Dedikten sonra örneklemeler gelmiş. Sabahta, akşamda, zamanda...bir adamın bir kadında zamanda yolculuğu gibi seyrü seferi kitapta.
Keşkelere takılmadan, iyikilerle dolu dopdolu...Bakmaya kıyamayan nazarlarda, şen muzur kahkahalarda...
O keşkelerimiz üremeseydi, bir virüs gibi yayılmasaydı hayatımıza belki de bunlar olurdu Rüveyda...Ama nasıl olsundu sen yoksun, sen hiç olmadın ki meleğim...
Bir kitabın yaprakları arasında okudukça dokunuyorsun ruhuma...
Bir ırmak açtım yoluna...Yol uzadıkça ırmak da hiç kesintiye uğramadan ilerliyor, sanki sonunda sana kavuşacakmışım gibi...
Ben seni ömrümde yediğim darbelere kaçamak, tutamak, sığınak eyledim. Beni en iyi sen anladın, en güzel sen sevdin, en güzel seninle yaşadık aşkı, sevgiyi, şefkati, yaşanılası bu hayatı...
Sen her defasında soluk soluğa gönül kapısını çaldığım, o kapıda beklediğim, eşiğini şifa bildiğim limanımdın. Seninle dertleştik ki beni en iyi sen anlardın, bir de İstanbul...
Sen ve İstanbul...
Artık İstanbul kadar uzaksın.
Dertleştiğimdin, sırdaşımdın, sitemlerime bile kızmazdın. Çünkü sen bana hiç bir şartta kıyamazdın, kırılmazdın. En çocuksu hallerimi bile kâbusları rüya tadında yoran bir olgunlukla en içten en samimi duygularınla iyiye yorardın.
Sen benden usanmazdın...
İsminden fazlaydın, canımda candın.
Sen Rüveyda'ydın...
Çok kadındın sen...
Çocuk kadın, anne kadın, yalnız erkeğine yosma kadın...Benim aradığım, istediğim ve arsızca doyamadığım...
Çok kadındın, her zaman özenli, temiz, tertipli, düzenli...
Elinde kitapla, kalemle, iğneyle, kepçeyle, toz beziyle, rujla, tarakla...sen ne çok kadındın...
Sensiz ben yarımdım, öyle de kaldım...