14 Eylül 2017 Perşembe

Rüveyda'ya mektuplar (5)

     hayallerimin gerçeğe değdiği noktada, sen,
baştanbaşa ürpertisin ve ne zaman seni düşünsem
nefesimi dizginleyemem…

Sevgili Rüveyda,

Hayır, belki yalnızca Rüveyda demek daha doğru. Çünkü isminin içinde: Sevgili, sevgilim, kalbim, âşık olduğum kadın, aşkına adandığım, ömrüm, ruhum, gönlüm, özüm, sözüm, nimetim, kıymetlim, kraliçem, nefesim, nefsim, nefisem, hasretim, sefam, kadınım, yandığım, aradığım, ağladığım, mektuplara yaslandığım, beklerken yaşlandığım, küçüğüm, sultanım, prensesim, gözümün nuru, gönlümün süruru, canım, cananım, sevdam, ay parçam, nurum, huzurum, kuşum, çocuğum, gururum, onurum, yoksunluğum, avuntum, zaaflarım, atar damarım, balım, kanım, karım, kârım, yarınım, saçmalıklarım, sancılarım, yârim, sol yanım, yangınım, içimde saklım, kaçamaklarım, aşkım, tılsımım, kayıp yıllarım, tutsaklığım, fakir mısralarım, ahlamalarım, anmalarım...

Hepsi var. En çok da; hasret! Adına yüklediğim bende saklı olan ilk anlam bu: Hasretim…

Mademki uzun senelerin hasreti, içimizde yaramaz bir çocuk gibi tepinmektedir, gel, birbirimizin olalım ve sen bana aşkın da ebedilik kadar tatlı ve güzel olduğunu anlat...[¹]

Hayır, gelmen şart değil! Sen bu ruh iklimini bana yazarak da yaşatabilirsin, yaşatıyorsun da... Senin yerine de seviyor, yazıyorum. İki kişilik sevmek gönle yük derler bir de… Sevmek için ne sevilmek, ne de kavuşmak şart değil. Keşke sen de bana yazabilseydin. Kafka yine de şanslıymış, Milena ona yazmıştı.

Bir kadın, bir isimden fazlasıdır, olmalıdır. Bir kadın, çok kadındır aslında. 

Sabah gözlerimi açtığımda, yanımda masum bir kız çocuğu uyur. Seyrederken nefes alışlarımı bile kontrol ederim, uyanmasın diye... Ne güzel uyuyorsunuz Rüveyda... Pamuk prensesler gibi ihanetsiz, sadık, sakin, duru, billur bir su... İçip içip kanamadığım kanmak da istemediğim bir su...

Kahvaltıda, karşımda, sevdiği adama en iyisini sunmak için çırpınmış, özenli, zevkli güler yüzlü bir kadın vardır. Sevdiği adama önem verdiği her detaydan belli olan.

Akşam eve dönüş saatlerim yaklaşınca, heyecanla makyaj yapan, tuvaletine kadar kendisini hazırlayan, biraz dekolte, bazen gizli sinsi bir kıyafetle, masum bir kışkırtıcılık ve muzırlıkla canını bekleyen, heyecanı bitmeyen müşfik bir kadın açar kapıyı. Masumluğun içinde saklı bir kent gibi müthiş bir dişilik...

Akşam olmak bilmedi! diyerek eve sabırsız koşan adam ben, kapıda mis gibi parfüm kokusunun teninizde tatlandığı, anlam kazandığı siz, Rüveyda...

Eli boş gelmeyen adamı, gönlü, gözleri dopdolu karşılayan Rüveyda...

Hoş sohbetler arasında kondurulmuş pembe buseler, ruha serpilen konfetiler gibi rayihalarını saçarken zaman hızla gecenin sınırlarına girmiştir bile...

Gece yatma vakti; hayır, iki canın tek can oluşunun, yine yeni, yeniden tescilleniş zamanı. İşte karşımda yine, yeni, yeniden bambaşka bir Rüveyda...

O artık ne sabah uykusundaki masum çocuktur, ne kahvaltıdaki eş, ne de akşam eşini karşılayan enfes kadın.

İçindeki yosma dışarıya vurmuş, dili lâl ama hareketleri son derece davetkâr, kışkırtıcı, dilber, geyşa... Her şey... En yorgun zamanları canlandıran, dirilten kendine has tınısıyla, çıldırtıcı bir çekim gücüne karşı koymak mümkün değildir artık…

Ah nefesim... Yine kontrolümü aştın, normal seyrinin üzerinde bir intifada süzülmektesin... Ülke senin, her santimine önce kuşbakışı bakabilirsin. Birazdan dilediğin yere, dilediğince konar, santim santim gezinirsin nasılsa...

Rüveyda,

Sözleri uzatıp sizi sıkmak istemem, isminize yüklediğim anlamlar, bizi nerelere götürdü. Öyle güzel bir yer ki gökkuşağının renkleri ile âdeta müzik notaları gibi dans ediyoruz.

 Sizin Murat



[¹] Sabahattin Ali