Rüveyda'm,
Ayrılıkların savurduğu yönlerdeyiz şimdi.
Kalem seni yazmaya hasret, kâğıt küskün!
Gecelerle gündüzler yer değiştirmiş!
İçim uçan turnaları görmek, onların ardı sıra uzak ülkelere gitmek istiyor.
Sana varamadıktan sonra tüm uzaklara adayım.
Bırakın gönlümü böyle avutayım.Eski şarkılarımı yanıma alayım.
Sessiz viranelerde divaneler gibi yanıp ağlayayım!
Yok, istemem derdime derman! O Leyla, Mevla'ya sebebim olur diye ummaktayım.
Rüveyda'm,
Artık yılların ay, ayların hafta, haftaların gün gibi olduğu zamanlara eriştik, uzun olan bir tek sensizlik! Ve bu gönül yangınının tarifi yok!
Anılarımın her satırı yenilgilerle çizilmiş, arasında gri hüzünlere sarılı hasretler...
Ya şu evcil ruhuma ne demeli? Bu kadar naif, kırılgan olmasa, bu sensizlik belki de yıkamazdı beni!
Penceremi en çok geceleri, insanlar sokakları boşalttığı demlerde açıyorum. Ne kadar kaldıysa, dışarıdan temiz havayı ciğerlerime çekiyorum. Aslında senin kokunu aramaklığımın başka bir şekli bu... Hangi şampuanın kokusu o okşanası saçlarında, hangi parfüm teninde taht kurmuş, şuh bir bakışla öpüleceğin anı bekliyor. Kekeme, topal bir direniş, bekleyiş bu... Özleyiş hayal ediş bu... İsteyiş..!
Bugün perdeleri tülleri yıkadım. Seninle astığımızı hayal ettim. Şakalaştık, güldük, sarıldık, ne çok öpüştük. Çalan şarkıları birlikte söyledik. Beni kızdırdın, yuvarlandık, güreştik...Biz...çok sevdik Kalbim...
Akşama ne yiyeceğimizi planladık. ''Bugün dışarıya hiç çıkmayalım!'' dedik. ''bir Julia Roberts-Richard Gere filmi iyi gider'' dedik. Kuruyemişler hazırdı. Her şey hazırdı, gelseydin!
Sen gelmedin, akşam yemeği buz tuttu. Kuruyemişler öteye beriye savruldu kurudu! Julia, Richard'ın elinden tutup savuştu. Perdeler yarım yamalak hiç yeni yıkanmamış gibi buruştu! Yine o bildik şarkılar, sönmüş mum kokusunda odaya yayılıp tokat gibi ruhumu dövdüler! Onca renkler uçup gitti, gri yeniden hakimiyetini kurdu! Pencereleri boşuna sildik, üstlerinde kan damlacıkları!
Şiirler her bir köşeden ses verdi avaz avaz...Birini sustursam, diğeri seslenir!
Adın yankılandı kainatta: Rüveyda!
Sana dair ne kadar cümlem varsa odanın ortasında avize gibi asılı kaldı.
Sonra bir adamı idam sehpasına getirdiler! Hiç direnmiyor, hiç korkmuyordu! Kendi inisiyatifi ile sandalyeye çıktı, sadece tekmeyi onların vurmasını bekledi! O zaten bu hayata tekmesini uzun zaman önce vurmuştu! Dudakları kımıldadı, sallanırken dudaklarında garip ve acı bir tebessüm! Pişmanlık mı desem, hasretin derin izleri mi, bilemedim. Bir adam idam etti kendini!
Rüveyda'ya Mektuplar öylece kaldı.
Bir efsane gibiydi, bazı insanları ağlattı.
Bazı aşkları sararttı.
Aylardan sonbahardı.
Bir adam kendini idam etti!
Tam da bir pazar günü...
İdamlık bir Murat