Sonunda Rüveyda adına mektuplar almaya başladığımı ilan ediyorum. Fena da olmadı. Zira Murat,.Rüveyda'sının siluetini,ruh tuvaline zaten çiz(e)miyor,çizmiyordu. Soyut (müşahhas) birine atfen mektup yazmanın,güçlüğü izahtan vareste. ( Rüveyda bana, aşk dışında, kadim Türkçe kelimeleri de hatırlatmaya başladı. Kadim,eski Türkçe,Osmanlıca...demişken, meşhur şair bir kadın tanımıştım bir zamanlar, telefonla konuşmak kısmet olmuştu,bir kaç kez. Takip ediyorsa, kendisine buradan selamlar,sevgiler.
İnanın kendimi devr-i Osmanlı'da, başımda fes ile bu zengin Türkçesi ile,pek de kibar konuşan bu derin hanımefendiyle, ''Kâtibimin setresi uzun'' zamanlarda sandalda kürek çektiğimi sanmıştım.
''Eskimeyen '' ama kasıtlı eskitilen,uydurukçaya kurban edilerek, başka bir ruha maya için kullanıma sürülen günümüz Türkçesinin basitliğini bir kez daha yaşamıştım.
Oysa kullanılan lisan, ruh dünyamıza ya letafet,zenginlik,nezafet katar, ya da aksini...Konu (bahis) uzun.
Rüveyda adına gelen ve gelecek mektupları da burada saklayacak,onlardan da ilham alarak,mümkün olduğu kadar, ( ruh iklimim ile alakalı olarak) seriye devam edeceğim inşallah. Yazan, okuyan herkese bir kez daha teşekkürlerimi sunuyorum.
Gelen mektuplara geliş sırasına göre, aşağıda yer verdim. Hele Kürtçe kelimeler ile bir başka lezzetli olmuş. Ve en sonda iki okurun Rüveyda konusunda, farklı ilginç tartışması...
Bugün hicri 1 Muharrem 1439, yani biz Müslümanların yeni yılı; mübarek olsun,hayırlara vesile olsun,kutlu olsun efendim.
''Ah benim heybetli dağım!
Ben sana vurgun bir kevok, sen bana küskün bir baz... nasıl diner bu hasret, kalbim ellerine sığmaz...
Zirvende uctuğum yeter, ya beni parçala akıt kanımı, yada bu evsiz kevoku bağrına bas...
Kevok (güvercin)
Baz ( şahin) demek. ''
***
''Beni çok sevmelisin....
Ne kadar da uzaktım sevimli çocuk parklarından, içimde on çocuğu barındıracak kadar çocuktum oysa. Bir liseli edasıyla sevebilir mağrur bir aşık gibi terk edebilirdim ürkek sevgiliyi....
Görkemli aşklara inat hoyrat yaşadım aşksız, belki bundandır bu mecburiyetin, beni sevmek sana ağır gelmemeli oysaki...
Gözlerimde hiç bir şey taşımam; ne kin ne öfke nede sevgi... Düz bakarım hayata katıksız görürüm her şeyi, seni de bundan ötürü sevmedim mi?
Beni çok sev ki bedenim yaşadığını bilmeli... Sev istiyorum ışte beni, sev, ne olacak ki? ''
***
''Gecenin kasvetli karanlığını yırtarak sevdana büründum.
Usul usul dokundum bebek gözlerine.
Diplerden daha dipe, derinlerden en derine çektim yalnızlığımı...
Şimdilerde meşakkat edindim seni sevmeyi, senden yana sevilmeyi, seni çocuk gibi sevindirmeyi...
Ah iki gözüm suretin sol yanıma denk geldi.
Sensin yaralarıma ilaç, dokunuşun saçlarıma bahardır bilesin....
Bırak da nefesin bütün bedenimin coğrafyasında gezsin.
Ilık bir meltem gibi.
Denizden mi dağdan mi gelir serinliğin....
Tutamadın ellerimi, tutaydın el alem sana yandığımı nereden bilsin...
Ah iki gözüm, şimdilerde sen be de dert aynı dert de melhem gibisin
Çok gelmesin çocuk ruhuma bayramın.
En coşkulu çocuk kahkahalar karıştı kadınsı yaralarıma...
Bana sen yara bandı değil de yeni bir beden gibisin...''
***
"Ruveyda'yı yazanın ruhunu muhabbetini hissiyatını idrak ederse ne âla...
Yoksa kendi kendini imha edecektir sırça köşkten ..!'' (Bu bir okurumdan gelmişti,yayınlamıştım. Aşağıda gelen bir başka kıymetli okurumdan.)
- Adına şiirler yazılan pervâneye döndüklerimiz bunun ne kadarını bilir, bildiklerinin ne kadarını hisseder, misal bir kadın bir adamın imkansızlığını bile bile tutuldu, bunu adam belki bilmiyor bile, esasında bilmek karşılık bir duygu ve en önemlisi hak etmek, hissettiklerimizi hak ediyor terazisi ile ölçtüğümüz vakit kaburgamızda sakladığımız hisler yok olmaz mı?
Kendini imha etmek ağır bir vebaldir Rüveyda'na.''