Dillerin lisanları, lehçeleri olduğu gibi aslında gözlerin de vardır ve her göz her anlamın dilini göremez..!
Dilce, gözce ve gönülce...
Veliler, makamlarına göre "kalp casusu!"olup huzurunda ve gıyabında kalbi edebe, kalbin lisanına çok dikkat edilmesi elzem olan erenlerdir.
Onlar sessizliğin dilini konuşmayı elest bezminde öğrenenlerdir...
Cemalullaha aşık, Cemalullaha hayran olarak dilleri, sırlara kale kapısı ve tabi esrarlı bir tebessümle daim lâl...
Sessizliğin dilini öğrenmiş biri, değil insan, hayvanat, cemadatın da ahvalinden malumat sahibidir.
Bu durumda sessizlik göreceli bir kavramdır ve her şey "küllü şey'i" yaratanın zikrindedir; bilerek bilmeyerek, isteyerek istemeyerek, şuurlu ya da şuursuz ama mutlaka esmalardan biri/bir kaçı ve belki bazen hepsinden nasiptar olarak "Hu!"...
Deniz ya da okyanuslarda güneş ışığının ulaşamadığı yerlere abis denilir. Orada yaşayan canlılar, bitkiler arasında pırıl pırıl ışıklar saçan En-Nur ismi şerifine ayinedarlık yapan mahluklar, bize ne çok şey söyler! O zulümata uygun yaratılmış (termal) gözler gibi...
Her yarattığına ihtiyaçlarını da ihsan edip, Er-Rezzak ismi şerifiyle de rızıklarını bir an bile unutmayan Allah’ın şanı pek yücedir.
İnsanların da bir derunu (abisi) vardır, orası kendi kendimize konuştuklarımızın yankılandığı,
iç sesimizi dinlediğimiz mahzenimiz, tavan aramızdır. Kiminde "minezzulamat" kiminde "ilen'nur" ...
Kalbi ölmeyenlerin, fitneden beri olanların derinlerine, abislerine habislik ve küfür uğramaz!
Onlar fani dünyanın basitliklerine, heveslerine aldanmadan, Bâki olanın vaat ettiği sonsuzluğu cennetlerde yaşamaya adanmış bir hasretle, bu dünyanın sessiz görünen sakinleri/zakirleridirler.