Dünkü yazdıklarıma gelenlerden birinin ekranıyla, şuraya bir kaç cümlecik iliştireyim...
Kırılmışlıklarımda adil olmak ve vicdani muhasebemde galip geldiğim anlar çabuk geçer ve yine kendimi yermeye başlarım.
Zaten bir kırgınlıkta kimin haklı olduğunun pek bir önemi kalmıyor...Keşke o kırgınlığın sebebi olmasaydım diyorsunuz...
İç hesaplaşma, bunu sürekli yapan biriyim. Hele hakkım olmayan bir şeye zafiyet, meyil alameti kendimde gördüysem...
İyiliklerim beni sevindirir, kötülük cinsinden (birini incitmek gibi) şeyler çok üzer...
Beklediğim yok ki beklediğimden gelsin!..
Rüveyda kitabın içinden çıkabilir mi?
Neyse ki günler kısa, aylar aceleci, yıllar telaşlı da tahammül mümkün oluyor, şu dünya sürgününe...
Sevildim mi diye sormuştum ya dün...
Onda bile şunu sorarım kendime;
Gönlümce sevmenin gereğini yerine getirdin mi ki, sevilmeyi dillendiriyorsun...
Şu kesin; varlığında kıymeti bilinmeyip, yokluğunda arananlar listesinin başında bu adam var!..
Peki kıymeti bilinmek nedir, değil mi...
Bir de...
Vakti geldiğinde, tam vaktinde vazgeçmeyi bilmeli insan...
Dilim vedada usta, kalbim acemi, korkak bir çırak...
Belki de ben, ne sevmeyi becerebildim, ne de gitmeyi...
Ah işte gördünüz!
Yine başladı kendim kendimi suçlamaya...