18 Eylül 2020 Cuma

Virüsün canlı tuttuğu!


Ölüm her zaman görünür idi, lakin biz görmüyor ya da görmek istemiyorduk! 

Artık  istemesek de etrafını aslanların sardığı ceylan sürüsü gibi sıramızı bekliyoruz! 

Arkadaşlarımız, karşı komşumuz, ünlü biri... testler pozitif ve şifa bulsunlar diye dua ederken, endişemiz kendimiz, yakınlarımız için de artıyor! 

Ne zaman, sevdiğimiz birisini kaybetsek gerçekte bir yanımız kendi ölümümüzü, nasıl öleceğimizi düşünmüyor mu?
 
Ona ağlarken, kendimize, bilinmeyen ve iyi olmasını umup temenni ettiğimiz ölüm saatimize de ağlamıyor muyuz?

Korona günlerinde maskelerin yalnız bedenlerimizi değil, ruhlarımızı da nefes almakta zorladığı, 
zaman zaman sabrımızın azaldığı, ''ne zaman bitecek?'' sorularının bir türlü ''toplu dua'' olarak arşa yükselemediği demlerde; bardağın dolu taraflarından biri de bize ölüm hakikatini sürekli hatırlatması olabilir mi, bu düşünülmelidir!  
Çünkü ölüm ve rızık eşref-i mahluk olarak yaratılan insanından, en küçük bakterisine, okyanuslar altındaki o karanlıklar içindeki minnacık canlıları bile asla unutmuyor! 
Çünkü ölümün de Rabbi, yarattığı her şeyi, sayıları -künhü ne olursa olsun- tek tek bilecek, duyacak, görecek, sevk ve idare edecek hükümranlığın, kudretin sahibi Celle Celalühü... 

Ölüm ve ötesini düşünüp, kaygı duymamak, hazırlık yapma çabasında olmamak da aslında ölmüş bir kalbin resminden başka bir şey değil! 
Ölmezden önce bu dünya rüyasından uyanmayı bizlere nasip eyle, 
bizi bırakma, bizden vazgeçme Allah'ım! Amin.  

''Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare!''
(Necip Fazıl / Canım İstanbul )