keşfedilmemiş güzellikler saklıyorsunuz, hem de cümle alemin
gözlerinin önünde…
Rüveyda’m,
Her düştüğümde, elimden tutanım! Her ağladığımda gözyaşlarımı silerek beni avutanım...
Rüyamdaydın bu gece de ve "Eylül bakışlı şairim!" diyerek beni bakışlarımdan öpüyordun. Veda öpücüğü gibi hissetmiş ve sormuştum sana,
En güzel anımızda gidecek gibisin sanki… Sustun ve gözbebeklerin değmedi ilk kez gözbebeklerime, anlaşmıştım, ben de başka bir şey söylemedim.
Ay yüzünden ince bir pınarın süzüldüğünü hissettiğim de senin de o sülün boynuna benim de gözyaşım damlamıştı. Birbirimizin yağmurlarında ıslanıyorduk, sırılsıklam…
Öylece kaldık üşüten sımsıcak yağmurlarımızın kokusunda. Sanki kapıda gardiyan bizi bekliyordu, ayırmak için… Aynı anda: "Ne güzel kokuyorsun…" demiştik. Bakmaya kıyamadığım yüzün göğsümdeydi Kalbim… Sarılmıştık… Birlikte ağlamıştık. Zaman öylece donup kalsa, saatlerin akrep ve yelkovanları sonsuz bir greve çıksalar hatta olmadı emekli olsalar… Ya da bizi öylece cennete ışınlasalar. Ayrılıklar, hasretler son bulsa…
Kendi hıçkırık sesimle uyandım, hiç uyanmak istemediğim bu rüyadan… Öyle gerçekti ki uzun süre yatağımda kımıldamadan rüyamı tekrar seyrederek ezbere almaya çalışıyordum.
Biliyordum dakikalar geçtikçe, görüntülerin izleri azalacaktı. Sonra, kadınlara güvenmemeyi bana öğreten hayatı sorguladım yine, gözlerim tavandaki avizede sabitlenmişti. Hayatı ve kendimi düşündüm, samimi sevmelerimin bedelini, bir başıma kalmaya mahkûm oluşumun müebbet yemiş hükmünün icracısı ömrümü…
Ve sonra kadınları… Onlar rüyamdaki gibi dünya rüyasını da kâbusa çevirmekte pek mahirdirler! En güzel yerinde rüyanın, giderler ya da uğurlamak zorunda kalırsın… Mızıkçı çocuklardan daha haşarı ve anlaşılmaz canlı türüne “kadın” diyorum!
Erkekler düz mantıktır, hile ve oyun bilmezler. Hani meşhur bir söz var ya: “Kafasının içinde kırk tilki, kırkının da kuyruğu birbirine değmez!” Hah işte o müthiş söz kadınlar için geçerli ve istisnai olarak da erkeklerin sahtekâr dolandırıcı para peşinde koşanları için. Benim gibilerin parayla, para hırsıyla ne işi olur… Kısacık ömrümde aradığım “bir yudum sevgi.” Ben onu bulsam büyütür, kocaman yapardım da bana tenezzül edip beni bulmadı ne çare…
Geçen gün annemle konuşuyorduk, "Belki de ahlıyım ben anne, yaşamak için her şeyim var ama (gönül) evime huzur olacak bir kadınım yok!" diye cevap vermiştim… Bu düşüncelerle gece sabaha karşı zor dalmışım…
İşte yeni bir güne, anların anlara eklendiği yeni bir zamanda yolculuğum başladı, sensiz seninle…
Gün aymış Murat canım…
Günaydın Sevgilim…
Güzel bir şey olsun bugün, güzel bir şey, güzel bir ruhun dudaklarından, ruhuma akan… Gece gördüğüm rüyanın zıddına, içinde vedadan eser olmayan bir şey…
Buse sıcaklığında, güzel bir şey... İki cümlecik. İçime bahar kokusu gibi düşecek. Yaşam sevincimi yenileyecek, gözlerimi dolduracak, ruhumu doyuracak, güzel bir şey olsun ve güzel eylesin beni… Şu pırıl pırıl doğmuş güneş gibi içimde sevinçler yeşertecek bir şey… Her şeyin üzerinde, ötesinde bir şey… Senden mektup gelse mesela… Şehrinde/şehrimde beni beklediğini söylesen… Rüyam gerçek olsa…
Her neredeysen Sevdiğim,
Seni sevip sana âşık olmam için yanımda olman, ya da şartların uygun olması gerekmiyor. Aşk mantık hesaplarının üstünde, tadı tarif edilemez enfes bir esaret. Sen orada nefes al, ben burada içime çekerim, dolu dolu… Benim yaşam şeklim de bu… Sana söyleyemediklerim kalbime de sır…
Sevgilim,
Bilmez misin ki şefkat dilencisi gönlüm, buzlar ülkesinde donmuş ruhum, küçücük sıcak bir sözünle eriyiverip umuda kanat çırpacak.
