Öyle hazırdım ki...
Nefesin abıhayat gibiydi, dirilmeye hazırdım...
Aklımı, fikrimi, mantığımı vermiştim rengarenk bir düşe...
Sonunu düşünmeyenler kulübüne adaydım, adamıştım gelişine şu ömrümü...
Senin gelişine odaklıydı kalan ömrüm...
Bahar sendin, nisan sendin, nefesim sendin, çaresizlikler girdabında çarem sendin.
Kalbimdin, seninle atardı canım...
*
Bir şehri özler gibi, şehr-i İstanbul gibi…
Özledim seni şehir...
*
Canım gibi sevdiğim İstanbul'a, Üsküdar'ıma da aylardır gitmiyorum. Deselerdi bana, gün gelecek gitmeyeceksin, hep bir bahane bulup geçiştireceksin, inanmazdım...
Şu dünya hayatında nefeslendiğim, dünya cenneti Üsküdar'ı görememek, orada karşılıklı okunan ezanlarda kaybolamamak...
Hüdayi'de diz kırıp tevbe tazelemek...Kedileri ilk defa görmüş gibi seyretmek, dahası onlara imrenmek...
Sonra her köşede çocukluğumla, gençliğe ilk adımlarımla karşılaşmak...
Bisan marka bisikletim, balıkçı pazarı, atlama taşı, Toptaşı, Sokullu, Zeynep Kâmil...
Zekeriya amcaların bahçesindeki armut ağacı, henüz betonlaşmamış şehrin arsalarında ve Karacaahmet aralarında top oynamak. (Çok az oynamışım ben oralarda top. Basket ve voleybolu daha çok sevmiştim.)
Üsküdar lisesindeki Doğancılar'a bakan sınıfımızın son penceresine yolum düştükçe hâlâ bakar, maziye dalarım.
Halden anlayan öğretmenler dizisini bir tek matematikçimiz bozardı. Sert otoriter kadındı Müjgan hoca. Hiç affı yoktu.
Tahtaya kalkıp soruyu cevaplayamayınca asabi ses tonuyla bir güzel sevgi gösterirdi(!)
Bir türlü aram iyi olamadı matematikle...
*
Sen ve şehir…Şehir ve kadın…Bir türlü dolmayan miadım…
Kentpark, Rüveyda, sonbahar, ezber edilmiş şarkılar, içinde yer almadığın anılar…
Matematikçi Müjgan hoca…
Hesaba sığmayan bir sevda…
Sen gelmedin, zaten gelmeyecektin.
Bu matematik diziminde bir yanlış vardı, kendini suçlama boş yere...