
kelebektir diye,
hafiftir sanma!
an gelir,
ona da kanatları ağır gelir!
Sevgili Rüveyda,
Günlerden bir gün hangi gün olduğunun çok önemi yok. Adına hasret diyelim. Yer Dünya, şehir Sürgün… Ve Sürgün şehirde senin gurbetinde yenisi eskitilme bir sabaha uyanmış, yetimliğin gölgesinde mahrum bir adam… Sokaklar henüz sessiz. Uzunca süre yatağımda döndüm, yanımdaki radyoyu açtım. Belki bir şeyler dinlerken uyurum dedim, olmadı. Koskoca yatakta kayboldum. Solumda radyo/ CD çalar yerine sen olmalı değil miydin? Sesler radyodan değil senden kulağıma gelmeliydi değil mi? Bu saatlerde sen uyurdun, ben sessizce senin seyrine dalardım. Bir çocuğun masumiyetinde seni… İçimden öpmek gelirdi, ama kıyamazdım uyanırsın diye.
Belki sonra usulca kalkar, kahvaltıyı hazırlardım. Kedi sessizliğinde her şey tamam olunca yine yatağa girer, çayın dem alma durumuna göre seninle oynamaya başlardım. Bir ressamın tuvaline keyifle bir fırça daha dokundurması gibi, bir piyanistin, tuşlarda yeni bir besteyi araması gibi, saçlarına, yanağına, dudaklarına dokunurdum… Bilirdim uykuyu sevsen de beni daha çok sevdiğinden kızamazdın. Zaten sen bana, hiçbir eylemimde kızmayan, kırılmayan, kırmayanımsın. Asil ruhunu bile isteye incitmeyeceğimi zaten bilirsin.
Bu dokunuşlarım seni uyandırmaya yetmeyince, dudaklarım girerdi devreye… Ah nasıl da öpülesi dudakların var Rüveyda… Fazlasını yazmayacağım. Sen anlarsın… Sonrası mutlulukla ilgisi olan kahvaltıyı mutlu kahvaltı yapan bir kadının huzur verici varlığıdır. Kahvaltı hazırlamak için mutfağa gittiğinde her şeyi hazır görüp, hemen yanıma koşup güreşirdin benimle, teşekkür ederken…
Böyle başladı işte pazar sabahım, Dünya’nın Sürgün isimli şehrinde… Bugün Kent Park’a gidemem sanırım, havada sağanak… Seninle açılan gözlerim, seni düşünerek dinlenen şarkılar.
Seni düşündüğüm zamanlarda sanki gökkuşağının renkleri arasında seksek oynayan bir çocuk oluyorum. Yeryüzündeki tüm bayram sevinçlerini ben kuşanıyorum. An geliyor, grinin bütün tonları arasına sıkışıp kalıyor, nefes alamıyorum... Kâinatın tüm kederleri ruhuma kelepçe oluyor.
Böyle zamanları, rüzgâr yoluyla senin bana gönderdiğini, yani senin ruh hâlinin yansımasına yoruyorum... Orada uzaklarda bir yerde sen iyiysen, ben iyi oluyorum. Sen sisliysen ben de boğuluyorum Kalbim…
Senin hep ve her zaman iyi olman lazım. Bana senden çok iyiliğin lazım. Bana nefes sensin… Nefesin her zaman bahar tazeliğinde ve rengârenk değsin kalbimin penceresine, meltem esintisinde…
Sevgi büyük ve güçlü olduğu zaman, mesafeler yalnızca küçük bir ayrıntıdan başka bir anlam taşımaz. Ama hangi sevgi? Bildik, nefsani, arka planında menfaat saklayan sevgilerden söz etmiyorum... Gündüz çilingir,
gece hırsızdır bazı hisler...[¹]
Geceleri zaaflarımız, hasretlerimiz daha ayan, şeffaf ve itiraza mahalsiz, zayıf…
Sen orada kötü bir gece geçirdiğin zaman ben burada mışıl mışıl huzurla deliksiz uyuyorsam, kâbuslar görmüyorsam, gecenin bir yarısı adını sayıklayarak uykumdan ter içinde fırlamıyorsam, uyandığımda seni düşünerek ağlamıyorsam, acaba şimdi nasıl, güven ve huzurla uyuyor mudur, diye merakta kalmıyorsam; senin orada eline iğne batsa, burada kalbime diken saplanmış bir acıyı yaşamıyorsam, yeterince sevmemişim demektir...
Uzunca yazamam,
belki okurken yorulursun diye aklım çıkıyor.[²]
Çoğunlukla yazdığım mektupları yırtıp sana kısaltılmış olarak özetliyorum ruhumun hasretlerini... İnsan sevdiğini duygularıyla, sevgisiyle bile yormamalı... Olur ki benim sana karşı duygularım yoğun ve aşırı kuvvetliyken senin farklı bir ruh hâline tesadüf eder de sıkılabilirsin o coşkunluğumdan... Severken bile (içimizde çok kuvvetli yaşasak dahi) muhatabımıza ölçülü yansıtmalıyız diye düşünüyorum. Şımarırken saçmalarken severken öfkelenirken... Hep bir ölçü içinde yansıtmak ciddi bir sanat bence...
Yük olmamalı insan, severken bile... Sevilen sevenin gönlüne yük olmaz, sevilene yük olma kaygısını her dem taşımalı... Şimdi yetim çocuk kimliğimin daha çok canlandığı saatler, bilirsin, gece... Geççe, varlığınla hiç geçmese... Bu demlerde göğsüne saklasam yüzümü, hüznümü.
Rüveyda,
Tarifi zor cümleler mayalanır duru içimde.
Hiç söylenmemiş bir şarkı gibi
Hiç yazılmamış bir şiir belki de…
Bu şarkılar, şiirler yok mu? İnsanın duygularını köreltmesine de izin vermiyorlar... Yine sözü uzatıp seni yordum... Bir başka şair sözü ile bu mektubuma virgül:
Uyanınca,
Yanında yalnızlığın uyuduğunu görmek...
Ne kutlu acı![³]
Kutlu acına müptela bir Murat
[¹] Kanarya Banu Dağ
[²] Cemal Safi
[³] Nilgün Marmara