10 Ekim 2017 Salı

Rüveyda'ya mektuplar (12)



                     hayat bu, an gelir
beni sana hatırlatır nasılsa!


Sevgilim Rüveyda,

Sana yazınca şu dünyanın, insanı yıldıran çirkinliklerinden, gözlerine firar edip masal kitabıma geri dönmüş gibi hissediyorum.

Sana mektup yazarken bir masalın içine girip o masal kahramanı oluyoruz... Bizim dünyamız, kimse müdahil olamaz... Biz masalımızı yaşıyoruz, masum ve umarsız; mektupların havzasında...

O havza öyle güzel ve temiz ki şu ahir zaman insanının hesapçı, art niyetli enaniyet dolu cambazlıklarından, gürültüsünden, karmaşasından azade; çiçekler, ağaçlar, kelebekler içinde… Hayır, gökkuşağının içinde göklerde yüzen buluttan yapılma bir ülke gibi… Birileri görse de bize erişemez… Ve payımıza, güzel anıları, yalnızca mektuplarda biriktirmek düşüyor.

Sen, kalbimin bir kapakçığından çıkıp, diğer kapakçığına giren, sürekli devridaim yapan bir şeysin ve ismin oraya her girişinde göğsümü bir sıcaklık, bir yangın kaplıyor. Kutuplarda bile olsam, göğsümde seke seke ip atlayan sen oldukça üşümem… Kalbim yangınlarda, ruhum sensizliğin kutbunda üşümekte…

Sanki bir sen varsın bu dünyada bir de ben; gerisi bitkiler kuşlar, kelebekler...

Yazmak ne güzel bir eylem.

Düşünmesi çok, hatası az, Hele yazılan sen olunca…

Kelimelerden evler, cümlelerden şehirler…

Ve o şehirlerden birinde sen…

Harflerden senin yüzün, burnun, gözlerin, kaşların, kirpiklerin, dudakların derken kelime oluyorsun, ruhumu ihata ediyor, cümle cümle doğuyorsun tenhada senin inzivanı yaşayan bu çilekeş adama… Ne mesafeler, ne mantık, ne dayatılmış kurallar, ne de dünya umurunuzda olmuyor.

Kalbim,

Bildiğim kadarıyla sarhoşlar, ne yaptıklarını bilirler, ama kontrol edemezlermiş. Oysa ben ne yaptığımı biliyorum, ne de kontrol ediyorum. Akışına bırak dedikleri tam da bu olsa gerek... İnsan ömründe bir kerecik olsun delilik yapsa, tadına vara vara, ne çıkar?

Hep akıllı olduk da ne oldu, yine birileri, bir şeylerimize kulp takıp bizi tersinden delirtmediler mi? Sarhoşken söylenilen her söz, ayıkken düşünülendir, derler…

Ben sensiz, seninle hiç ayılmadım ki… Hangi kelamım varsa yeryüzünde avare dolaşan, bil ki senin ayak izini arıyordur sadık bir Kıtmir gibi…

Sana  bakınca ruhuma baharlar düşüyor konfeti konfeti... Kışın kapısına dayandığı bir hazan yaprağı olduğumu bile unutuyorum. Zaten sevmek kendini unutmak değil midir?  Bana iyi bak desem sensindir, kendine iyi bak desem bizizdir... Can olmak, sevmek işte böyle bir şey!

Hem çocuk hem çoksun sen diyordun ya... Seninle oluyor tüm bu heyecanlar, çocuksu hâller, sabırsızlıklar, taşkınlıklar...

Ama sabrı da senden öğreneceğim. Beni zorlasa da hem mecbur hem de mahkûmum buna...

Kadere iman edişimdendir, kaybedişlerimi kabullenişim. Bir senin yokluğunu kabullenmek kalbime hicran! Bazen mektubun bir kaç gün gelmeyince, hemen kadife kutuma koşup bende olanlardan rastgele seçip okuyorum. İnsanın sevgisi eskirse, yeni mektup bile -Allah korusun- eski gelir insana... Böyle avunmam gereken günler, bana sabırlı olmayı da öğretecek. 

Bir masalın ahenginde Murat