Bilmez misin ki yaram derindir, çocuk ruhumsa hâlâ hayal dünyasının sonsuzluğunda, rüyalar ülkesinin başkentinde gözlerinin ufkunda uçurtma uçurmaktadır.
Büyüyemiyorum! Büyüyemiyorsam bu benim isteğimle olan bir şey değil. Demek çocuk dünyamdan alacaklarım var. Demek ki tamamlanmayan eksik tarafım ağlar... Belki bundandır, hayata karşı ördüğüm duvarlar...
Canım,
Her gece sana uyumak, rüyalara olta atmak, nasıl bir şeydir bilir misin? Gündüzüme gelmiyorsun, geceme gel bari… Yattığımda duamsın Allah’a… Hiç değilse rüyalarımda bizi kavuştursun diye…
Sabaha uyanmak, sana uyanmaktır, seni aramak, boşlukta volta atmaktır, açık hava hapishanesinde... Yazık hayatlar, kayıp kentin, kayıp başrol oyuncusunu oynamak ve yorulmak...
Ey her düştüğümde, elimden tutup ayağa kaldırıp sarıp sarmalayanım! Cankurtaranınız Rüveyda! dedi bir ses...
Hayır!
Canıma can olanım, can verenim, canımda kanım, kanımda canım... Şu sefil, şu yalan, şu sahtekâr dünyada bir yudum tesellim. Canımı yakanlara inat, canıma, can suyu verenim. Yüksek sesle şarkılarla duvarları titrettiğim demlerde, ağlama seslerimi gömdüğüm melodiler arasından çıkıp tebessüm edenim... Ninnilerle beni uyutanım, sesime ses verenim. Rüveyda, sevgiliden öte bir şeydir. Kadındır ama kadından öte bir şeydir. İnsandır ama insanlık âlemine az gelen meleklerdendir.
Sevgilim Rüveyda, Ben uyurum, sen gelir, beni seyredersin. Seyrettiğini bilirim, çocuk gibi numara yapar, gözlerimi açmam. Açsam, sanki ürküp uçacak bir serçesin...
Ne çok isterdim seni uyurken izlemeyi... Temaşa etmeyi.
Sevmeyi...
Dokunmayı...
Öpmeyi...
Sana dokunmadan, uykunu bölmeden.
Kalbim,
Hadi düşüme gel bu gece "Sonra?" diye sorma...
Anda kalalım, sonrası olmasın. Gel ve yaşanması gereken ne varsa yaşayalım... Kar üzerinde yanalım. Buzullar, ateşler içinde terlesin... Yüksek tepeler, ovalar, yaylalar, kuytular, kuyular, kavisler, kavşaklar, yamaçlar... Ülkelerimiz baştanbaşa fethedilsin, gezilmedik yer kalmasın! Ateş, buza kavuşsun... Çöl suya… Her düştüğümde, elimden tutanım! Her ağladığımda gözyaşlarımı silerek beni avutanım... Bükük boynumdan öpenim. Düşüme gel ve bir daha gitme!
Rüyalarda saklı bir Murat