14 Haziran 2025 Cumartesi

Vefasız Veda

Deli atlar gibi koşuya tutuşmuştu yağmur.
Nişanları ak goncadandı her birinin...
Göğsümüzü yaktı nallarından çıkan kıvılcımlar.
Yağmur muydu koşan,
Atlar mıydı yağan
Muamma;
Al al olmuş yanaklarımızdan
süzülen bir cevapsızlıkta
kilitli kaldı zaman.

Gökyüzü bir kitap gibi açılmıştı o an,
Tunç sesli bir dua yankılanıyordu kaf harfli ufuklarda.
Mim’le mühürlenmişti ağzımız,
Nûn ile çizilmişti yazgımızın eğri hattı.

Bakırdan yapılmış bir fincanla sunulmuştu hasret,
Bir kahve içimlik rüya,
Bir şedde gibi iki kez tekrar eden vedasızlık…

Vefa unutturulmuştu lügatten,
Kıskanç zaman silmişti bazı kelimeleri.
Yine de taşıyorduk içimizde
Yağız bir kartal gibi çırpınan
görkemli bir dönüşü,
henüz gerçekleşmemiş.

Sen sustukça,
Ben içimde cemreler düşürdüm,
Yakut düşler yaktım alnımın orta yerine.
Demir gibi ağır,
Ama yakar gibi parlaktı gözlerinin hatırası.

Ve ben…
Hâlâ sana
İlk şiirimi
Son duası gibi fısıldayan
O suskun
Şairim.

Kanarya Banu Dağ


Kepeneğin Gölgesinde

Toprak sustu evvel vakitlerden,
Ateş söndü, su çekildi içe,
Hava ise… o en mahrem dilek,
Yalnız çobanlar duyar onu kavalda.

Bir cemre düştü alnına yamaçların,
O vakit kartal kanadını çekti göğe,
Ve çakal, gecenin dizinde
Bir dua gibi kıvrıldı.

Kamber, bir hayrettir şimdi
Fukaranın dağ başında anlattığı.
"Arzu," derler, “bir hayal değil,
Kıtlığın ortasında sadaka gibi inmişti.”

Balıkçı kulübesinde ocak yanmaz,
Deniz rüya olur.
Bir zamanlar Maral’ın iz sürdüğü
Yamaç şimdi kepenek altında saklıdır.

Çoban bilirdi:
Her seher vakti,
Dağ taş çekilir kendi suskunluğuna.
Kaval dile gelir.
Ve dağ, bir daha
Susmaz.

Kimi zaman,
İnsanoğlu
Yaraya döner de
Şifayı taşır kendi bedeninde.

İşte o an,
Kağıt kesiği sızılara doğdu insan!
Göbek bağında açtı nergisler.
Ne lâleye benzedi, ne aslanağzına.
Ne çuhaya özendi ne goncaya.
Panzehirler üretti Gesi Bağında.

Zehrini kendine sakladı...

Kanarya Banu Dağ