
sen gibi
aşk gibi.
Sadece sarıl
düşlerime karışsın kokun
gördüğüm rüyayı gerçek sanayım...''
***
***
'' Bugünlerde her şeyle savaş halindeyim.
doymuyorum mağlubiyete...''
Sevilmek isteyecektir tarafından...''
***
''Ruveyda'yı yazanın ruhunu muhabbetini hissiyatını idrak ederse ne âla...
Yoksa kendi kendini imha edecektir sırça köşkten ..!''
***
"Her kadının içinde bir erkeğin kölesi olma isteği vardır"
***
''İnsanın ruhunda aşk sevgi yoksa ne yapsanız enjekte edemezsiniz
Bir kelime = 55 anlam mâna içermiş hepsi birbirinden güzel özel, kalem ile adeta raks edilmiş.''
***
''Kimselerim yok,
hiç kimselerim yok kırık kemikli saatlerinde içimin.
Ellerim ufalanıyor, korkuyorum altlarında ezilmenden.
Kıyamadığımdan seslenemiyorum, dokunamıyorum boynuna, boynun ki doyumsuzluk, aç bir edepsizlik.
Utanmıyorum.
En güzel bu olmalı.
Kokunun ucu uçurum, uçurum ben.
Karanlık diplerde açıyor tenim, bin ton renk içinde.
Kimseler yok, hiç kimselerim yok kızıl gölgesinde nefesimin.
Eğilirsem yüzün batar ciğerime.
Dudaklarında birikir nehirlere dönüşürüm.
Kanatlı bir göğüs.
Parmaklarımın uçlarından tutunuyorum sana, emiyorum güzelliğini.
Kendimi geçtim, uyanmandan endişeli, düşüyorum usulca boynuna.
Bu işte, kimsesizlik bu.
Var oluşum tek sana.
Öpsem, düşman kesilirim kendime.
Öpmemeliyim, daha değil, şimdi değil.
Uyanma!
Ağzında başlıyor gök.
Kuşlar ne güzel.''
16 eylül/ Su
''Gözlerine yakalanmaktan korktukça
ismini tutuşturuyorsun dudaklarıma.
yaprak yaprak düşerken sana
usul usul işliyorsun kanıma...''
***
'' Özledim seni
sen gibi
aşk gibi.
Sadece sarıl
düşlerime karışsın kokun
gördüğüm rüyayı gerçek sanayım...''
***
''..gecenin alacakaranlığında düşlüyorum seni
saçlarıma diyorum, asmaz mısın hayalini? ''
***
'' Bugünlerde her şeyle savaş halindeyim.
doymuyorum mağlubiyete...''
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)