28 Eylül 2017 Perşembe

Rüveyda'ya mektuplar (9)



               hayat kısa,
               kuşlar uçmalı.
               gökyüzünü boşaltın!

Vaktimin ikindi güneşi,

Ben geldim Murat! desen. Utanmaz bir oburlukla, koca bir Afrika kadar aç olan varlığıma, Ben geldim... desen. Kiracı gibi değil, bir yaraya, bir cana, bir yâre, bir kadere ortak olmaya geldim desen… Ev sahibi gibi, kalbimin sahibi olarak gelsen… Neden, niçin geldin, diyen mi olacak?

Sen, Rüveyda,

Gelmeyince, mayalanmıyor kelimeler, şiirler...

Söküğüm dikiş tutmuyor, ekmeğime katık bulunmuyor.

İçtiğim su kandırmıyor.

Hayat beni doyurmuyor. Başka insanlar ruhumu avutmuyor. Sen gülmeyince, aydınlanmıyor karanlıklar...

Sana hasret bu adama, bahar goncası yüzünle, bir lâhza görünsen, koskoca ömrüme bedel şen bir kahkaha atsan, mutluluğun huzur tahtına oturur, âlemi seyrederdim. Bu şükür makamında bir övünç olurdu.

Seni beklemek, sabır taşı olmak demek. Nasıl bir taşsa, ha çatladı ha çatlayacak... Kaç asır yıldır bekliyorum, bu beklemeye can dayanmıyor artık, anla beni…

Dünyada benim ihtiyaç duyduğum kadar sabır var mı Milena? [³]

Varlığın, varlığıma karıştığı zamanlardan beri, hiç susmuyorum; duymuyorsan, bu ayıp bize yeter Rüveyda...

Demek ki duyuramamışım, duysaydın, dünyanın hangi bucağında olsan gelirdin. Hangi kadın böyle sevilmek istemez ki… Hangi kadın bu gönül tahtının sultanı olmak için yollara düşmez ki… Duymak için en uygun iki zaman diliminden biri, gece herkesin uyuduğu, uykuya bile ninniler söyletilen zamanlardır. Diğeri de sabahın erken saatlerinde, kuşların terennüm saatinde, yürüyüşe çıkmaktır. Dünya gece ve sabahın erken saatlerinde daha masum ve daha güzel daha duru; yüzün gibi...

Bu gece yola çıkıyorum, yarın kapını çalıyorum. desen, sevinir miyim, bilmiyorum?

Tılsımı kaçar mı bu divaneliğin, yükü hafifler mi bu çilekeşliğin? Kaçmasın, hafiflemesin!

Oysa bendeniz, bir ömür divanen olarak bu hasretten azat istemem. Bir mahkûm ki hapishanesiyle gurur duyup tahliyeyi, en feci ölüm sayıyor. İllegal, uzakta ama sahici... Başka ne ister ki insan...

Ya yanımdayken beni uzaklardaki gibi sevemezsen! Ya sihir bozulur da beni alelâde seven biri gibi addedersen? İki vakte kalmadan gözüne aşina, gönlüne sıradanlaşırsam... İnsan dünyada yaşadıkça her şeye alışır. Acılara sevinçlere, sevmelere... Ben seni sevmeye alışmak istemiyorum! Sevmeye alışmayalım, alışmak sevgiyi bir denizin kayalıklarında yosunlaşmaya mahkûm eder.

Biliyor musun, Ağrı dağı bile uzaktan baktığımız için heybetli ve güzel... Üzerine tırmanmayı başarabilen, o zirvede yalnızca üşümeye odaklanırsa, Ağrı, bedeninden önce ruhunda ağrılara, sancılara dönüşür...

Bir dağcı, kendisini ziyarete izin verdiği dağın uzaktan hayran kaldığı heybetini, asla unutmadan tırmanmalıdır. Yoksa ne çıktığı zirveden bir şey anlar, ne de düşmek tehlikesinden emindir!

Peygamberler, filozoflar, bir ülkeye lider olacak kişiler; içlerinden çıktıkları topluluklarda, anlaşılıp önemsenmedikleri gibi bilakis küçümsenip, alaya alınmış hatta eziyete, gadre uğramışlardır. Mum, hiçbir zaman dibine ışık vermemiştir Rüveyda...

Ya istemsiz bir hatam seni incitir de benden geri çekerse... Geldiğin zaman, şimdiki sevgimiz, daha da artmayacak, yenilenmeyecekse, çoğalmayacaksa... Bize bu duyguları yaşatan ayrılık sefamız olsun... 

Seni her şartta seven Murat


[3] Franz Kafka