2 Ekim 2017 Pazartesi

Rüveyda'ya mektuplar (10)



                     ölmüş adamlar tanıdım,
hayallerinde yaşattıkları kadınlara mektuplar yazan!

Biliyor musun Rüveyda!

Dilinden adımın telaffuzunu duysam, nefesim kesilecek!

Bir ruh, ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden, meydana çıkıyordu... Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya başlıyorduk.[¹] 

Bilmiyorum, ruh ikizi deyimine inanır mısınız, ama sanırım bir insana, başka bir insan, bir cana, başka bir can öyle olmalı... Hani fotoğraflarımızın negatifi vardır ve üst üste getirsek, biliriz ki pozitifleri ile birebir aynıdırlar. Üst üste, iç içe… Nefes nefese…

Hisler, hissedişler, duygular söze gereksinim duymadan anlaşılmalı. Bakışlar, duruşlar, ayan beyan bir cümle olup okunabilmeli. Bunlar olmuyorsa, iki can, bir ruh olamamış demektir. Öyle karı kocalar vardı ki onların hayatlarında muhabbet keyfi dışında, kelimeler çok gerekli değildir. Onlar bakışlar ve duyguların dili ile konuşur, anlaşır, anlarlar.

Sevgili,

Karlar altında, yorgun ve sert kışlar yaşarken ruh tuvalime düşen esintin, ışığı oldu, hüzün dolu yüreğimin. Bunun ne demek olduğunu, ancak güneşe hasret çekenler bilebilir… Sen benim/le olmalıydın. Yemek yapıp TV izlerken gülüşür, olmadı sevişirdik. Siyaset konuşur, çatıştığımız yerde öpüşerek sustururduk dudaklarımızı. Ben kazanmışsam, sen masum bir çocuk edası ile dudak büker, şımarıklık yaparak tatlı kıvamındaki zaferime tarçın serperdin... Ne de olsa kaybeden... Hadi bunu yazmayayım, bu muzırlık da mahfuz kalsın, sen hayal ediver...

Seninle güzelleşiyor hayat, yoksa kahrı çekilesi değil. Sana sarılmak, kavuşmak için çırpınıyorum, belki oltaya yakalanmış balıklara bile gıpta ediyorum...

Çırpınmak yetmiyor, yakalanmak, yakalanmak; dokunmak istiyorum.

Günler çabuk geçmesin diye dualar ederdik. Bakışlarımızda erirdik. Eskimesin diye birlikteliğimiz, her güne yenilenir, zamana yenilmezdik. Yeni sabahlara, ruhumuzu saran yaşam sevincinin, biz kaynaklı olduğunu bilir, şükrederdik.

Güneşimsin, yedi rengini de aynı anda gönderdin, ıslanmış gönlüme. Gökkuşağımı görmelisin. Renk cümbüşü içinde sarhoş gibiyim. Oysa ben, eylül bakışlı bir adam, sesi kısılmış bir gri, hüzün notalarında gezinen bir avare. Sihirli ellerin, gözlerimi mesh edince mest oldum.

Senli nefeslerimden bir gün daha, ağır aksak zaman… Senden başkasına kör, adına alev alev yangınlarım var...

Uzun geliyor artık bu dünya seferim bana, sığmıyorum

şehirlere, evlere ve içimdeki sensizliğe…

Yaşam sevincim terk edeli beri, böyleyim işte ben...

Sus oldum yine, susadığım sana, Kaç gündür gözlerime setler çektim, Şimdi, ağlamam lazım...

Aşkına kapılmış Murat


[¹] Sabahattin Ali